Kültürler halkların; dil, yazı, yaşam, inanç, eğitim, bilim, sanat, yönetim vb. alanlardaki ortaklaşmış ürünleridir.
Bu ürünler toplumsal yaşamı daha yaşanır kılmak için akıl-mantık ve yetilerle üretilir. Bunları: edebiyat, folklor, müzik, resim, zanaat, spor, inanç… olarak da sıralayabiliriz.
Kültürler, belli sınırlar içinde kalmak istemez sınırları aşarak evrensel bir kimlik kazanmak isterler.
Şimdilerde dünyada çokça taraftarı olan bir spor kültürü var. Bir parantez açıp biraz da bu kültürün etkisindeki taraftarlarının söz ve eylemlerine bakalım:
“Biz buraya ölmeye ölmeye, … gömmeye geldik!
“Biz yenildik fakat sonraki buluşmada karşılığını vereceğiz!
Belki birkaç gol yedik ama sonra daha çok gol atarız/daha çok sayı kazanırız!” …
İşte bu tür slogan ve davranışlar uzar da gider.
Beğenmediğimiz bu coşku, öfke, kin, küfür, şiddet dolusu söylemler ve eylemler “taraftar” kültürüdür.
Kendi takımını/tarafını övüp coşturan, karşı tarafı tehdit ve tahrik eden fanatik söylemlerle dolu bir kültür.
Tehdit ve tahrik edici bu fanatik söylemler bir bozulmuşluğun sonucudur. Belki anlıktır, belki sporcu ile taraftara psikolojik destek amaçlıdır. Ve belki de bu tahrikler daha iyi bir skor da kazandırabilir!
Fakat bu anlayış insani değerlerden uzaktır!
Çünkü bu anlayış; nesnel yenilgi ve başarısızlığı kabul etmez, daha çok emekle başarmanın yollarını aramaz, karşı tarafa sadece şiddet, çatışma ve kötülük ister.
Oysa, tüm sosyal etkinlikler gibi sporun da bazı etik ve yazılı kuralları vardır.
Bu kurallara uyan, olasılıkları akıllıca değerlendiren, araç ve organlarını iyi kullananlar övgü alır ve başarı kazanırlar.
Evrensel boyutta kabul görmek ise: duygudaşlık, akıl, sevgi-saygı ve barışçı bakış ister. Böylece mahalle takım ve fanatik taraftarlık aşılmış, beğeni, alkış alarak evrensellik kazanmış olurlar.
İnsanlığın fanatik takım ve taraftarlara değil barışçı duygudaşlara ihtiyacı vardır.
Zaten tüm sosyal etkinliklerin nihai amaç ve hedefi evrensel olmak değil miydi?
***
Bu genel girişten sonra şimdi de ülkemize yıllardır egemen olmuş anlayışın ürettiği ‘yerli ve milli’ bir kültüre gelmek istiyorum.
Ülkemizin on yıllardır çözüm bulunamayan bir ‘Kürt Sorunu’ vardır.
Peki, ne istiyor Kürtler:
Anadili ile konuşmak, eğitim almak ve kültürünü yaşatmak.
Yani ortak vatanda eşit vatandaş olarak barış içinde yaşamak…
Peki, bunlar her insanın doğumuyla kazandığı insan hakları değil mi?
Peki, niçin Kürtlerin bu hakları vardır ve kullansınlar demiyorlar?
Niçin?
Cevapsız bırakılan bu “Niçin?” yüzleşilmek istenmeyen yasaklı bir korku oldu.
Ve bu ‘insani sorun’, ülkemizde barışçı bir çözüm bulamayınca, komşu ülkelere taştı.
Komşu ülkelerde de çözüm, diplomasi yerine güvenlikçi-çatışmacı politikalara bırakıldı.
Ancak yıllar geçti bu politika hem içeride hem de dışarıda başarısız oldu, fakat can-mal kaybı ile acılar artarak devam etti.
Tabii ki bu bir başarısızlıktır!..
Kabulü ve savunulması da çok zor, çok üzücü bir durumdur bu. Hele de bu başarısızlık, yirmi yılı aşmış bir iktidara aitse. Ve bu iktidar da daha uzun yıllar iktidarda kalmak istiyorsa…
İktidarın ikbâli yani geleceği çok önemli ve devam etmelidir. Bu amaca ulaşmak için ‘öteki’ ve ‘düşman’ olanların yok, kültürlerini inkar eden taraftarlar ve onlara özel ‘milli kültür’ oluşturmak gerekliydi ve bunu da başardılar. Biz, fanatik anlayışı olana: bencil, öfkeli, kinci, ayrımcı, şiddeti, kavgayı sever, duygudaş olmaz demiştik.
Ama bu kültür çok daha bencil, yok edip öldürüyor!
Dostluk, kardeşlik, eşitlik, özgürlük, barış isteyenleri bile suçlu ve terörist sayıyor.
Ekran ve meydanda ‘cinayetlere’ güzelleme yapıp:
“Geçmişimizde siyasi cinayetlere şahit olduk ama mertçeydi.”
“Biz ölmeye ölmeye, … gömmeye geldik!”
“Bizim … şehidimiz var fakat onlardan da misliyle yok ettik/edeceğiz…”
Diyenleri de oldu!..
“Mertçe cinayet olur mu?!
Oysa her ölüm bir acıdır!
Acıların kimliği olmaz!
Acıları insanlık ortaklaşa yaşar.
Ve hiç bir acı yarıştırılmaz!
Ama akşam sabah ekran ekran gezip acıları yarıştırıyorlar.
İşte bu ‘öteki’ olanı düşman sayan anlayışla, en az 40 bin genç ölmüş ya da öldürülmüş. Ülkenin kaynakları ölümlere kurşun, mallara yangın olmuş. Can yakan acılar ile yoksulluk her gün artarak devam ediyor.
Bunlar olup biterken de “Kürt Sorunu Yoktur!‘ diyebiliyorlar!
Peki, ya bu yaşananlar nedir/nedendir?
Bugünlerde, bu düşmanlık kültürünü oluşturan iktidara destek verenler de çoğaldı. Ki onlar bu iktidara karşı olduklarını sürekli haykıranlardı. Vatan millet sakaryacı bu teskereci ‘yerli ve milli’ muhalifler, gizli ortaklığı bitirip saflarda yer aldılar.
İnsanın, doğanın, her tür canlıya yaşam hakkı tanımayan bu düşmanca gidişi ancak hak ve özgürlüklerini isteyen halkın iradesi dur diyebilir.
Halkımız ‘Edi bese!’ (Artık Yeter!) diyerek, tüm karanlıklara ışık tutmalı. Uyumlu, demokratik, adil çözüm sağlayan barış ile çatıştıran güvenlikçi anlayışlara son vermeli. Ve bu kanlı çatışmalara harcanan kaynaklar da halkın huzuru için kullanılmalı.
Ben, çatışma-savaş-şiddet-sömürü karşıtı bir barış severim. Herkese ve kimliğe özgür, eşit ‘insanca’ iyilik dolu bir yaşam isterim. Hem yaşarken hem de rüyalarımda: zalime ve zulme karşı durur, bazen Kürtçe bazen de Türkçe bir çığlık olurum.
*
Lev Tolstoy, ‘İnsan Neyle Yaşar?‘ adlı eserinde: “Acı duyabiliyorsan, canlısın. Başkalarının acısını duyabiliyorsan, insansın.”
*
Ahmed Arif: “Nerede bir can ölse, oralı olur yüreğim; Olmalı zaten, olmazsa insan olmaz yüreğim.”
*
Düşman sayan kültürün yok ettiği, barışsever Hrant Dink diyor ki:
“Ben üç dil biliyorum. Ermenice, Kürtçe ve Türkçe.
Benim içimde bu üç dil hiç kavga etmiyorlar,
Barış içinde yaşıyorlar!”
*
Ve kime ait olduğunu öğrenmediğim bir sözle yazımı bitireyim:
“Yağmur ıslanmayana, Aşk yaşamayana, Savaş savaşmayana güzel.”