Ehil kelimesinin anlamı; yetkin, usta, ustalık derecesi olan, yüksek mertebe, uzmanlık, beceri demektir. Bilgelik ve yücelik olarak da ifade edilir.
Ehil olmak, kişinin yaptığı işte bilgi, beceri, yetenek sahibi olmasıdır. Yetkisi ve sorumluluğu buna göre belirlenir.
Sadece kamu görevlerinde değil, yaşamın diğer alanlarında da bu yetkinlik ve yeterlilik aranır.
Başka bir ifadeyle liyakat, “bir kimsenin, kendisine iş verilmeye uygunluk, yaraşırlık durumu” olarak tanımlanabilir.
Daha çok bir yönetim ilkesi olarak savunulan ve önerilen liyakat, medeni toplumlarda sistemin zorunlu bir ilkesi olarak kabul görmektedir.
Bizim gibi medeniyet yoksunu toplumlarda ise ehliyet-liyakat yerine itaat esas alınmaktadır.
Ceberut yönetimlerin tamamında liyakat değil, itaat esas alınmaktadır. Verilen eğitimle de bu yönde bir bilinç oluşturulmaktadır.
Sorgulamanın, eleştiri ve tenkidin olmadığı eğitim sistemlerinde kaçınılmaz olarak sadık amirler, yasalara değil amirlere itaatkâr memurlar, din adamlarına, cemaatlere, partilere, lidere bağımlı-biatçı kitleler, dinbaz nesiller ortaya çıkar.
Bu anlayışın sonucu olarak yönetim ve siyaset, ehil değil ehlileştirilmiş liyakatsiz kadrolardan oluşur.
Bu durumda bir ülkenin gelişmesi, kalkınması ve iyi yönetilmesi de imkânsız hale gelir.
Bu anlayışın kabul gördüğü toplumlarda liyakat ve ehliyet, zorunlu bir tercih ve ihtiyaç olmaktan çıkar, bir yük ve ağırlık olarak görülür.
Liyakat ve ehliyet, ahlaklı olmayı gerektirir. Ahlak ise herkesin hakkını kendi hakkı gibi bilmek, korumak, hukuka uymak ve adalete iman etmekle gerçekleşir.
Yöneticilerin de yönetilenlerin de medeni kurallara uymasını zorunlu kılar.
Ahlaktan yoksun toplumlarda liyakat, ehliyet sahibi insanlar belki sevilir, kendilerine saygı duyulur ancak ihtiyaç olmadıkça yönetim ve siyasette tercih edilmeleri söz konusu olmaz.
İtaatçı toplumlarda yönetim ve siyasetin de bir ’emanet’ olduğu ve emanetin ehline verilmesi gerçeği tıpkı ahlak gibi unutulmuş veya saptırılmıştır.
Daha vahimi, din adamları marifetiyle bu anlayışın desteklenmiş olmasıdır. “Ulu’l-emir” iddiasıyla ehliyetsiz-liyakatsiz, ahlaksız, hatta zalim de olsa bütün yöneticilere itaat edilmesi önerilmektedir.
Oysa Kur’an’da “emaneti ehline veriniz” buyruğu ile sorumluluğun ve yetkinin söz konusu olduğu durumlarda liyakat ve ehliyet sahiplerine emanetin teslim edilmesi gerektiği açıkça belirtilmiştir:
Allah, size emanet edilen (şey)leri ehil olanlara tevdi etmenizi ve her ne zaman insanlar arasında hüküm verecek olursanız adaletle hükmetmenizi emreder. Allah’ın size yapılmasını tavsiye ettiği (şey), mutlaka en güzel (şey)dir: Allah, kesinlikle her şeyi işitendir, her şeyi görendir.
(Nisa Suresi/4:58)
Liyakat esas alınmadan doğru bir siyasetten ve medeni bir yönetimden söz edilemez.
İş ehline verilmediğinde çöküş kaçınılmazdır. Son pişmanlık çöküşü engelleyemez. Çünkü artık sorgulamaya hakkımız kalmaz.
Cenap Şehabettin’in belirttiği gibi;
Eşeği mektep müdürü yaparsan, dershaneyi ahıra çevirmesine laf edemezsin.
Bu durumdan sadece yöneticiler, seçilenler değil, yönetilenler ve seçenler de sorumludur.
Ehliyet ve liyakat ilkeleri tıpkı ahlak ve adalet gibi usulden değil esastandır. Özellikle yönetim ve temsil için hayati derecede zorunludur.
Ehliyet ve liyakat yoksa sadece yönetim düzeni değil, yaşam düzeni de bozulur, kaos ve karmaşa düzeni hâkim olur.
Böyle bir ortam artık güçlülerin, zorbaların, fırsatçıların, yalaka-düzenbaz ve dinbazların etkin olmasına yol açar.
Ülke istilaya uğramış gibi yönetilir ve yağmalanır. Güçlünün hukuku hâkim olur, haklının ve zayıfın hukuku çiğnenir.
Said Halim Paşa’nın şu tespiti bugün de geçerlidir:
En önemsizlerinden en vahim olanlarına varıncaya kadar tüm yolsuzluklar, tüm aşırı durum ve davranışlar, liyakat kazanılmamış bir haktan ya da gayri meşru bir özgürlükten kaynaklanmıştır.
Mevlâna, şöyle der:
Ey akıl sahipleri, meslek edinmede o işin ehli olan, düzgün bir kişiden yardım isteyin.
Ey kardeş, inciyi sedefin içinde ara; mesleği meslek sahiplerinden iste.
Tarihten bir örnek vererek liyakata dikkatlerinizi çekmek istiyorum:
Kanuni Sultan Süleyman 1558 yılında tamamlanan Süleymaniye Camii’ne imam aramış.
Aranan imamın vasıfları, Süleymaniye Vakfiyesi’nde bulunan ilanın tercümesinden alınmıştır:
Ülke emin ellerde değil mi?