DOLAR
34,2398
EURO
37,6309
ALTIN
2.920,13
BIST
9.109,34
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
27°C
İstanbul
27°C
Az Bulutlu
Pazar Hafif Yağmurlu
24°C
Pazartesi Açık
26°C
Salı Az Bulutlu
25°C
Çarşamba Çok Bulutlu
25°C

Kürt sorununda muhatap kim?

Kürt sorununda muhatap kim?
08.08.2022 00:15 | Son Güncellenme: 08.08.2022 00:59
270
A+
A-

“Kürt sorunu” söz konusu olduğunda ilk akla gelen; ‘sorun’un muhataplarının kimler olduğudur.

Bir siyasal mühendislik olarak geliştirilen bu yöntem, algı yönetimi ile zamanla toplumsal ve siyasal kabul görmesi sağlanmıştır.

Siyasal mühendisliğin gereği her fırsatta ısrarla Abdullah Öcalan’ın muhatap alınma talebi, nihayet çözüm sürecinde iktidar ve devletin diğer unsurları tarafından hayata geçirilmiştir.

binguven-bal2

Böylece Kürt sorunu, devlet tarafından doğrudan Öcalan ve PKK ile bütünleştirilerek terörize edilmiştir.

Artık Kürtlerin temel hak ve özgürlük mücadelesi, adalet ve eşitlik talepleri sivil ve siyasal alanda da “şiddet” ve “terör” kapsamında değerlendirilmeye başlanmıştır.

‘Anadilde eğitim’ gibi masum bir talep dahi “bölücülük” kapsamına alınmıştır.

Milliyetçi, muhafazakâr, solcu, Atatürkçü, Sünni, Alevi gibi toplumsal kesimlerin neredeyse tamamı Kürtlerin aleyhine gelişen söz konusu planın destekçisi olmaktan geri durmamıştır.

Oysa gerçekte bu plan; bir tiyatro oyunu gibi halkın dikkatleri sahneye, olaylara ve oyunculara çekilerek Türkiye’nin “demokrasi-laiklik-hukukun üstünlüğü” ve Avrupa Birliği üyeliği (AB) gibi ‘muasırlaşma’ hedefinden geri bırakmak için uygulanmaktaydı.

Ne yazık ki söz konusu plan, başarıyla uygulanmış ve 15 Temmuz darbe oyunu ile tahkim edilmiş ve cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle de kurumsallaştırılmıştır.

Plan, PKK ve Kürt sorunuyla sınırlı kalmamış, malum cemaate yönelik operasyonlarla da terör kapsamı genişletilerek ‘muasırlaşma’ hedefi zayıflatılmıştır.

Kürt sorunu da “muhataplık” temelinde İmralı’da tutuklu PKK lideri Abdullah Öcalan’a havale edilerek çözümsüzlüğe terk edilmiştir.

Bu planın hayata geçirilmesinde farklı partilerde, özellikle de AK Parti’de siyaset yapan Kürt politikacıların ve HDP’nin de önemli katkılarının olduğunu düşünüyorum.

Silahlı mücadele, şiddet ve çok yönlü terörün varlığı hem iktidara hem de muhalefete can vermekte, ceberut yönetimi ve otoriter siyaseti toplum nezdinde meşru kılmaktadır.

Bu bağlamda HDP’nin de katkılarıyla iktidarın Öcalan’ı muhatap olarak belirlemesi, Kürt meselesini çözmek için değil, çözümsüz kılmak için yapılan politik manevralar olduğuna inanıyorum.

Esas olarak Kürt meselesinde çözümün muhatabı ve adresi PKK de HDP de değildir.

Muhatap aramak, çözümsüzlük yöntemidir. PKK ve Öcalan’ın muhatap ve adres olarak görülmesinin nedeni de çözümsüzlüğün sürdürülmek istenmesidir.

Biliyoruz ki hak ve özgürlüklerin sağlanmasında ve hukukun üstünlüğünün tesis edilmesinde muhatap aranmaz.

Bu konuda muhatap aramak evrensel değerlerle ve insanlık onuruyla bağdaşmaz.

Hiçbir partinin veya iktidarın herhangi bir kesimin hak ve özgürlüğünü pazarlık konusu yapmaya hakkı da yetkisi de yoktur.

Bu bağlam da Kürtlerin de hak ve özgürlüklerini silahlı bir örgütle, örgüt lideriyle veya bir partiyle pazarlık konusu yapmak, insanlık onuruyla oynamaktır.

Bazı Kürt siyasetçilerinin de rol aldığı bu uygulamalarla Kürtlerin onuruyla açıkça oynandığını düşünüyorum.

Çözüm sürecinde bu oyunu fazlasıyla seyrettik. Buna rağmen Kürt meselesi başta olmak üzere hak ve özgürlüklerin muhatabı olarak PKK ve Öcalan’ı adres verenlerin aynı tezgâhın ve tiyatronun figürleri olduğunu nasıl inkâr edebiliriz?

12 Eylül 1980 cunta yönetiminin PKK ile ilişkisinin hangi düzeyde olduğunu bilmiyorum ancak kuruluşundan itibaren 12 Eylül askeri cuntasından başlayarak PKK’nin, Kürtlerin imha edilmesi için bir gerekçe yapıldığı açıktır.

PKK, yaklaşık 3 milyon insanın zorunlu göçüne, 4 bin köy ve mezranın boşaltılmasına, on binlerce insanın ölümüne, üniversitelerde, bürokrasi ve iş dünyasında binlerce Kürdün tasfiye edilmesine gerekçe yapılmadı mı?

On binlerce üniversite öğrencisinin silahlı mücadeleye katılmak için dağa çıkmasının sorumlusu kimler?

Binlerce evladımız askeri operasyonlarla ve PKK infazlarıyla ortadan kaldırıldı.

Türk-Kürt ayırımı yapılmaksızın öldürülen on binlerce güvenlik görevlisi, kamu çalışanı ve sivil insanlarımız “şehitlik” hamasetleriyle bize unutturulmaya çalışıldı.

Neredeyse her ailenin payına bir şehit düştü, ocaklar söndü.

Çocuklar öksüz, kadınlar dul kaldı. Anneler hala kayıp çocuklarının akıbetini öğrenmek için mücadele veriyor. Cezaevleri Kürtlerle dolup taşıyor.

PKK ile mücadele adına harcanan katrilyonlarca liranın, yıkılan yerleşim yerlerinin, yok ilmek istenen tarihi izlerin, kültürel eserlerin, yakılan ormanların, dağılan ailelerin, yoksulluğun, yoksunluğun sebep olduğu zarar ve travmaların hesabını yapan var mı?

Bunca zarar ve ziyan iktidarın veya PKK’nin umurunda mı?

Esas olarak bu sorunlar için muhatap ve sorumlu aramak insanlık onurunun, hak ve hukukun gereği değil mi?

Kürt sorununda muhatap aramak veya Öcalan’ı muhatap görmenin arka plandaki gerçeklerin ortaya çıkmasını önlemeye yönelik olduğunu düşünüyorum.

Bugün itibarıyla da Suriye ve Irak operasyonlarında bu gerçeği görmemek ancak “basiret körlüğü” ile izah edilebilir.

Suriye ve Irak’ta Kürtlerin bir statü veya bağımsızlık elde etmesinin önünde en büyük engel Türkiye ise ikincisi PKK’dir.

Bu durumda Kürt meselesinin çözümünü PKK ve Öcalan’a havale etmek ne anlama gelir?

Siyasal bir planın gereği olarak iktidarın, sorunun muhatabı olarak Öcalan’ı görmesi, anlaşılır bir durumdur ancak HDP ve Kürt siyasetçilerinin Öcalan’ı “Kürtlerin iradesi” ve “çözüm muhatabı” olarak göstermesinin nedeninin özellikle Kürtler tarafından doğru anlaşıldığını hiç sanmıyorum.

Türkiye halkı olarak ve özellikle Kürtler, bu oyunun farkına ne zaman varacak?

HDP’nin, PKK ve Kürt sorununun çözümünde etkin rol alabileceği iddiasına da katılmıyorum.

Etkinliğini ve pozisyonunu çözüm sürecinde gördük. En önemlisi de PKK ve Öcalan üzerinde hiçbir etkinliğini ve saygınlığını hissetmedik.

Yüzde 13 oy desteği ve 83 milletvekili ile en güçlü dönemimde Diyarbakır Sur ve Cizre’de kazılan çukurlara ve kurulan barikatlara engel olamadığına şahit olduk.

Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ve merkez ilçelerin tamamı HDP yönetiminde olduğu halde PKK eylemlerini, bütün çabalarına rağmen durdurmayı başaramamıştır.

Bu durumda HDP, çözüm adresi olabilir mi?

Açıkça belirtmeliyim ki Öcalan ve PKK, Kürt meselesinin, hak ve özgürlüklerin değil, şiddet ve silahlı mücadele sorununun muhataplarıdır.

Bunun için de elbette bir diyaloğa ve müzakereye ihtiyaç vardır. Ancak Kürt meselesini bu sorunla özdeşleştirmek kabul edilemez.

Operasyonlarla değil, diyalog ve müzakere ile PKK’nin ikna edilmesi gerektiğini düşünüyor ve savunuyorum.

Hükümetin inisiyatifinde silahların susması için Öcalan ile görüşülmesini de doğru ve gerekli görüyorum.

Türkü, Kürdü bu ülke evlatlarının ölümlerini durdurmak ve hayatlarını kurtarmak, kimsenin itiraz etmemesi gereken bir girişim olacağı kanaatindeyim.

Bu sürecin başlaması için de PKK’nin, tek taraflı ateşkes kararı almasını ve silahların artık susacağını dünyaya ilan etmesini sağlamak çok önemli ve hayırlı bir adım olacaktır.

Bu adımın atılmasına en çok da Kürtler sevinecektir, Kürtlerin hak taleplerini PKK ile özdeşleştiren kesimler de mahcup olacaklardır.

Kürt meselesinin çözümü ise Türkiye sorunu olarak devletin, siyasetin ve HDP de dahil bütün partilerin ve siyasetçilerin ortak sorunu olarak değerlendirilmelidir.

Sorun; inkâr, asimilasyon ve imha politikalarıyla ortadan kalkmadığına göre yeni çözüm yöntemleri ve önerilerini ‘muasırlaşma’ temelinde geliştirmek istisnasız her partinin siyasi sorumluluğunun gereğidir.

Kanaatime göre gerçekçi olan; ülke bütünlüğünü esas alarak eşit yurttaşlık, hak ve özgürlüklerin temini ve hukukun üstünlüğü güvencesinde siyasal sorunlarımızı çözüme kavuşturmaktır.

Bunun yöntemi de hakkaniyet, adalet, hürriyet, makuliyet ve makul siyasettir.

Kürtlersiz bir Türkiye mümkün olamayacağına göre cumhuriyetin ikinci yüz yılına girerken demokrasi ortak paydasında Kürtlerle birlikte eşitlikçi, çoğulcu, adil, özgür ve hukukun üstünlüğüne dayalı kuşatıcı, evrensel yeni bir siyasal düzen inşa etmek zorundayız.

Bunun için de öncelikle bir zihniyet ve iktidar değişikliği gerekir.

Mevcut iktidar örneğinde olduğu gibi yerel, ideolojik, dini ve milli iddialarla, takiye ve hamasetle temel sorunların çözümü mümkün değildir.

Yeni dönemde Türkiye’nin demokratikleşmesi ve muasırlaşma hedefinde yol alması ve buna bağlı olarak Kürt meselesinin çözümü uzun bir süreç gerektirir.

Önemli olan barış ve diyalog zemininde birlikte yol alabilmektir.

Devrimci, köktenci, radikal önerilerle, şov ve hamasetle yol almak mümkün değildir.

Önümüzdeki süreçte ülkemizin makuliyete, makul bir yönetim ve siyasete, makul siyasetçilere ihtiyacı vardır.

Türkiye’nin temel her siyasal sorunu gibi Kürt meselesi de muhataplarla değil, makul siyasetçilerin çabalarıyla ancak çözüm yoluna girecektir.

Radikal, tutucu, ırkçı anlayışları dikkate almadan makul milliyetçiliğin, makul muhafazakarlığın, makul solun, yurtseverlik ve vatanperverliğin gereği olan; bütün farklı unsurları ve farklı fikirleri makuliyet temelinde tartışmak, müzakere etmek ve makul siyaset ile çözüme kavuşturmak, siyasetin ve hepimizin ortak hedefi olmalıdır.

Bu ülke hepimizindir. Siyasal çözüm tek seçeneğimizdir. Muhatap aramaya ve yeni oyunlar kurmaya fırsat vermemeliyiz.

Abdulbaki Erdoğmuş

binguven-bal2
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.