DOLAR
32,4390
EURO
34,7386
ALTIN
2.446,03
BIST
9.909,57
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Az Bulutlu
Cumartesi Hafif Yağmurlu
16°C
Pazar Az Bulutlu
18°C
Pazartesi Az Bulutlu
18°C
Salı Az Bulutlu
18°C

DEMİRTAŞ’TAN MANİFESTO

DEMİRTAŞ’TAN MANİFESTO
26.12.2023 01:51 | Son Güncellenme: 26.12.2023 03:03
74
A+
A-

IŞİD’in Kobanî’ye yönelik saldırılarına karşılık 6-8 Ekim 2014 tarihinde gerçekleşen protesto eylemleri gerekçe gösterilerek, HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve Merkez Yürütme Kurulu üyelerinin de aralarında bulunduğu 18’i tutuklu 108 kişi hakkında açılan Kobanî davası devam ediyor. Demirtaş’ın açıklamasını değerlendiren yazarlar; “Bu normal bir savunma değildir, ülke siyasetçilerine, diyanet’e, tarihçilere ve sosyalistlere bir manifesto niteliğindedir”.

Sincan Cezaevi Kampüsünde görülen duruşmaya DEM Parti Eş Genel Başkanları Tülay Hatimoğulları ve Tuncer Bakırhan, milletvekilleri ile siyasi parti ve sivil toplum kuruluşu temsilcileri de katıldı. Ayrıca çok sayıda izleyici de duruşma salonunda yer aldı. Bir kısım tutsak siyasetçiler duruşma salonunda yer alırken, farklı cezaevlerinde tutuklu bulunan siyasetçiler, Sesli ve Görüntülü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile katıldı.

Kimlik tespitinin ardından dosyaya eklenen evrakların okunmasıyla başlayan duruşma, Edirne F Tipi Cezaevi’nde tutsak bulunan önceki dönem Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın esasa dair savunmasıyla başladı.

Kürtçe başlayan Demirtaş;

binguven-bal2

Divê Tirk û Kurd ji bo çareseriyê û aştiyê dest bidin hev

Rêhevalên me yên heja ez we hemûyan yek bi yek ji dil û can silav dikim. Hêvîdar im ku hûn hemû baş û silamet bin. Ji 7 salan zêdetir e ez girtî me lê ev cara yekemîn e, mafê parastinê didin min. Heya îro di lêpirsînan de carinan bi hin sedemên din ez axivîm. Cara yekemîn e ez ê rasterast parastina xwe bikim. Ez parastina xwe li hemberî heyeta we nakim. Ji ber ku hûn parçeyekî vê êrişê ne. Lê ez parastina xwe ji bo gelê xwe ji bo dîrokê dikim. Ez heyeta we nas nakim. Ev doza li hemberî me hatiye vekirin dozeke siyasî ye, car caran ez ê jî parastina siyasî bikim. Ev tolhildan û dozeke siyasî ye. We em ji bo berjewendiyên xwe dîlgirtine. Îro jî zarokên vî welatî di şer de tên kuştin. Em di xem û kedera van zarokan de ne. Em dikarin bi siyasetê pêşiya van kuştinan bigirin û rêya vê jî di rakirina tecrîdê re derbas dibe. Lazim e ku civaka Tirkiyeyê dengê xwe li hemberî vî şerî bilind bike. Divê Tirk û Kurd ji bo çareseriyê û aştiyê dest bidin hev. Em siyasetmedarên baweriyê ne û em ji bo çareseriyê dixebitin. Lewma em hatin dîlgirtin û di cihê xwe yê germ de biryara şer didin. Divê gelê Tirkiyeyê bibîne ka kî şer dixwaze û pêşî li van mirinan vedike.

Biryara we çi dibe bila bibe tu hikmê wê ji bo me û ji bo gelê me tuneye

Ev dosya siyasî ye û hîna ku darizandin bi dawî nebûye we em sûcdar îlan kirine. Hemû mafên mirovan hatin binpêkirin. Hevalên me yên dilgirtî xizmên xwe wenda kirin û nehiştin vê êşê parve bikin. Hin xizmên me di rêyan de jiyana xwe ji dest dan. We di zelzeleyan de girtî di girtîgehan de hiştin. Zarokên me ji me dûr mezin bûn. We zanibû ku em bêguneh in lê dîsa jî we em di girtîgehan de hiştin. We dest ji mirovahiyê kişandiye ger wisa nebûya we çawa dikaribû ev yek bikira? Yên ku vê yekê kirin parçeyek jî ji mirovahiyê para xwe nestandiye. Ev xirabiya we çiqas serê we xwar kiribe, serê me jî bilind kiriye. Em dizanin ku we biryara xwe daye, ferman hatiye dayîn. Lê biryara we çi dibe bila bibe tu hikmê wê ji bo me û ji bo gelê me tuneye. We nekarî serê me bitewînin. Ez nahêlim ku hûn biryarê li ber çavê min bixwînin. Wesiyeta min ji bo zarokên min re, ji hevala min Başak re ye. Dema biryar hate aşkerakirin bila li hewşa mala min bi dahol û zirneyê pîroz bikin. Em dev ji doza xwe bernadin. Ez ji gelê xwe lêborînê dixwazim, ji heval û hogirên xwe yên ku hêviyên xwe bi me ve girê dane lêborînê dixwazim. Me nikarî em wan hêviya pêk bînin. Lê ez soz didim; di pêşengiya partiya me DEM Partî’yê de ez ê têkoşîna xwe bidomînim. Ez serkeftinê ji DEM Partî’yê re dixwazim û ji Hevserokên me Tuncer Bakirhan û Tulay Hatimogulları re serkeftinê dixwazim. 

Ev doz li ser neyartiya Kurd û Kurdistanê hatiye avakirin

Ev doz çop e, ev doz li ser neyartiya Kurd û Kurdistanê hatiye avakirin. Ez ê ispat bikim ku ev dosya çop e. Ez ê van îdiayan yek bi yek vala derxim û ez ê behsa pirsgirêka Kurd bikim da çi ye. Mafê Kurdan heye ku wekî her miletekî li ser axa xwe bi çand, ziman û nasnameya xwe bi awayekî azad bijî. Divê maf û azadiyên gelê me di makezagonê de bê nasîn. Rêya çareseriyê Birêz Ocalan e û heya niha gelek caran birêz Ocalan daye nîşan ku ji bo vê yekê helwdaneke mezin daye. Ez hevalên ku îro li girtîgehan ji bo azadiya Ocalan di greva birçûbûnê de ez hemûyan silav dikim. Partiya me DEM Partî di çareseriya pirsgireka Kurd de muhatab e. Ez hevdîtina dewletê ya bi Birêz Ocalan re rast dibînim û piştgirî didim çareseriya demokratîk. Ez muhatabiya partiya me û gelê me diparêzim. Yên ku îradeya partiya me û gelê me nas neke ez jî wan nas nakim. Em amade ne, tişta ku ji destê me tê em ê bikin. Kesê ku vîna min û nûnertiya gel nas nake ez jî wan nas nakim. Ez tu car serî li ber vê nêzikatiyê serî natewînim. 

7 yıldır ilk defa bana doğrudan savunma hakkı verildi

7 yılı aşkın süredir ilk kez esasa ilişkin savunma hakkının tanındığını belirten Demirtaş, “Daha önce kısmen savunma yapma imkanı buldum. 3  yılı aşkın süre yargılandığım tek sanıklı dosyada 40’ı aşkın fezlekeden yarısı anca tamamlanmışken Dosya 22. Ağır Ceza Mahkemesi ile birleştirildi. Burada ben, Figen Başkan ve Sebahat Başkan sorgularımız bile yapılmadan esasa ilişkin mütalaaya geçildi. Dolayısıyla 7 yıldır tutuklu olmamıza rağmen ilk defa savunma yapıyorum, ilk defa suçlamalara cevap verme fırsatı buluyorum. Çünkü bugüne kadar yapılan savunmalar ya tutukluluk incelemesi ya da suçlamalara cevaptı. Orada kısmen suçlamalara cevap vermiştim. 7 yıl 2 ay buldu tutukluluk süremiz. Meydanlarda yargılandık, televizyonlarda yargılandık, Meclis kürsüsünde yargılandık, hakkımızda hüküm verildi. Her birimiz ayrı ayrı ‘terörist’ olarak ‘barbar’ gibi gösterildik bugün bile cenaze törenlerinde hala bizlere hakaret ediliyor, hala ‘terörist’ olarak gösteriliyoruz, ama 7 yıldır ilk defa bana doğrudan savunma hakkı verildi” dedi.

Savunmamı mahkemenize yapmıyorum, halkımıza sunuyorum

Demirtaş, savunmasına şu sözlerle devam etti: “Bunun bilinmesi lazım, sorgu hakkımız bu heyet tarafından gasp edildi, diğer arkadaşlarımız uzun konuştular diye sorgumuzdan vazgeçildi. Savunmama başlayacağım ama kaç gün sürer bilmiyorum. En hızlı şekilde savunmamı toparlamaya çalışıyorum ama savunmamı size vermiyorum. Ben savunmamı mahkemenize yapmıyorum, halkımıza sunuyorum. Çünkü siz de bu davanın bir parçasısınız. Onurlu bir görevi üstlenmiş siyasetçiler olarak halkımıza verdiğimiz özeleştiri olarak konuştuk, konuşacağız. Savunmam ne kadar sürer bilmiyorum. Ama 42 ayrı fezleke 19. ACM’den bu dosya ile birleşti. 42 ayrı suçlama orada var. Burada da Kobanî Davası adı altında binlerce suçlama var. 9 yıldır sürdürdüğünüz kumpasa ben kaç günde cevap veririm bilmiyorum. Bir masa dolusu binlerce savunma evrakı 7 yıldır yaptığım hazırlıklardı. Bugüne kadar savunma imkanı bulmadık. Mahkeme savunma hakkımı kesmediği sürece bütün suçlamalara cevap vereceğiz. Ama mahkemeniz bu kadar savunma yeter biz daha fazla savunma hakkı tanımıyoruz derse mikrofon sizde ben de bitirmiş olurum. Davanın bağlantılarını ortaya koyacağım. Herkes şunu bilmeli ki hakkımdaki suçlamaların tamamı yaptığım konuşmalardır. Herhangi bir gizli faaliyet veya çalışma ile suçlanmıyorum. 8 yıl 15 yıl önce yaptığım miting konuşmaları dışında tek bir delil dosyamda yoktur. Bu arkadaşlarımın tamamı için geçerlidir. Ben kendi savunmamı yaptığım için tekil konuşuyorum. Arkadaşlarım zaten belirttiler.”

Çatışma ve savaşın bitmesinin yolu tecride son verip diyalog yöntemlerine dönmektir

“Bu bir siyasi intikam davasıdır” diyen Demirtaş, şunları söyledi: “Biz siyasi amaçlar için rehin alınmış siyasetçileriz. Bugün başlayacak ve günlerce sürecek savunmamda mecburen bu konuşmalarımı anlatacağım. Çünkü savcı beni başka bir şeyle suçlamıyor, suçlayamıyor. Zaten tüm siyasi faaliyetlerim halkın gözü önünde gerçekleşen yasal faaliyetler olduğundan konuşmalar dosyaya konulmuş durumda. Bakın bugün ülkenin evlatları çatışmalarda hayatını kaybediyor bu ölümleri durduramadığımız için biz kahroluyoruz. Fakat iktidar devlet el ele verip bizim gibi barış isteyenleri hapse atıp savaş politikalarından medet umuyor. Bu tam bir ikiyüzlülüktür. Acıları ortaklaştırmak yerine bugün timsah gözyaşı döken iki yüzlülerdir. Bu savaş artık bitmelidir, silahlar tümden devre dışı kalmalıdır. Bunun da yolu siyaseti öne çıkarmaktır. Tecride son verip diyalog yöntemlerine dönmektir. Müzakere ve diyalogdan kaçanlar bu ölümlerin sorumlusudur. Kendi siyasi ikbali için silahtan savaştan medet uman her siyasetçi ikiyüzlüdür. Halkın evlatlarının kanı üzerine kendisine iktidar alanı yaratanlar ahlaktan nasibini almamış vicdansızlardır. Türkü’yle, Kürdü’yle bugün Türkiye toplumu barış için sesini yükseltmelidir. Sizi milliyetçilik galeyanıyla gaza getirenlerin bir eli yağda bir eli baldayken evlatlarınızı savaşa göndermekten geri durmuyorlar. 

Demokratik çözüme inanan siyasetçiler olduğumuz için yıllardır rehineyiz

Bu gidişata dur diyecek olan sadece ve sadece yoksul halktır. Türk ve Kürt el ele verirse ‘savaşa karşıyız’ diyebilirse birlikte ve kardeşçe yaşamak çok daha mümkün olabilir. Huzuru sağlamak, demokrasiyi büyütmek çok daha kolay olur. Biz barış isteyen demokratik çözüme inanan siyasetçileriz. Sırf bunu istedik diye yıllarca rehin tutulmamıza rağmen halen içeriden barış diye haykırıyoruz. Ülkeyi yönetenlerde oturdukları sıcak yerden her gün savaş kararları veriyorlar. Türk halkının bu ikiyüzlülüğü artık görmesi gerekiyor. Kimin savaş kimin barış istediğini anlaması gerekiyor. Filistin’de barışı savunurken kendi ülkesinde barış isteyenleri içeri atmak tecrit uygulamak iki yüzlülük değilse nedir? 

-20 derecede operasyona gönderdikleri gençlerin sırtına Kürt sorununu yükleyenlerden hesap sorulmalıdır

Biz her koşulda ilkeli davranmaya barışı savunmaya devam edeceğiz. Bugün Türkiye evlatları için ağlıyorsa dönüp siyasetçilerden hesap sorma vaktidir. Sıcak koltuklarından operasyon kararı verirken -20 derecede operasyona gönderdikleri gençlerin sırtına Kürt sorununu yükleyenlerden hesap sorulmalıdır. 20-22 yaşında genç çocukların toprağa verilmesini acısını biz yaşarken bizi teröristlikle katillikle suçlayan bütün iktidar yanlısı olanlar bu kandan beslenenlerdir. Hayatlarında barış sözcüğünü ağzına almadan 5 dönem milletvekilliği yapan parlamenterler var. Türkiye’nin en zengin milletvekilleri onlar.  

Bunun adı savaştır

Süleyman Soylu dün Sırrı Sakık’a ‘ne savaşı bu terörle mücadeledir’ demiş. Bunun adı savaştır savaş. Bu savaş değilse iç hukuku hatırlatırım. Polis yetki TSK yetki kanununda operasyonların nasıl yapılacağı bellidir. Operasyona girmeden önce velev ki bir silahlı mukavemet olursa ne yapılacağı bellidir yasada. Teslim ol çağrısı yapılır. Teslim ol çağrısına karşılık silahla karşılık verirse bölge güvenlik altına alınır, yasada bunlar yazıyor. Yasaya göre böyle yapılır. Buna rağmen ısrar ederse öncelikli olarak sağ yakalamak için operasyon yapılır. Sivil halkı tehlikeye atmayacak şekilde gerektiğinde etkisiz hale getirilir.

Burada gördüğünüz siyasetçilerin hepsi barış için mücadele etmişlerdir

İç hukuk böyle söyler. Ne yapılıyor? İHA ve SİHA ile infaz yapılırken F-16 ile bombalarla öldürülürken teslim ol çağrısı mı yapılıyor? Yok! Doğrudan Cenevre Sözleşmesi’ne tabiidir. Soylu, sen bunu bilmiyor musun? Bunun adı savaş hukukudur. Savaş hukukuna uyulması lazım. Herkesin uyması lazım savaş hukuku budur işte. Biz savaşa kökünden karşıyız, bu çatışmalar oluyorsa bunun adı savaştır ve herkes bu hukuka uymalıdır. En onurlu görevimiz savaşa son vermektir, çatışmaları bitirmektir. Türkiye’de birlikte huzur içinde yaşayabileceğimiz koşulları oluşturmaktır birinci görevimiz. Burada gördüğünüz siyasetçilerin hepsi barış için mücadele etmişlerdir. 

Siz savaş kararı alırken evlatlarınız mı Xakurk’ta Zap’ta nöbet tutuyor?

Bugün milletvekillerimizi suçlayanlar bu ülkede barış olsun diye bir dakikalarını harcadılar mı? Tırnaklarını bile feda etmediler. İYİ Parti, MHP, AKP milletvekilleri ki bir kısmını tenzih ediyorum. Çoğu büyük işadamı. Büyük yatırımları var. Lüks çiftliklerde oturuyorlar. Lüks arabalarının haddi hesabı yok. Siz savaş kararı alırken evlatlarınız mı Xakurk’ta Zap’ta nöbet tutuyor? Gönderin bakalım evlatlarınızı. Bir gönderin bakalım evlatlarınızı, gönderin bakalım bu kadar rahat savaş çığırtkanlığı yapabilecek misiniz? Bizim içimiz yanıyor. Ben defalarca söyledim. Dün toprağa verilen 12 asker benim kardeşimdir. Bu ülkenin yoksul halkının evlatlarıdır. Keşke barışı sağlayabilsek, onlar yaşayabilselerdi. Sorumluluk bizdedir. Biz ahlaken kendimizi sorumlu görüyoruz. Kabul etmiyoruz bunu.

Sorumlu DEM Parti değil, sizsiniz

Şu salonda olanlar parlamentoda olan temsilcilerimiz barış için ne yapılması gerekiyorsa hazırdırlar. Ağzını açan katliamdan, son terörist kalıncaya kadardan bahsediyor. 50 yıldır sürüyor bu teraneler, 50 sene oldu bu teraneler 50 sene. Bir şehit yakını dün ‘yeter’ diye bağırıyordu. Haklı yeter artık kimi kandırıyor bunlar. Hem bu gençlerin yaşamının sorumlusu olacaklar hem de pişkince dönüp DEM Parti’yi suçlayacaklar. Sorumlu sizsiniz, operasyonlara gönderen sizsiniz. Dem Parti günlerdir ne öneriyor? 20 yaşındaki çocukları dağa gönderip öldürmeye göndermeyin diyor DEM Parti. Kolay basit bir yolu var, maliyeti en düşük en onurlu yolu var diyor, meydanlarda yürüyüş yapıyor. Ama polis gazlıyor, copluyor, tutukluyor. 

DEM Parti ‘tecridi kaldırın, Öcalan ile görüşülsün’ diyor, bunun neyi yasaya aykırı?

Dün DEM Parti Gençlik Meclisi üyelerinin gözaltına alınmasını hatırlata Demirtaş, “DEM Parti ‘askerleri ölüme göndereceğinize gelin tecridi kaldırın, Abdullah Öcalan ile görüşülsün’ diyor. Bunun neyi onur kırıcı? Neyi yasaya aykırı? Neyi gayrı meşru? Buna kulak verip bunlar ne diyor dinleyelim demek yerine bunu söyleyen terörist, katil. Meclis’te oturup trilyonluk ihaleleri götürüp akşam eğlencede mikrofonu uzatınca da milliyetçi öyle mi? Hadi oradan! Bizi burada yargılayan zihniyete de sesleniyorum. Asıl savaşın sorumlusu sizsiniz, dün toprağa verilen 12 evladın sorumlusu sizsiniz. Biz değiliz, partimiz değil, siyasetimiz değil, biz barış siyasetçileriyiz. Barış nasıl olacakmış efendim, teslim olunacakmış! Teslimiyetin adı ne zamandan beri barış oldu. Teslimiyet teslimiyettir. Biz teslim olacakmışız! Neye? Türk’ün resmi ideolojisine. ‘Hepimiz Türk’üz, anadilimiz Türkçe’dir’ deyince sorun çözülecekmiş. Diyelim onların bahsettiği barışı biz de teklif edelim. Teklif ediyorum; İYİ Parti, AKP, MHP liderlerine ben de onların teklif ettiği şeyi teklif ediyorum. ‘Kürdüm’ deyin bu mesele çözülsün. Böyle olur mu? Böyle bir onursuzluk kabul edilebilir mi? Onurlu barış dediğimiz Türkün, Kürdün, Alevinin, sünninin özgürce yaşadığı barış ortamıdır.

7 yıldır hapisteyiz halen barış diyoruz

Karmaşık bir olay değil evet 50 yıldır kan dökülüyor. Neredeyse 150 yıldır Osmanlı’dan beri devam eden isyanlar var. Araya kan girmiş, öfke var, intikam duyguları var. Bu da bir realite. Fakat bunu kaşımak yerine acıları ortaklaştırmak gerekirken bugün barış diyeni linç eden, barış diyen akademisyeni görevden alan gaz diyen cop diyen bu siyasetle sonuç bu oluyor. Bu acı sonuçlar ortaya çıkıyor. Kimse bizi suçlamasın. Türkiye toplumuna sesleniyorum, zerre kadar ahlaki değeri olanlara sesleniyorum. Aydın’da Manisa’da konuşma yaparken suçlandığım şeylere cevaben de söylüyorum; biz birlikte yaşayalım diye uğraştık. Silahlar sussun diye uğraştık bu ülkede kan akmasın diye uğraştık. 7 yıldır bunun için burada hapisteyiz, halen barış diyoruz. Arkadaşlarımızın annesi babası kardeşi vefat etti, taziyelerine 1 saat gitti geldiler, acılarını hücrede yaşadılar. Pandemide bizi ölüme terk ettiniz. Depremin acısını burada yaşadık. Bunların hepsini siz yaptınız. Ailelerimiz kaza geçirdiler benim annem sakat kaldı. Benim annem sakat şu anda, tekerlekli sandalyede, buraya gelemiyor. Cezaevi yollarında kaç aile kaza geçirdi? Neler yaşatmadınız ki bize? Ne diyoruz 7 sene sonunda söz alan her arkadaşımız gibi barış diyoruz. Dalga mı geçiyorsunuz, bunu diyenler terörist ezeceğiz bitireceğiz diyenler vatansever? Böyle bir iki yüzlülüğü kabul etmiyoruz. Savunmalarımda altını çizeceğim tüm konuşmalar yıllarca bunu savunduk, Partim adına bunu savunmuşuz. Çözümü savunmuşuz. 

Bize hakim taklidi yapmaya devam ediyorsunuz

İleri sürdüğünüz suçun infazından daha fazla bizi cezaevinde tuttunuz. Daha yargılama bitmeden bizim örgüt üyesi olduğumuza karar verdiniz. Burada cezaevinde duyuyorum, kimse ile temasımıza izin verilmiyor ama duyuyoruz. Cemaatten yargılayıp 6 yıl üç ay verdiğiniz örgüt üyeliğinden kişiler 2 yıl önce cezalarını bitirdiler tahliye oldular. Örgüt üyeliğinden hükümlerini bitirdiler, biz 7 yıldır tutukluyuz. Buradakilerin hepsini daha siz yargılama başlarken örgüt üyesi olarak kabul ettiniz. Şu an bize örgüt üyeliği cezası vermeniz lazım ki yattığımız karşılansın. Bizi yargılamadan önce fiilen uygulamanızla bizi örgüt üyesi ilan ettiniz. Bu sizin kesinlikle oyunuzu açıklamanız demektir, bu önyargıya işaret eden en somut delildir. 7 yıl tutukluluk; yasada bile 7 yılı aşamaz diyor. Gültan Hanım, Sebahat Hanım için ‘birleşen dosya’ dediniz. Birleşmiş dosyayı tek dosya yapın, basit hukuktan bahsediyorum. Ama yasanın açık hükmüne rağmen 7 yıllık tutukluluk rahatlıkla aştınız. Bize hakim taklidi yapmaya devam ediyorsunuz, bunu kabul etmiyoruz. Ve bu 7 yılda binlerce hukuksuzluğa imza attınız. Bunların toplumsal sonuçlarını da anlatacağım. Siz güya bizi cezalandırırken sebep olduğunuz toplumsal felaketi anlatacağım. 

Açıklayacağınız karar ne olursa olsun tarihin vicdanında yok hükmündedir

Bu süre zarfında kumpasta imzası olan AYM üyesi dahil yargıdaki tüm cübbelilerle tüm insani değerleri çiğnediniz. Dosyaya sahte delil koyarak bizim suçsuz olduğumuzu bilerek yalancı tanık ekleye ekleye kasten yaptınız. Her gün bu salondan çıkıp çocuklarınıza sarılırken ne düşündünüz bilmiyorum. Ancak bu kötülükleri yapabilecek kadar insani değerlerden uzaklaşmaktan içiniz rahat mı? Sadece bunu meydanlarda bizi suçlayanlar, idam sloganları atanlar, insanlıktan nasibini almamış vicdansızlardır. Bize gelince 7 yıldır vicdanınız rahat, suçsuzluğumuzdan emin bir şekilde en yüksek ahlaki değerleri onuru temsil etmeye devam ediyoruz. Yaptıklarınız bizi yüceltti. Artık davanın kumpasın karar aşamasındayız, kararı açıklamak için sabırsızlandığınızı biliyoruz ancak açıklayacağınız karar ne olursa olsun bizim halkımızın tarihin vicdanında yok hükmündedir. Bu irade savaşında bize boyun eğdiremediniz. Siz kötülükle kararmış kalpleriniz ile baş başa kalırken biz halkımızın vicdanında aklanarak hatırlandık hatırlanıyoruz. 

Vasiyetimdir; Karar açıkladığında halaylarla coşkularla karşılamalısınız

“Vereceğiniz kararı yüzüme okumanıza fırsat vermeyeceğim” diyen Demirtaş, sözlerini şöyle sürdürdü: “Kararı kendi kendinize okuyacaksınız. Eşime aileme kızlarıma tüm halkıma vasiyetimdir: Karar açıkladığında halaylarla, coşkularla karşılamalısınız kararı çünkü biz burada öyle karşılayacağız. Bundan taviz verip onursuzca yaşamaktansa ölmeyi tercih ederiz. Zorlu biz mücadeleyi eksikliklerimiz ile sürdürmeye çalıştık. Bu süre zarfında elbette eksiklerimiz hatalarımız oldu. Tüm gücümüzü kullanmamıza rağmen istediğimiz başarıyı henüz sağlamış değiliz. Kendi adıma bundan dolayı tüm halkımızdan özür diliyoruz. Karamsarlığa sebep olduğumuz tüm halkımızdan özür diliyoruz. 

Bundan sonraki süreçte Partimiz DEM Parti’nin öncülüğünde daha fazla çalışıp mutlaka başaracağımıza inanıyorum. Şunun da bilinmesini isterim; burada sabırla büyütülmüş siyasi mücadelenin sonuçları çok başka olabilirdi. Ancak her şey bizim elimizde değildi. Küresel ve bölgesel güçlerin içerideki karanlık güçlerin oyunları bu sonuçlar üzerinde etkili oldu. Bunun önüne geçmeye gücümüz yetmedi. Elbette pes etmedik, sadece tökezledik, hızla toparlandık ve yürüyüşümüze devam ettik. Bu vesileyle DEM Parti’ye başarılar diliyorum, arkadaşların yolu açık olsun. Eş Genel Başkanlarımız Tuncer Bakırhan ve Tülay Hatimoğulları’na başarılar diliyorum. Aynı duygularla Selçuk Mızraklı’nın selamlarını iletmeyi borç biliyorum. 

Ben Kürdüm, anavatanım Kürdistan’dır kimse bu değerleri yargılayamaz

Ben bugün bunları aynen savunuyoruz. Yargılanmamızın ana nedeni Kürt siyasetçiler olmamızdır. Kürt olmayanların da Kürtlere dayanışma göstermesidir. Türk devleti ırkçı ve milliyetçi amaçlarla sırf Kürt olduğumuz için yargılanıyoruz. Türk ırkçı ideoloji ve tezlerine boyun eğmediğimiz için yargılanıyoruz. Kürdistan bizim anavatanımızdır Kürdistan’ı işgal edemezsiniz, yok edemezsiniz dediğimiz için yargılanıyoruz. Bu salonda bizim şahsımızda Kürt ve Kürdistan gerçeği mahkum edilmek isteniyor. Bunun dışındaki siyasi amaçları referandum ve seçimleri kazanmak tek adam rejimini meşrulaştırmak için bizi hapiste tutmaktır. Ben Kürdüm anavatanım Kürdistan’dır her iki kimliğim onurdur, kimse bu değerleri yargılayamaz. 

Kürt sorununa çözüm müzakeredir

Hukuki açıdan milyonlarca belge için söylenebilecek tek bir kelime vardır: Evet bu davadaki hukuki açıdan söylenebilecek tek şey şudur bu dava çöptür. Savunmam boyunca bu davanın siyasi olduğunu ve davanın çöp olduğunu ispatlayacağım. Ayrıca savunmam boyunca Kürt sorununun nasıl çözülebileceğini ve mutlaka çözülmesi gerektiğini de anlatacağım. Çünkü bu doğrultudaki faaliyetlerimiz de yargılama konusu. Kürt sorunu kısaca tanımlayıp çözüm önerilerimi sunmak istiyorum daha sonra bunları uzun açacağız. Kürt halkının, anavatanı olan Kürdistan’da diğer halklar gibi kendi dili kimliği ile yaşama hakkı vardır. Bu hakkın silah, imha, inkar yoluyla elinden alınmış olması, bunun adı Kürt sorunudur. Bu sorun nasıl çözülür bizim önerdiğimiz yöntem müzakeredir. 

Sayın Öcalan’ın çözüm için önemli rolü oldu

Yeni bir Anayasa ile Kürtlerin tüm haklarının garanti altına alınması gerekiyor. Kürt halkının tüm hakları gözetilerek İmralı’da hukuksuzca tecrit altında tutulan Öcalan müzakerenin tarafıdır. Silahların terk edilmesinin yolunun Sayın Öcalan ile müzakereye bağlı olduğu devletin de bir çok defa hakkını teslim ettiği bir hakikattir. Sayın Öcalan çözüm için önemli rolü olmuş bundan sonra da olacağına inandığım bir hakikattir. Kürtlerin politik taleplerini temsil eden parti meşru muhataptır, en etkili aktördür. Bu vesileyle Kürt sorununda demokratik çözümün inşa edilmesi için  İmralı’daki tecride son verilmesi gerekmektedir. Açlık grevi yapanları da selamlıyorum. 

DEM Parti’yi kabul etmeyen kim varsa ben de onları tanımıyorum

Ayrıca Kürt sorununa dair demokratik çözüm perspektifine sahip tüm Kürt siyasi partileri çözümde taraftır muhataptır. Sorunun açıkça şeffafça tartışılacağı ve çözüleceği yer parlamentodur. Tüm partiler Kürt sorunun çözümünde taraftır. Bu gerekçelerle TC devletinin son Kürt isyanını barış içinde sonlandırmak için Sayın Öcalan ile görüşmesini destekliyor, savunuyorum. DEM Parti’nin halkı temsil etme hakkını ve meşru muhataplığını savunuyorum. DEM Parti’yi kabul etmeyen kim varsa ben de onları tanımıyorum. Benim irademi, halkı temsil hakkımı tanımayanı ben de tanımıyorum. Benim iradem bana aittir. Bizim de Kürt sorununun çözümü konusunda sunabileceğimiz ciddi katkılar vardır. Bunun için elimizden geleni yapmaya hazırız, elimizden geldiğince bunu yaparız, amacımız bir arada eşitçe yaşamaktır. Buna saygı duyulması da uğruna mücadele ettiğimiz radikal demokrasinin vazgeçilmezidir. Beni yok saymaya, yok etmeye, yalan kumpaslarla tasfiye etmeye çalışanlara şunu söylüyorum; ben demokrasi ve barışı savunan herkesin dostuyum ve yanındayım. Bunu kabul etmeyen hiç kimseyi tanımayacağımı açıkça ilan ediyorum. Savunmamın tamamını halka hitaben yapıyorum çünkü karşımızda tarafsız bağımsız bir yargılama heyeti yok. Maalesef bu yok, keşke bu olsaydı, hukuk yargılasaydı, gereğini yerine getirseydiniz. 

Soruşturma açmayı bile kabul etmemeniz gereken bir dosyada siz 7 yıl kesintisiz tutuklu yargıladınız

Nasıl yürüyor işler? MİT’in sarayın talimatıyla İçişleri Bakanlığı eliyle hazırlanan dosya sizin önünüzde bir ceza dosyası olarak duruyor. Siz şunu yapsaydınız; “böyle bir dava, yargılama, suçlama olmaz bu açık kumpasa alet olmayız” deseydiniz, Türkiye’de tarihin gidişatını değiştirirdiniz. Zerre kadar hukuk değerlerine, etik değerlerine sahip çıksaydınız iki tane protesto çağrısı tweetinden ve siyasi içerikli konuşmalardan  dolayı, ‘bir partinin eş genel başkanlarını, milletvekillerini, MYK üyelerini 37 kez ağırlaştırılmış müebbet ve binlerce yıla varan hapis cezası ile yargılamayı hakaret sayarız’ deseydiniz, Türkiye’nin kaderini değiştirirdiniz. Bırakın iddianame hazırlamayı, soruşturma açmayı bile kabul etmemeniz gereken bir dosyada siz 7 yıl kesintisiz tutuklu yargıladınız. Talimatların nasıl geldiğini bilmiyoruz ama televizyonlardan mitinglerden açık açık yapıldığını gördük. Bir emsal var. Yakın zamanda gerçekleşti. Can Atalay Yargıtay AYM krizinde gerçekleşti. Neydi? Bir tane Cumhurbaşkanı başdanışmanı eski Prof. Dr İzzet Özgenç “sayın cumhurbaşkanı değerli ağabeyim” diye kaleme aldığı mektubu ve bilgi notunu kamuoyu ile paylaştı. Biz böylece bu tür davalara nasıl müdahale edildiğini de  Prof. Dr. İzzet Özgenç’in mektubundan öğrenmiş olduk.”

Hayati Yazıcı, Efkan Ala’nın Yargıtay kararını geri aldırma gücünden bahsediyor

Demirtaş, savunmasını şu sözlerle sürdürdü: “Ne demiş İzzet Özgenç? Yıkama yağlama kısımlarını atlıyorum. AYM yetkileri Yargıtay’ın yetkileri ne yapılması gerektiğini cumhurbaşkanlığına anlatmış fakat bilgi notu ilginç. Diyor ki; ‘Can Atalay 14 Mayıs tarihinde milletvekili seçilmiştir, bu süreçte Yargıtay ilgilileri ile görüşerek milletvekili seçilmesi halinde bir dokunulmazlık tartışması yaşanacağından bahisle bu kişi hakkında verilen mahkumiyetin, temyiz hükmünün bir an evvel gerçekleşmesi için görüş alışverişinde bulundum. Cumhurbaşkanı başdanışmanı, ‘Yargıtay ile görüştüm, temyiz hükmünün tamamlanmasını istedim’ diyor. Kendisi yazmış iddia değil, halen basında duruyor. ‘Yargıtay beni dinlemedi’ diyor. ‘Hükmünü hemen onaylamadı, o da milletvekili seçildi.’ Mealen anlatıyorum. Bu Yargıtay postunda oturan adam diyor, ona takmış, başka şeyler düşündü, dikkate almadı ve bu krize sürükledi. 

Bakın Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi kim? Bizim dosyamızın önüne gideceği, dosyamızı inceleyecek daire. Şimdi bu 3’üncü daire ile cumhurbaşkanı başdanışmanı rahatlıkla görüşme yapıyor. Yargıtay dosyayı oraya göndermiş. Sonra aynı günün akşamı Sayın Efkan Ala ve Hayati Yazıcı ile bir araya gelerek ‘durum değerlendirmesi yaptık’ diyor. Yazıcı ve Ala dosyanın avukatları mı? İktidar partisinin genel başkan yardımcıları. Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Yargıtay’ın verdiği Can Atalay kararını bir partinin iki genel başkan yardımcısı ile bir araya gelip değerlendirdik diyor. Sonra diyor; ‘şöyle bir intiba uyandı; bu kararın dairenin kendi insiyatifi ile verilmiş bir karar olamayacağını ifade ettim. Yargıtay başkanı tarafından inisiyatif konularak bu kararın geri alınmasının sağlanmasını kendilerine izah ettim.’ Kime? Hayati Yazıcı ve Efkan Ala’ya. 

Hayati Yazıcı, Efkan Ala’nın Yargıtay kararını geri aldırma gücünden bahsediyor. Bu arada ‘Sayın Cemil Çiçek ile görüştüm’ diyor. Düşüncelerimi kendisine arz ettim. Sonra diyor Numan Kurtulmuş’a gönderdim bu notları, ‘düşürme’ dedim milletvekilliğini. Mehmet Uçum’dan da bahsediyor. Burada da bizim Memo’yu kastediyor Mehmet Uçum. Kendisi hukukçu değil kendi aramızda öyle diyoruz. Saçmalıkla malul bir açıklama yapmış. ‘Yargıtay Başkanının başkanlık görevlerini yerine getirmemiştir, AYM’yi töhmet altında bırakan açıklamalar yapmıştır’ diyor. 

Mehmet Uçum ve Yargıtay Başkanı bilgisi dahilinde Yargıtay 3’üncü Dairesi, AYM kararını tanımama kararını vermiştir. İnsanın tüylerinin diken diken olması gerekiyor normal bir ülkede. Fakat Türkiye’de normal çok kişinin haberi bile olmadı bundan. Ve ‘Yargıtay başkanlığı postuna oturan kişi bilimsel içeriği olduğuna bakılmaksızın muhabbet duyduğu kişilerin protokol dışı davetlerine intikal etmezken Hukuk bilimi alanında düzenlenen toplantılara yargıtay üyelerinin katılmasına müsaade etmemiştir’ diyor. Yani Yargıtay postuna oturan kişi menzil cemaatinin toplantılarına katılırken Yargıtay üyelerinin bilimsel toplantılara katılmasını yasaklamıştır’ diyor. ‘Önümüzdeki aylarda yapılacak Yargıtay Başkanlığı seçimlerinde yeniden aday olmayı planlayan bu kişi siyasi içerikli de olsa bu toplantılara katılmaktan geri durmamaktadır’ diyor. Sonra uyarıyor ve ‘geçmişte Genelkurmay Başkanı’nı terör örgütü lideri olarak içeri attı devlet diyor bunlara dikkat edin’ diyor. Bu karar Yargıtay üyelerinin kendilerinden menkul olarak verdiği bir karar değil. Yargıtay 3’üncü dairesinin talimatlandırılarak bu kararı aldığını ve bunu bildiğini bunu da Cumhurbaşkanlığı’na bildirdiğini söyledi.  Şimdi, normalde bu belgeden sonra yargılamanın bitmesi hepimizin evlerine dağılması lazım. ‘Artık bu saatten sonra yargılama yapamayız. Zaten şaibeli bir heyettik. Yargıtay Dairesi de resmen siyasallaşmış bir kurum haline geldi. O nedenle biz ne karar verirsek verelim Yargıtay 3’üncü Dairesi sizi artık tarafsız yargılamayacak’. Çünkü Yargıtay 3’üncü Dairesi ile Efkan Ala, Hayati Yazıcı ve Cemil Çiçek ile rahatlıkla görüşebiliyor ve ‘şunu yap bunu yap’ diyebiliyor. Yargıtay 3’üncü Dairesi ve AYM üyeleri ile rahatlıkla görüşen bir zevat sizin gibi bir ACM heyetiyle görüştü mü acaba? Yok canım. Koskoca ACM üyeleri. Bunlar ufak tefek yargıtay üyeleridir. Her halde öyle size talimat vermeleri mümkün değil. ‘Siz ACM üyeleri misiniz’ diyelim? Yoksa çok özür dileyerek, kişiliğinizi tenzih ederek bu heyeti zurnanın son deliği olarak bile görmeyen bir iktidara karşı siz direnebilecek misiniz?

Direnebilecek idiyseniz bugüne kadar hukuksuzlukları ortadan kaldırmanız lazım. Diyor ki ‘Yargıtay postuna giren adam yeniden seçilmek için cemaatin toplantılarına katılıyor. Mesela beni ve Figen başkanı tutuklayan suç-ceza hakimi işi bitince Yargıtay üyesi yapıldı. Arada Asliye hakimi, Ağır Ceza Üyeliği, İstinaf Üyeliği ve başkanlığı, sonra da  Yargıtay’a  doğrudan atadılar. Sulh Ceza Yargıtay üyeliği neden? Çünkü Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş’ı tutuklayan milli kahraman.

Size cumhurbaşkanlığı vaat edilmiş olmalı

Yüksel Kocaman ne yapıldı? Yargıtay Cumhuriyet Savcısı yapıldı. İrfan Fidan ne yapıldı? Hızla Yargıtay üyesi. Daha bir dosyanın kapağını açmadı, Yargıtay’da sıfır deneyimi var. Bizzat Yargıtay üyeleri tarafından Anayasa Mahkemesi üyesi seçildi.  Neden çünkü İrfan Fidan da İstanbul’daki bütün kumpas dosyalarının başsavcısıydı. Size ne teklif edildi bilmiyoruz ama şüpheleniyoruz. Siz de bu kadar hukuksuzluğu cesaretle yaptığınıza göre gerçekten bir şey vaat edilmiş olmalı. Size cumhurbaşkanlığı vaat edilmiş olmalı, bu kadar hukuksuzluğu bu kadar ciddi suçu işlemeniz için yargıtay üyeliğini kabul etmemelisiniz. Bu dosya ağır dosya direkt cumhurbaşkanı olmalısınız. Bu dosya öyle bir dosya. Hakkınızı yedirmeyin.

Akın Gürlek bana TC tarihinin en yüksek propaganda cezasını verdi. Kemiksiz 4 yıl 8 ay. Niye 4 yıl 8 ay? Hesaplıyorsun Temmuz 2024 yılına geliyor. O zamana kadar siyasi yasaklı olacağım. Neden 5 yıl değil? 5 yıl olsa Yargıtay’a gidecek. İstinafta kesinleşsin diye 4 yıl 8 ay. Başka kime 4 yıl 8 ay verdi? Canan Kaftancıoğlu, Sırrı Süreyya Önder. Mobil ağır ceza reisi. Avukatlar artık işin trajikomik yanını yapıyorlar. Bunu da mahkeme mahkeme gezdirip ‘şuna ceza ver, buna ceza ver’. Peki bu hukuksuzluklara imza atan bu nezih hukukçu kardeşimiz ne oldu? Önce Adalet Bakan yardımcısı sonra HSK başkanvekili oldu. Bütün yargı ona bağlı. Bir iddiayı söylemek istiyorum. Kesin yalan diyebileceğim bilgiler de var. Mesela Edirne’deki bir avukat arkadaşımız, ‘o cemaatçi olan mı? Biz 15 Temmuz sonrası nerede tutuklandı diye merak ettik’ dedi. HSK başkan vekili oldu. ‘İftira atma dedim’ kendisini uyardım. ‘Öyle olur mu’ dedim. Böyle bir iddiamız olamaz. Bunu asla kabul etmiyorum demek ki iyi ki hukukçu ki oraya gelmiş! Kimler bizi yargılıyor? Kimler istiyor ki biz süt dökmüş kedi gibi davranalım. Çok istiyorsunuz biliyorum ama olmuyor, içimizden gelmiyor. Mesela cübbelerinizi çıkarın sizinle kıran kırana siyasi tartışma yapalım bu saygılı olur. AKP’yi mi MHP’yi savunuyorsunuz biz partili değiliz Türkiye’yi savunuyoruz diyor musunuz? Buna saygı duyarız. Bizim cübbemiz yok sizin var. Dolayısıyla tartışma hukuk zemininde yürüyormuş görüntüsünü kabul etmiyoruz. 

Nazi Almanya’sında örgütlü kötülüğün parçası olan yargı mensupları vicdanlarını kaybetti

Nazi Almanya’sında örgütlü kötülük ve kötülüğün parçası olan bütün yargı mensupları aynı zamanda vicdanlarını kaybettiler. Ama düşmanına saygı duyarsın. Cenazeler kurda kuşa yem olmasın diye ateşkes ilan edilirdi. Ortaçağdan bahsediyorum sene 2023 insani taleplere yanıt verir. İnsanın cezaevinde kardeşinin annesini yitirdiğini nasıldır? Allah hiçbirinize göstermesin diyelim. Şu kadar bir hücrede sıfır iletişiminiz varken herhangi bir yakınınıza sarılma hakkınız sıfır iken bu arkadaşlarımız bu acıları yaşadılar ve suçsuzdular. O zaman bile tahliye etmediniz, Figen Başkan en son 7 yıldır tutukluydu yakınını kaybettiğinde. Diyemediniz düşmanlık bir yana burada bir insani trajedi var. Gültan Başkanımız, Figen Başkanımız jandarmalar eşliğinde 1 saat gidip yeniden aynı hücreye geri döndüler. Eğer, ‘efendim binlerce sivilimizin katili’ filan diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Onların katilleri Meclis’te. Görebilseniz orada. 

Biz kimseye kötülük yapmadık ama siz yaptınız

Hepimizin servetini sayarsanız cebimizdeki paradan malınıza, mülkünüze hepimizinkini toplasanız bir tane AKP milletvekilinin servetinin yüzde biri yoktur. Ya da İyi Partili, MHP’li. Biz böyle insanlarız. 3ü büyükşehir 10’u il belediyesi olmak üzere 102 belediyenin eş başkanlığını yaptık. Sebahat Tuncel’in evi yok, Gültan başkan krediyle aldı. Ben krediyle aldım. Tek bir yakınımız belediyelerimizden ihale almadı alamaz da. Biz öyle siyasetçileriz. Bize yapılan bu zulmü acıları vicdanen hissetmeniz lazım. Biz iyi insanlardık, insan kendini övmez, ama biz iyi insanlarız. Kimseye kötülük yapmadık ama siz yaptınız. Benim annem babam cezaevine 100 metre kala kaza geçidi. Ölümden döndüler, günlerce hastanede kaldılar, sakat yattılar, 10 dakika telefonla görüşme hakkı verdiler. Hala sakatlar. Edirne’ye koymasaydılar beni Ankara’ya koysalardı bu yolları çekmek zorunda kalmazdık. Ama ne yaptınız Osmanlı geleneği Kürt beylerini Girit’e, Sino’ya, Orta Anadolu yaylalarına, Edirne’ye, İmralı’ya sürdüler. Şimdi de Edirne’ye Kandıra’ya sürüyorlar. Edirne bir sürgün yeri, cezaevi değil. Bize verilen, ‘Kürtleri sürgüne göndeririz’ mesajıdır. Çünkü burada sadece cezaevinde yatmıyoruz, sürgündeyiz aynı zamanda. 

Bu ülkenin pek çok şeyi gibi milliyetçiliği ve dindarlığı çakmadır

Sizler Türkiye’de tek adam rejiminin inşasına bu dava vesilesiyle harç taşıdınız. Bunu da severek bilerek isteyerek yaptınız. Size kimse bir şey dayatmadı, 19’uncu Ağır Ceza ve 22. Ağır Ceza da dahil olmak üzere hepiniz yeni bir suç yaratmanın katkısını coşkusunu yaşadınız. Ne yaptınız ülkenin ekonomik krize sürüklenmesine, yolsuzluğun, talanın normalleşmesine zemin sundunuz. Bir halkın moral ve ahlaki değerlerinin çökmesine neden oldunuz. İşin tuhafı ise bunu islamcı ve milliyetçileri yaptılar. Bu ülkenin pek çok şeyi gibi milliyetçiliği ve dindarlığı çakmadır. Fakat Türkiye’nin milliyetçiliği ‘bir Türk dünyaya bedeldir’ diye ahkam keserken öte yandan kendi milletini ahlaken ve bütün değerleriyle çöktürüyorlar. Kürt düşmanlığı gözlerini öylesine karatmış ki kendilerinden olmayana düşmanlık öylesine karartmış ki Türk milletini de perişan etmekten çekinmiyorlar. 

Uyuşturucunun 12 yaşa kadar inmesi, milliyetçinin umurunda olmadığı gibi bunun keyfini sürüyor

Yunanlılar bin euroya Türkiye’ye geliyor, yiyor, içiyor, geziyor. Edirneli Türk vatandaş ne yapıyor o 1000 Euro’dan yararlanmak için Yunanlı turistin peşinden koşuyor. Türkiyeli milliyetçiler yaptıkları kepazelikten zerre kadar utanmayacak durumdadır. Sırf Kürdü hapiste tutmak için hukuksuzluğa yol verirken vatan millet uğruna caka satan Türk milliyetçisi Edirne’de Yunan’dan 10 euro kazanmak için gecesini gündüzüne katan esnaftan utanmıyor. Fuhuşun uyuşturucunun 12 yaşa kadar inmesi, fındığının ürünlerinin talan edilmesi milliyetçinin umurunda olmadığı gibi bunun keyfini sürüyor. Yeter ki Kürt hapiste kalsın. Gerisi önemli değil. Türk’ün, milliyetçilerin devleti güya töreleridir ama devleti soyanlarla işbirliği yapmaktan, mafyayı devlet korumasına almaktan gurur duyan bir Türk milliyetçisi için önemli olan Kürdün hapiste olmasıdır, gerisi teferruattır. Dünyanın hiçbir milletinin milliyetçisi kendi miletine bu kadar kötülük yapmamıştır düşmanlık yapmamıştır. Çünkü Türk milliyetçiliği sentetiktir köksüzdür. Birazdan hepsini tek tek anlatacağım. Şüphesiz vatanını temiz bir şekilde seven Türk milliyetçileri vardır. 

Fatih Terim fonundan milyon dolar kazananlar, bizim hapiste olmamızı alkışlıyorlar

Bu davadan herkesi mağdur ettiler, bu davanın en az zararı en az mağdur olanları biziz. Bu davayı sürdürebilmek için Türk milliyetçileri 10 milyonlarca insanı açlığa, fuhuşa, yoksulluğa sürdüler. Yetişmiş gençleri yurt dışına sürdüler. Genç kadınlar kolay para kazanmak için sosyal medyada bedenlerini pazarlamaya, bedenlerini sunmaya başladılar. Sosyal medya fenomenleri güzellik merkezleri ve Fatih Terim fonları ile dünyanın bütün kara paralarını aklayarak zenginleştiler. Dikkat edin Fatih Terim fonuna para yatıranların tamamı Türk milliyetçileridir. Kameraların önünde Türk milletinin asaletinden, reisin büyüklüğünden dem vuranların hepsi kendi milletinin, kendi para biriminin zararına yol açacak ne kadar tefecilik varsa yapmışlar. Reisleri ‘faiz haramdır’ nas var derken elleri patlayıncaya kadar alkışlayanlar paralarını faize yatırmaktan zerre kadar utanmıyorlar. Çünkü çakma milliyetçidirler. Çakma islamıcıdırlar. Fatih Terim fonundan milyon dolar kazananlar, kara para aklayanlar, mafyatik karikatürler yolsuzlukla rüşvetle zengin olanlar bizim hapiste olmamızı alkışlıyorlar. Neden? Çünkü bu düzen devam etmeli ki servetlerine servet elde etsinler çünkü bu ülkenin taşını toprağını Katarlı’ya satabilmek için. 

Türk milliyetçisinin beka dediği işte budur, kirli servetlerinin bekasıdır. Mafya bozuntusu uyuşturucu satıcısı bir katilin Türk polisine hakaret etmesi Türk milliyetçilerinin umurunda değildir. Bilakis mafya bozuntularına eskortluk yapmaları için görevlendirilir Türk polisi. Bu görevlendirmeyi yapanlar zerre kadar utanmaz bunlardın zoruna gitmez yeter ki kürt hapiste kalmaya devam etsin belediyelerine kayyum atansın. İşte heyetiniz buna sebep olmuştur. Aldığınız hukuk dışı kararlarla bir toplumu bir devleti çökerttiniz. Eserinizle gurur duyabilirsiniz Yalnız bir zahmet bizi devlet, hükümeti, Anayasa’yı ortadan kaldırmakla suçlamayın çünkü onu bizzat siz yaptınız. Ortada bir devlet kalmadı, ortada bizim kaldıracağımız bir Anayasal düzen kalmadı ki. Bir milleti ahlaken çöküşe götürdünüz. 

Kürdistan deyince tüyler diken diken oluyor

Nedir peki bizi bu davada yargılayan Türk milliyetçiliğinin, resmi Türkçülük tezinin temellleri?

Niye biz Kürt deyince, Kürdistan deyince tüyler diken diken oluyor. Mesela Türkistan desen tüyler diken diken olur mu? Yok. Türk, Türkmen, Öztürk kimseyi rahatsız ediyor mu ama Kürt Kürdistan deyince tüyler diken diken oluyor. Niye? Türkiye-İran sınırı resmi olarak Kürdistan eyaletine komşudur. Kürdistan eyaleti Kürdistan’ın resmi komşusudur. Habur’dan öte yanı da Irak Anayasası’na göre Kürdistan Federe Bölgesi’dir. Bunları duyunca da tüyler diken diken oluyor. Cumhuriyet kurulurken yapılan hatalar bugün ortaya çıkan bütün sorunların temelidir. Kurtuluş Savaşı yürütülürken yapılan işbirlikleri esas alınırsa bugün yaşananların önüne geçilebilir. Yargılanmama neden olan açıklamaların çoğu bunlara dair söylediklerimdir.  

Türk aydınları biraz okusun, aydınlansınlar; ihanet eden Şeyh Sait değildir

Osmanlı yıkılırken yeryüzünde özellikle Avrupa Merkezli determinizmin yükselmesi son derece popüler bir siyasi görüş olarak ırka dayalı millet oluşu Türkiye’deki ittihat Terakkicilerin gündemine alındı. Bugün sorgulamıyorum. Nedenini anlatıyorum. Mustafa Kemal Anadolu’ya çıktığında arkasında en diri ve dağılmamış güç Doğu ordularıdır. Mustafa Kemal, Datça’ya, Muğla’ya Edirne’ye gitmez, aklına gitmez. Gittiği yer Erzurumdur.

Yazdığı mektuplar Kürt ve Kürdistan beylerinedir. Mustafa Kemal, ne ‘siz Kürt değilsiniz’ der, ne ‘Kürtçe yoktur’ der. Kürtlerin desteğini arkasına alır. Kurtuluş Savaşı ordularının savaşmadığı tek yer Kürdistan coğrafyasıdır çünkü orada halk savaşmıştır. Antep’te savaşan Karayılan’dır. Ne demiştir peki: ‘Ey kürt beyleri, Kürt şeyhleri…’ Seyit Rıza ile de Şeyh Sait ile de temastadır. ‘Sevgili Kürt şeyhleri, beyleri halifeliği kaldıracağız’ dememiştir. Arkasına aldığı güç laiklik değildir Türkiye Cumhuriyeti değildir, İslam’ın gücüdür. Sözleşmeye ihanet eden Şeyh Sait değildir, Ankara yönetimidir. Yalan söylüyorlar, inkilap tarihi kitaplarını okuyup Prof. olmuşlar, o ezberleri de çocuklara okutuyorlar. Yalan söylüyorlar. Şeyh niye isyan ediyor? Bize söz verdiniz, başardığınızda ilk yaptığınız şey halifeliği kaldırmak. ‘Kürtçeyi yasaklıyorsunuz’ diyor. İhanet eden Şeyh Sait değildir. Şeyh Sait’in İngilizlerle işbirliği yaptığına ilişkin tek bir bilgi yoktur. Türk aydınları biraz okusunlar aydınlansınlar. Evet bir isyan vardır ama Şeyh Sait bir ihanetçi değildir. Beni seven varsa bilsinler ben Şeyh Sait torunlarındanım. Kürdün sosyalisti de islamcısı da Şeyh Sait’in ne olduğunu bilir. 

Sabiha Gökçen Dersim’i bombalayan uçağı kullanan kişidir

Şeyh Sait’i anmak ‘ihanetmiş’. Peki Topal Osman’ı anmak neymiş? Meral Akşener’e soruyorum? Topal Osman’ın yapmadığı isyan, işlemediği cinayet yok. Mustafa Kemal’e suikast düzenlemekle suçlananlardan biri de Topal Osman. Ortak vatanda yaşıyoruz sen Topal Osman’ı anıyorsun. Bunun neyi kahraman? Orgenaral Mustafa Muğlalı’yı anıyorlar, harp akademisini bitirmiş bir subaydır. Özalp ilçesinde 33 kişiyi 30 temmuz 1943 günü yargılama yapmadan elleri kolları bağlı infaz eden kişidir. Mustafa Muğlalı bunlardan yargılanmış ceza almıştır. Sadece Google’a girin, Mustafa Muğlalı Caddesi var her yerde. Muğlalı’yı bu ülkede anmak, caddeye ismini vermek haklıyken. Ahmet Arif’in 33 kurşun şiiri onlar üzerine yazılmış. Muğlalı’yı anmakta sıkıntı yok ama Şeyh Sait’i anarken kıyamet kopuyor. Mesela Abdullah Alpdoğan her yerde anılabilir, binlerce Dersimli Alevi Kürdü katletmiştir. En meşhurlarını söyleyeyim; Sabiha Gökçen Dersim’i bombalayan uçağı kullanan kişidir. Bunlar anılırken Kürtler sesini çıkarmıyor, kerhen sessiz kalırken, Şeyh Sait derken niye kıyamet kopuyor? Atlamayalım. Nitekim en meşhuru Kenan Evren. Darbecilikten yargılandı. Halen Kenan Evran bulvarı, camisi, sokağı var. Kenan Evren quzulqurtu var yahu adam darbeci. Haydi haydi git evinde konuş diyor 3 kelime süryanice konuşuldu diye. İyi Partili milletvekilleri söylüyor. Bunu söyleyen en zengin vekillerden biridir. Yahu senin atan deden 7 sülalen bu topraklarda yokken Süryaniler bu topraklarda vardı en kadim halkıdır bu topraklarıdır. 

Kurtuluş savaşında halkın dini duygularını kullanarak yanlarına aldılar

”Şunu demiştim en son; İttihat Terakki’nin Cumhuriyet’in kuruluşunda nasıl bir yol izlediğini anlatmaya çalışmıştım. İttihat yöneticileri sosyalizm, faşizm, Müslümanlık arasında gel git yaşıyorlardı. Sağlıklı bir ideolojiye sahip değillerdi. Türkçülüğü de tartışıyorlardı. Rusya’da 17 Ekim Devrimi’nin etkisiyle sosyalizmi de tartışıyorlardı, faşizmi de tartışıyorlardı. Anadolu toprakları 1300 yıl İslam medeniyetiyle yoğrulduğu için Kurtuluş Savaşı öncüleri halkın yanına giderken İslami söylemi bir taktik olarak söylüyorlardı. Bunu inanarak, bilerek yapmadıklarını o dönemli mektuplaşmalardan, telgraflardan anlıyoruz. Neden önce Müslüman halkı yanına alıp sonra Türk Kürt ayrımı yapmaksızın herkesin medeniyetini, kültürünü, inancını yok sayan yeni bir kültür yaratmaya çalışan resmi ideolojiyi dayattılar?

Türk aydınları sosyalizmi de faşizmi de yakından takip ettiler

O dönem Türk aydınları bu tartışmaları yakından izliyorlar. Bir yandan Osmanlı’nın son dönemlerinde dağılmaktan kurtulmak için ‘Türkçülük bir çimento olabilir mi’ diye tartışıyorlar. Bir yandan da gözleri faşizm ve sosyalizmdeydi. Anadolu insanına hangi gömleği giydireceklerine bakıyorlar. Almanya’da faşizm yükselirken İspanya’da, İtalya’da benzer faşist akımlar yükseliyor. Türk ırkçılığını da bu akımlar etkiliyor. Osmanlı’yı bunun üzerinden kurtarmaya çalışan Türk aydınları da var buna karşı çıkanlar da var. Mustafa Kemal öncülüğünde gelişen Kurtuluş Savaşı’nda Müslüman Türk ve Kürtler etkilenmeye çalışılıyor. Müslüman olmayanlar büyük oranda halledilmiş durumda. Bu birliğin sağlanamaması halinde eldekinin de kaybedileceği düşünülüyor. Din üzerinden milliyetçiliği savunan bir kesim var. Kazım Karabekir gibi isimler birleştirici çimentonun din olduğunu savunuyorlardı, Cumhuriyet Halk Fırkası bunları kendi içinde yoğun biçimde tartışıyordu. 1946’da çok partili sisteme geçilirken Adnan Menderes öncülüğünde CHP ikiye ayrıldı, bu yol ayrımı bugüne kadar devam etti. Adnan Menderes ve arkadaşları birleştirici çimentonun din olduğunu savunurken Mustafa Kemal ve arkadaşları laiklik üzerinden bunu da ucube bir biçimde tanımlayarak bu iki hat topluma dayatıldı. O dönem Ermenilerin kurduğu Taşnak Partisi vardı, programları dolayısıyla ileri partiydi. Onlar başarılı olamadılar. Ermenilerin başına gelenlerden sonra bu topraklardan tasfiye oldular. 

Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katledilmesiyle sosyalizm arayışı heba edildi

Mustafa Suphi öncülüğünde bir grup Türk sosyalisti sosyalizmi geliştirmeye çalışıyorlardı. Mustafa Suphi ve arkadaşları gemiyle Karadeniz’de bindirildikleri gemilerinin batırılmasıyla tasfiye edildiler. Türkiye Komünist Parti doğmadan bu girişime ket vuruldu. 1921 anayasası önemlidir burada Türkçülük tanımlanmamıştır. Bugünkü tanımlarla uzaktan yakından alakası olmayan, bugüne kadar yapılan en gerçekçi yasadır. Belki eksikleri vardır ama halka en çok değen anayasadır. Cumhuriyetin kurucu kadroları şuna inanır: ‘Bizim esas alacağımız çizgi modern çizgi olmalıdır. Halkı kandırdık desteğini aldık ve artık devleti modernleştirmemiz lazım’ diye düşündüler. Kurtuluş Savaşı’na destek veren Müslüman halklar arasında da bu durum çatışma yaratıyor. Bunların başında Kürtler gelir.

Misak-ı Milli parçalanmıştır, Kürt bölgeleri Misak-ı Milli dışında kalmıştır

Kürtler Kurtuluş Savaşı’nda yer almışlar, Amasya ve Sivas Kongrelerinde yer almışlar, ülkenin kurtuluşu için canla başla çaba harcamışlar. Bunları tespit olarak söylüyorum, destekliyorum desteklemiyorum ayrı bir meseledir. Halkın mebusları aşağılanmaya başlandılar. Misak-ı Milli parçalanmıştır, bunun içerisinde bütün Kürt bölgesi vardı. Bütün güneydeki Kürt bölgesi Misak-ı Milli’nin içerisindedir. Lozan’da bu başarılamaz, zaten Sykes-Picot Anlaşması ile bu sınırları parçalamışlardır, Güney Kürdistan, Türkiye sınırları dışında kalmıştır. Keşke o gün Kürdistan’ın o bölgeleri Türkiye sınırları içerisinde olsaydı, keşke Türkiye’nin Kürt sorunu olmasaydı. Ama geri dönüp baktığımızda Irak’ta Suriye’de Kürtlere zulüm yapıldı ama hiç olmazsa Kürtler inkar edilmedi. ‘Siz Kürt değilsiniz Arapsınız Farssınız’ demediler. Saddam’ın Baas rejiminin zulmünü gördüler. Misak-ı Milli tamamlanmış olsaydı belki bu sorunları yaşamış olmazdık. Belki okuyamadılar belki barbarlıklarından değil korkularından kaynaklı bizim açımızdan, Kürtler açısından vahim bir hata yaptılar. Kürtleri inkar ettiler, ‘Kürtler var olduğu sürece Kürtçe eğitim yaptıkları sürece ırka dayalı bir millet yaratamayacağız bu da Türkiye’yi bölme tehlikesi ile karşı karşıya bırakacak’ dediler. 

Türk kimliği Osmanlı’da aşağılama sebebidir, o yüzden Türke şanlı bir tarih yaratmaya çalıştılar

Bugün yargılanmamıza kadar süren yaklaşımlar o gün yapılan hatalardır. Milliyetçilik kavramı çıkınca hızla bu kavrama sarıldılar. Türk kimdiri çok tartıştılar. Bunu Türk aydınları yaptılar. 64 bin kişinin kafatası ölçülür, buna Mustafa Kemal bizzat destek verir, Afet İnan’a destek verilir ve bunun üzerinden antropoloji çalışmaları yapar. Bu süre zarfında Kürtçe yasaklanmıştır, Kürtçe eğitim yasaklanmıştır. Kürtçe eğitim vardı, medreselerde Kürtçe eğitim yapılırdı. Medreselerde yetişen bir sürü Kürt alimi vardır onlar orada eğitim görmüştür. bu topraklarda Türkçeden önce Kürtçe eğitim yapılmıştır. Yusuf Akçura, Afet İnan gibi Türk milliyetçileri hem ırk hem de kafatası ölçülerinden yola çıkarak Türkçülüğü tanımlamaya çalışırlar. Tek millet tek halk fikrini oluşturmaya çalışırlar. Büyük şanlı ve milli bir geçmişe ihtiyaç vardır ama yeni tanımlanan Türkün milli ve şanlı bir geçmişi yoktur. Selçuklu’dur ve Osmanlı’dır, orada da başarı ümmete aittir. Osmanlı Sarayı’nda Türk kavramı aşağılanma sebebidir. Ötekidir orada. Bu ötekileşmiş, aşağılanmış, özgüvenini yitirmiş kimliğe yeni ve şanlı bir taraf kazandırmak kolay değildir. Türk Tarihi Kurumu burada devreye girer, ona Türk tarihi yazdırılır, Güneş Dil teorisi oluşturulmuştur. Bütün ırkların Türklerden türediği sözde bilim adı altında yazılır çizilir. Mustafa Kemal o tarihlerde yaşıyor, bunları destekler. Kürt ve Kürdistan beylerine ‘ellerinizden öperim’ diyen Mustafa Kemal’den eser yoktur.

Kemalistler kuruluş sürecinde yaşananları anlamadan Kürt sorununu anlayamaz

Şimdi Türkiye’deki Kemalistler bunlarla yüzleşmeden, bu gerçekleri açığa çıkarmadan Kürt sorununu anlayamazlar. Sınıf sorununu da anlayamazlar o yüzden solcu olamıyorlar, demokrat olamıyorlar. Türkiye’deki tek parti sistemi tüm bunları uygulamak için de elverişliydi. Çünkü muhalefet yoktu karşılarında. Örgütlü bir Kürt gücü yoktu. Karabekir tasfiye edilmişti. Zamanın ünlü milliyetçileri ocaklar çatısı altında toplanıp Türk milliyetçiliği inşasında önemli roller oynuyorlar. Bunları yaparken meydan boş. Kürtler çaresiz, idamlarla, sürgünlerle dağılmış durumdalar. Dilleri yasaklanmıştır. 

Bugün partimize bu kadar saldırılmasının sebebi yok. Bugün bu tezleri savunacak yüz binlerce Kürt aydını var. O zaman yoktu. 1950’lerin sonuna kadar dikensiz gül bahçesi yaratıp tarih kitaplarında çocuklara okuttular. O günün çocukları büyüdü, bakan oldu, bürokrat oldu, hakim oldu, savcı oldu. Onların çocukları ilk Kürdü gördüklerinde tüyleri diken diken oldu. ‘Sen nereden çıktın’ dediler. Çünkü bir tarihi süngerle sildiler. Kitapta böyle yazıyordu ama evde, sokakta, köyde böyle değildi. 

İslamcılar da Kürt sorununu anlamaktan uzaktır çünkü iktidardalar

Bugün hala bunun gerilimi yaşanıyor iki hat arasında. Partimiz üçüncü yol olarak kendini tanımlıyor. İki yol da bu toprakları barışa huzur kavuşturamaz. Bu iki hat da yanlış yerden başladı. Gelin onu konuşalım, düğmeyi baştan düzgün ilikleyelim. İslamcılar bunu anlamaktan uzaklar çünkü devletteler, iktidardalar.”

Kürtlerin inkar edilmesine ve Türkçülüğün yeni tanımına ilişkin Kuruluş sürecindeki söylemlere dair pek çok alıntı yapan Demirtaş devamla şunları söyledi:

”1924 ve sonrasında inşa edilen Türklük bizi kapsamıyor. Beni kapsamıyor, iki kızım var onları da kapsamıyor. Bu bizim boş bir iddiamız, durup dururken itiraz ettiğimiz bir şey değil. Bunlar, Türklüğü yazanlar ‘seni kapsamıyor’ diyor. sen ancak Türklüğe biat edebilir ve dönme olabilirsin. Orada da biz seni dönme olarak fişleyeriz. Devlete, Türklüğe hizmet ettiğin oranda seni ödüllendiririz. Düşünürüz, seni asmayız kesmeyiz’ diyorlar. ‘Bugün Kürtler her şey olabiliyor’ diyenler bunu kast ediyor. Herkesin kendi tercihi, saygı duyarız. Biz değiştirmedik, değiştirmek de istemiyoruz. Kürdüz, ana vatanımız da Kürdistan. Orada duruyor. 

Türk Tarihi Kurumu ‘Kürt yoktur’ dedi diye Kürt yok olmaz, ‘Ağrı Dağı yoktur’ dediklerinde yok olmadığı gibi

Türk Tarihi Kurumunu toplayıp Güneş Dil Teorisini geliştirenler, ‘biz bunları engellemezsek bunlar şöyle böyle olur’ diyenler dedi diye ben nasıl kabul edeyim?

Ben inkar etsem tarih, coğrafya nasıl inkar etsin? Birileri inkar etti diye yok mu oluyoruz? Türk Tarih Kurumu toplansın desin ki ‘Ağrı Dağı yoktur’. Ağrı Dağı yok mu oluyor? Sonra gidelim Ağrı Dağı’na kararı okuyalım, ‘Ey Ağrı Dağı TTK kararına göre sen yoksun.’ Yok olur mu Ağrı Dağı? Yok olmaz! Kürdistan böyle bir coğrafyadır. Kürdistan’dan bahseden hiç kimse Türkiye bölünsün diye bunu dile getirmiyor. Makedonya’ya Kilikya deyince neden tüyleriniz diken diken oluyor? Mezopotamya, Anadolu deyince neden tüyler diken diken oluyor? Hiçbiri Türkçe bile değil. Amed deyince de tüyler diken diken oluyor. Trabzonlu kardeşimin neden tüyleri diken diken oluyor? Bana söyler misiniz, Türkçe’de Trabzon’un anlamı nedir? Ankara, Trakya Türkçe mi? Kayseri Türkçe mi? Bunlara tüyleriniz diken diken olmuyor da şehirlerimizin ismini Kürtçe anınca niye tüyleriniz diken diken oluyor? Mesela Antalya Türkçe mi? Antalyalılara bir sorun nedir Antalya’nın anlamı? Neden çocuklarınıza Antalya ismini koymuyorsunuz, neden Sinop ismini koymuyorsunuz? 

Türkler bu topraklara geldiğinde biz Kürtçe onlar Türkçe konuşuyordu ama bir şekilde anlaştık

Bunlar saçma sapan milliyetçi hezeyanlardır. Ne gerek var bunlara? Sinop ise Sinop, Amed ise Amed. Bırakın tarihi kültürel isimlerle yaşatalım. Bu coğrafya hepimizin ise sen niye benim anavatanımın isminden rahatsız oluyorsun? Türk vatanı kızıl elma deyince, bütün dünya Türklerin deyince gurur duyuyorsun da biz, bizim ülkemiz Kürdistan deyince niye rahatsız oluyorsunuz? Bu da bizim ülkemiz. 1000’li yıllarda Türkler Orta Asya steplerinden atlarının üzerinde geldiğinde Farslılardan sonra karşılaştıkları ilk halk bizdik. Kürtçe konuşuyorduk geldiklerinde. Biz Müslümanlığı kabul etmiştik. Türkler daha yeni Müslümanlıkla tanışmıştı. Onlar Türkçe biz Kürtçe konuşuyorduk ve anlaştık. Alparslan Malazgirt’e gidince Kürtlerden destek istedi. 

Alparslan mezarından kalksa Bahçeli ve Erdoğan’a ‘utanmıyor musunuz’ der

Hiç Alparslan 1071’de şöyle demiş midir: ‘Farqin beylerinden, Erciş beylerinden destek isterken gelin Bizans’a karşı birlikte savaşalım ama Kürtçe yasaktır.’ Demediler! Bugün gidiyorlar Ahlat’ta Malazgirt’te Bahçeli, Erdoğan her yıl 1071 zaferini kutluyorlar. Alparslan dirilse de kalksa mezarından dese ki ‘utanmıyormusunuz? Biz burayı Kürtlerle birlikte aldık, birlikte savaştık. Ayıp değil mi siz bin yıl sonra Kürtlerin dilini yasaklamışsınız bir de gelmiş beni anıyorsunuz.’ Irkçılıktır bu, başka bir şey değildir. Irkçılık zehirlidir. Kana bulaştı mı gözün hiçbir şeyi görmez. Karşındaki ne hissediyor, onuru haysiyeti kırılıyor mu kimse bunu hissetmiyor. Kürt sorunu nedir? Ama müsaade ederseniz en yalın anlaşılacak şekilde anlatayım. Heyetiniz mutlaka biliyordur, savcı da biliyordur. Yıllarca bu yargılamaları yaptınız eminim Kürt sorunu uzmanı oldunuz. Ama müsaade edin ben de kendi üslubumla anlatayım. 

‘Kürt sorunu nedir’ gelin hep birlikte test edelim

Not olarak buraya geçsin. Ben kendi açımdan nasıl tarifliyorum? Kürt sorunu hepimizin sorunudur. Sorunu çözmek için el ele vermek hepimizin boynunun borcudur. İşe empati yaparak başlayın mesela, sonra tarihi gerçekleri öğrenerek devam edin. Ve artık siz de biraz Kürtçe öğrenin. Aslında Kürt sorunun ne olduğu bugüne kadar herkes tarafından bilinmelidir. Çünkü bu sorun ülkenin çok uzun yıllardır çözülemeyen sorunlarının başında geliyor. Sorunun ne olduğu konusunda bir netlik görülmüyor. Kimileri Kürt sorununu yeni yeni duyuyor. Çok kısa bir tanım yapmak gerekirse Osmanlı devletinin son dönemlerinde başlayıp Cumhuriyet’in ilk yıllarında derinleşen sorun Kürt sorunudur. 

Yani sorun Kürtler değil Kürtlere yaşatılanlar bütünüdür. Kürt sorunu çok boyutlu ve önemli bir konudur. Birçok kitapla bile sorunun boyutlarını anlatmak kolay değil. Sorunun siyasal, sosyal ve ekonomik pek çok yönü var. Dolayısıyla ben burada Kürt sorunu nedir tam olarak yanıtlayamam. Süremiz de yetmez. Fakat Kürt sorunu genel hatlarıyla bizim bildiğimiz yaşadığımız bir sorundur. Pek çok insan ‘AKP Kürt sorununu çözdü’ diye yanılıyor yanıltılıyor. Bazıları da ‘Kürt sorunu yoktur’ diye yanılıyor. Peki sizin Kürt sorununuz var mı? Deneyelim, bakalım. Bizimki var mesela. Sizinki var mı? 

Hangisi size yakın? Bin yıldır birlikte yaşadığınız halkın dili mi İspanyol veya Fransız’ın dili mi?

Fakat bir ricam var, soracağım soru olabildiğince dürüstçe yanıtlansın. Sonuçta Türkiye’nin uzun yıllardır can yakan sorununu konuşuyoruz. Daha evvelki gün bu ülkenin 12 evladı yaşamını yitirdi. O yüzden ön yargıları bir kenara bırakalım, şu dediklerime kulak verin. Gerçekten önyargıları bırakır dostça, kardeşçe bir sohbete başlarsak aslında bu ülkede yaşayan herkesin bir Kürt sorunu olduğunu göreceğiz. Kronolojik bilgi bombardımanı ile kafanızı şişirmeyeceğim. İlk sorumu soracağım. I love you. Ez ji te hez dikim. Ich liebe dich. Je t’aime.

Yukarıdaki cümlelerin hangisi size en yakın? 

Hangisi olduğunu tahmin edebiliniz mi? Bin yıldır birlikte yaşadığınız halk ‘sizi seviyorum’ dediğinde mi anlıyorsunuz, bir Alman, Fransız ya da İngiliz söylediğinde mi anlıyorsunuz? Kürtçeyi anladınız mı? Hayır mı? Tahmin bile edemediniz mi?

O halde sizin bir Kürt sorununuz vardır. 

Türklük bir ırk tanımı değilse neden soydaş diyorsunuz?

Başka bir soru: 

Bulgaristan’daki soydaşlarımız, Kıbrıs’taki, Almanya’daki soydaşlarımız… Buradaki soydaşlarımız denilirken kastedilen kimlerdir? Evet tabii ki Türklerdir. Şimdi Anayasa’nın 66’ncı maddesine bakalım Türk kime deniyor: Türk Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür yazıyor. Peki vatandaşlık bağı Türk olmak için yeterli ise Almanya, Kıbrıs, Azerbaycan’daki nasıl soydaşımız olur? Onlar nasıl soydaş oluyor? Yani Türk vatandaşı olmayan biri nasıl Türk olabiliyor? Onlara neden soydaş, neden Türk diyoruz? Çünkü Anayasa vatandaşlık bağı gerekiyor diyor. Mesela ben Türk olabiliyorum. Ama Almanya’da Alman vatandaşı olmuş bir Türke neden soydaşımız diyorsun? Hiç Türk vatandaşı olmayan Azeriye, Bulgaristan’daki Türklere neden soydaş diyorsunuz. Terslik Anayasa’da. Terslik coğrafyada, kültürde, tarihte değil. 

Soya bağlıdır soydaş yani ırkdaş diyor. Azerbaycan’a tek millet iki devlet denir, Kürtlerin Irak’taki devletine düşman denir. Anayasal olarak ben Türküm ama Bulgaristan’daki, Irak’taki Türk Türk değil. 1930’larda yapılan Türklük çalışmaları o kadar içinden çıkılamaz hale getirilmiş ki Türk kimdir tanımlanamıyor. Türkler Türkün kim olduğunu bilmiyor. Aslında ortada bir çatışma yok. Çünkü Türklük bir üst kimlik değil bir etnik kimliktir. Kadim bir kimliği tanımlar. Ben de etnik olarak Kürt olduğum için Kürdüm. Çünkü etnik kimlik vatandaşlıkla tanımlanamaz. 

En gerçekçi ulus tanımını gerçekleştiren Öcalan oldu, onu da tecride aldılar

Türklük kavramı Kürtleri kapsayan bir kavram değildir. Olsaydı bana göre sorun olmazdı. Kürdün dili kimliği yasaklanmasa, ‘şunların hepsine Türk denir, bu kültürlerin dillerin korunması anayasanın güvencesi altındadır’ denseydi, ‘bütün bu millete de Türk ulusu denir’ denseydi hiçbir problem olmazdı. 1900’ün başında bu yapılsaydı problem olmazdı. Bu konuda 100 yılda en gerçekçi teoriyi geliştiren de Abdullah Öcalan oldu. ‘Gelin ırka dayalı kimlik yerine bir demokratik ulus kavramı etrafında bir araya gelelim’ dedi, onun da sesini duyan olmuyor çünkü tecrit altında. 

‘Kürtçe diye bir dil yoktur’ diyorsanız sizin Kürt sorununuz vardır

İçinde domates, biber, patlıcan olan bir yemek domates yemeği olabilir mi? Hayır. Güveçtir o. Niye yemeğin içindeki tek bir şeyle anılsın ki! Anadolu halkları da güveçtir. Domates yemeği değildir. Kürtler Türk değildir, olmaları da imkansızdır. Bir Kürde Türk demek Kürt sorunudur. Kürtler tarihi binlerce yıla dayanan kadim bir halktır. Dilleri Hint Avrupa Dil grubundadır, Türkçe Altay dil grubundadır. Sadece bu bile iki ayrı halkı, ulusu tanımlar. ‘Kürtçe diye bir dil yok, hepimiz Türküz, herkesin de anadili Türkçedir’ diyorsanız evet sizin Kürt sorununuz var. Benim yok sizin var.

Bir öğretmen çocuğunuza ‘Türkçe yasak dilimiz Kürtçedir’ dese ne hissedersiniz?

Bir örnekle empati yapalım, diyelim ki Sakarya’nın bir köyünde oturuyorsunuz, kızınız ilkokul çağına geldi ve okula yazdırdınız. Okulun ilk günü Ayşecik’i elinden tutup okula gidiyorsunuz. Yolda Ayşe’yi tembih etmeye çalışırken bir yandan da korkuyorsunuz ya başarılı olmazsa diye. Bir yandan da uyarıyorsunuz, ‘bak kızım sakın Türkçe konuşma’ diye. Küçük Ayşeciğin ödü kopuyor çünkü başka bir dil bilmiyor. Güler yüzüyle öğretmen sınıfa giriyor, yüreği kabarıyor ağladı ağlayacak. Neredeyse bütün okul aynı durumda. 

Çocukların çat pat anlayabildiği kadarıyla şöyle diyor: ‘Belê zarokên hêja ji îro pê ve Tirkî qedexe ye, zimanê me Kurdî ye’. Yani ‘evet güzel çocuklar bugünden sonra Türkçe konuşmak yasak hepimiz Kürdüz, dilimiz de Kürtçedir.’ Bu normaldir diyorsanız sizin Kürt sorununuz var. ‘Bu çok eskilerde kaldı’ diyorsanız yine bilemediniz, Türkiye’de Kürtçe eğitim yasaktır. Sadece iki saat Kürtçe seçmeli ders var o derslerin de seçilmemesi için devlet her türlü önlemi alıyor. Örneğin geçen haftalarda atama döneminlerinde Kurmancî lehçesinde 2 Zazakî lehçesinde 1 öğretmen ataması yapıldı. Milyonlarca Kürt var 3 atama yapılıyor. Anne babası ne hissederdi? Yeterli sayıda Türkçe öğretmeni atanmasaydı, Türkçeyi seçtiği halde o dersi öğrenemeseydi ne derdiniz? Üstelik tüm bunlar Ayşe’nin ana vatanında yapılıyor. 

Bir Türk bunu anlayabilirse Kürt sorununu anlayabilir. Anlamıyor ve kabul etmiyorsa onun Kürt sorunu vardır. Kürt çocukları yüzlerce yıldır kendi anadillerinde eğitim alamıyorlar, daha önce medreselerde eğitim alabiliyorlardı. Eğitimde yıllardır en başarısız 20 il hep Kürt illeridir. Hakkari, Muş, Van, Bitlis üniversite sınavlarında sonuncudur. Bunun nedeni Kürt gençlerinin akılsız olmaları değildir. Matematiği, fiziği, kimyayı bilmiyor olmaları değildir.

Kürt çocuklarının inşaatlarda, turizmde maraba olarak, işçi olarak, ucuz işgücü olarak çalışmalarının nedeni budur.

Biz Kürt gençlerinin siyaset yapmasını, iyi okullara gitmesini istiyoruz 

Son yıllarda Kürt çocuklarının iyi okullara girmeleri oto asimilasyon nedeniyle alınan bir sonuçtur. Ama halen Türkiye’de Kürt şehirleri üniversite sınavında sonuncudur. İyi eğitim alamadı, iyi iş bulamadı, horlandı, ötekileştirildi, Kürtçe şarkı söyledi diye dayak yedi, seçtiklerine kayyım atandı, yüzyılın başından beri sürüldü. Halen bugün dahi yapılıyor. Sizce bu Kürt genci ne yapar? Eğer biz ikna edebilirsek partimize gelir siyaset yapar, onu da dün yaptığınız gibi gözaltına alırsınız ya da dağa çıkar. Kürt gençlerini dağa çıkaran biz değiliz, bu politikalardır. Biz bunu durdurmaya çalışıyoruz. Biz bunu istemiyoruz. Gençlerimiz dağa çıkıp silah alsın istemiyoruz. Onaylamıyoruz, doğru bulmuyoruz. İyi bir eğitim alsınlar, silah tutmasın, kalem tursunlar. 

‘Dağa çıkmayın’ dediğim gençler ‘siyaset yaptığın için 7 yıldır cezaevindesin’ diyecek ve onlara verecek cevabım yok

Güney Kürdistan Bölgesi’nde Xakurkê’de Heftanîn’de birbirine kurşun sıkan gençlerin acısını yürekten paylaşıyorum. Hepsi bu halkın gariban çocukları. Niye birbirlerine kurşun sıksınlar? Niye bu sorunu biz çözmüyoruz, niye bu sorunu çocukların sırtına yüklüyorsunuz? Asla doğru bulmuyoruz. ‘Kürt gençleri dağa gitmesin’ diyorum. Ama emin olun onlar da bana dönüp diyecekler ki ‘siyaset yaptığın için 7 yıldır hapistesin’ diyecekler. Ben onlara ne diyeyim, siz bana söyleyin. Hayatını kaybeden askerlerden biri paylaşmıştı ‘savaş savaşmayana güzeldir.’ Savaş kararı verenler hiç mi utanmıyor? Bu genç kardeşimle sivil hayatta tanışsam oturur yemek yeriz, sohbet ederiz. Bu benim kardeşim işte. Niye bunları savaş cephelerine sürüyorlar, kardeşlerimizi birbirine kırdırıyorlar? Faşizan zihniyet niye bizlere bunu dayatıyor? Ne uğruna? Vatan uğruna diyecekler. Hadi oradan! Hepinizin çıkarları uğruna, iktidarlarının perçinleşmesi uğruna; bu çocuklar umurlarında değil. 60 bin çocuk, bu ülkenin en değerli gençleri bu savaşta canlarını kaybettiler. 

Bunu söyleyebilecek bir tek Türk siyasetçi çıkarın ben bu söylediklerimin hepsini geri alacağım. Ben ve arkadaşlarımızın söylediklerini tek bir Türk siyasetçi diyebilmiş ise ‘yahu ölen Kürt de Türk de benim kardeşimdi, gerilla da asker de benim kardeşimdir’ diyen bir tane Türk siyasetçi gösterebilir misiniz? Umurlarında değil. Biz yarası olanlarız, bu işin acısını çekenleriz. 

Biz batıyla tanışırız ama siz hiçbiriniz Kürdistanı tanımazsınız

Biz Kürtler olarak Kürdistan’ın geri kalmışlığından dolayı eğitimimizin çoğunu batıda alırız, çalışmaya batıya geliriz. Orada iş yok. Sürgün ediliriz, batıya geliriz. Hapse atılırız, batıya geliriz. Türkiye’nin batısıyla bir tanışıklığımız var. Ama hiçbiriniz tatilinizi Hakkari’de geçirmezsiniz, Van Gölü’ne tatile gitmezsiniz. Tanımıyorsunuz, bilmiyorsunuz, Kürtler herkesi tanıyor ama siz Türkiye’nin doğusunu tanımıyorsunuz. 

İçişleri Bakanı ‘kardeşini sarı torbada getireceğiz’ diyor, ben ‘hayatını kaybeden asker kardeşimdir’ diyorum, aramızdaki ahlaki fark budur

Biz Türkiye’nin batısını iyi tanırız. Ama onlar bizi tanımaz. Bu ülkenin İçişleri Bakanı benim kardeşim için -dağdadır kardeşim evet, keşke olmasaydı, keşke Türk askeri yaşamını yitirmeseydi. Ama bu ülkenin İçişleri Bakanı ‘senin kardeşini sarı torbada getireceğim’ diyor. Millet alkışlıyor onu, beğeni alıyor. Ben ne diyorum? ‘Bu çocuk benim kardeşim’ diyorum, ‘keşke kurtarabilseydim onu’ diyorum. Aramızdaki fark budur, çok ahlaki bir farktır, Türk ırkçısı ile aramızdaki derin fark budur. Bunu bize kazandıran iki şey var. 1- Medeniyetimiz. Kökünde İslam medeniyeti vardır, biz siyasal İslamcı değiliz Müslümanız. 2- Kürt hareketi. Kürt hareketinin aydınlanması, modernist çizgisi, kadın özgürlükçü çizgisi bize insanlığımızı kazandırmıştır. 

Bu kumpas davasına siyasal İslamcılar da müdahale ettiler. Siyasal iktidar siyasal İslamcı olarak bizi içeride tutmak istiyor. Onların derdi ne? İslam’ın en temel kaynağı Kuran ve sonrasında sünnettir. Bu iki temel kaynak İslam’ın yaşam tarzının da inancının da ibadetinin de kaynağıdır. Geri kalan bütün kaynaklar bunları esas almıştır. 

Hiçbir dinde tanrı İslamiyetteki kadar mutlak ve güçlü tarif edilmemiştir

İslam’a göre Allah’ın büyüklüğü mutlaktır tartışmasızdır. Bakın Tevrat’ta, Zebur’da, İncil’de tanrı böyle tanımlanmamıştır. Hiçbirinde İslamiyet kadar güçlü bir tanrı yoktur. İslamiyetteki Allah bütün dinler içerisindeki en güçlü tanrıdır. Bütün Müslümanlar da bunu bilir, buna inanır. Onun yol göstericiliğinde hayatını düzenlemekle mükelleftirler. Siyasal İslamcılar Allah’ı bile kandırdığını düşünüyor. Allah’ı bile kandırdığını düşünen bir siyasal islamcıdan herşey beklenir. AİHM’i tanımıyormuş! Yahu haşa taptığı Allah’ı tanımıyor. 

Türkiye’deki siyasal İslamcılar fırıldak, haşa Allah’ı bile kandırmaya yelteniyor

Ondan daha büyüğü yok ki, AİHM ne? Anayasa ne? CMK ne? HUMK ne?

En tehlikelisi bunlardır işte. Hırsızlık, yüzsüzlük, ikiyüzlülük, riyakarlıkta sınır yok. Bu insan Allah’ı kendince kandırıyor, haşa, Türk siyasal islamcısı bu. Siyasal İslamcı o kadar fırıldaktır ki her ayeti kendi içinde değerlendirir. Biz kültürel Müslümanız, siyasal İslamcı değiliz. Filistin’de var, Mısır’da var, Fas’ta her yerde var. Onlara da saygı duyuyorum, ideolojik olarak aynı dünya görüşünü savunuyoruz ama dürüstse saygı duyarız. Ama Türkiye’dekiler fırıldak. 

Milli görüş çizgisi daha dürüsttür ama İslam’ın her türlü günlük yorumunda her türlü adaletsizliği yapmaktan çekinmezler. Şu anda bizim tutukluluğumuzu, bu uygulanan zulmü en çok alkışlayanlar siyasal İslamcılardır. 

AKP’li iş insanı yaptıkları muta nikahlarını anlattı

Arkadan ne yapıyorlar biliyor musunuz? Burada anlatacağım. Bir gün uçakta yanıma bir Kürt işvereni oturdu. AK Partili olduğunu söyledi. Yan yana seyahat ediyoruz. Dedi ki ‘başkan bizim kazandığımız paranın haddi hesabı yok. Partinize gelemiyoruz ama bizi anla. Şu anda parayı koyacak yer bulamıyoruz. Allah billah aşkına partiye para lazım olursa bana selam gönder yeter.’ ‘Parayı koyacak yer bulamıyorsun ne işin var AKP’de’ diyorsun. ‘Bankaya zaten koymuyoruz, çok şükür öyle bir kazanıyoruz ki. Kusura bakma partiye gelemiyoruz.’ Ben ‘lanet olsun senin parana’ dedim. Bu kişinin bana anlattığı ilginç bir şey var. Bir siyasi İslamcı profili. Dedi ki ‘ismini söylemeyeyim yargılaması devam eden popüler bir cemaatçi. Bazı AKP’li iş adamları üst düzey bürokratlar bir araya geliriz, özel jet kiralarız, Dubai’ye iş gezisine gideriz, hocayı da ararız bize kedicikleri ayarlar, onlarla muta nikahı yaparız ve dönüşte boşanırız ve bundan aslında herkesin eşinin de haberi vardır. Eşlerimiz de bizi hoş görürler.’ İnsanın tüyleri diken diken oluyor. Son cümle benim tüylerimi diken diken etti. Dedi ki ‘eşlerimiz de biliyor.’ ‘Her cuma lüks cipleriyle cuma namazına giderler, trilyonları götürürler’ dedi. Sizce onlar bizim serbest bırakılmamızı isterler mi? Tabii ki istemezler çünkü seçim kazanılması ve rantın musluğunun akıyor olması lazım. Mitinglerde kalabalık olsun diye taşıma yapıyorlar, TV kanallarını besliyorlar bu tipler. 

Müslüman, gariban milyonlarca insan da bundan habersiz gidip oy veriyor sırf biz içeride kalalım diye. Demirtaş’ı serbest bırakmak isteyenler ona oy versin istemeyenler bize oy verir dediler. Cumhurbaşkanını tenzih ediyorum. Haberi olsa o da bunu engellerdi ama inşallah bu söylediklerim kulağına gider de bunu araştırır. Bu sapma Hz. Muhammed döneminde başladı, Emeviler döneminde zirveye çıktı. 

Türk sosyalistlerinin bir kısmı da İslam medeniyetini anlamıyor

Bu toprakların medeniyeti İslam medeniyetidir. Türkiye sosyalistinin bir kısmı bunları bilmez, bilmediği için de topluma ulaşamaz. Bizi var eden bu topraklarda İslam medeniyetidir. 1300 yıldır hepimizi var eden İslam medeniyetidir. İslam medeniyeti geri falan değildir. Bazıları 1400 yıllık gericilik diyor. Saçma sapan, tarihten anlamayan bir yaklaşımla kendine hakaret ediyor. Köklü, güçlü bir medeniyettir. Bir zamanlar Şam’da Bağdat’ta astronomi, fizik, kimya, tıp, şehirleşmede çağ atlarken Avrupa mezhep savaşlarıyla, cadı avlarıyla birbirini parçalıyordu, açlıktan ölüyordu. İslam medeniyetinin altın çağlarıydı o zaman. Bugün astrolojideki birçok kavram Arapça kökenlidir. 

Bunları bilmeden, anlamadan İslam medeniyetini birkaç siyasi İslamcıya bakarak söylerseniz hata yaparsanız. Bunları söylerken Kıvılcımlı’yı ve ardıllarını tenzi ederek söylüyorum. Anlayanlar da vardı elbette ama kitleselleşmemenin nedeni İslamı karşısına almasıdır. İslam hepimizin medeniyetinin parçasıdır. Komünist de sosyalist de milliyetçi de olsa hepimizin medeniyetinin parçasıdır. 

1400 yıl önceki gericilik diye yaftalamak en büyük yanlıştır. 1400 yıl önce Hz. Peygamber adına, İslam adına atılan adımları bugünle kıyaslamayın. Hz. Muhammed’in o günkü kıyaslamaları bugünkü AİHM CEDAW değerindedir. O gün cahiliye yaşanırken bir alternatif sunuyordu Hz. Muhammed. Yoksullar üzerine inşa ediyordu. 

Hz. Muhammed dönemin en büyük sosyalistlerindendir

Hz. Muhammed bugün yaşasaydı İstanbul Sözleşmesi’nden, BM sözleşmelerinden daha ileri bir sözleşme yapardı. Söyledikleri devrimciliktir. Hz. Muhammed dönemin en büyük sosyalistlerindendir. Yoksulun yanında, emekçinin yanındadır. Serveti yoktur. Arap coğrafyasının önemli kısmını hükümranlığı altına almasına rağmen Muhammediye diye bir devlet kurmamıştır. Bugün dünyanın en lüks saraylarını yapanlar, en büyük ihalelerini alanlar ve yoksul halka en büyük zulmü reva görenler Müslüman mıdır?

Erdoğan benim hakkımda diyor ki, ben demişim ki ‘Taksim bizim kabemizdir.’ İftira! Yalan! Benim dedem Palulu İslam alimlerinden. Ben Müslüman kültürü, medeniyeti ile büyüdüm. Türkiye sosyalisti de bunu görmeli. Latin Amerika’da papazlar devrimin parçası olunca burada imam niye gerici oluyor? Cami, mescit İslamiyet’te halk evidir. 

Cami dönemin halk meclisi komünüydü

Kuran’da yok Hz. Muhammed fiilen geliştirilmiştir, ‘biz Müslümanlar olarak oturup tartışalım’ demiştir.  Bugün camiyi ne hale getirdiler. Sorunların tartışıldığı bir yer mi? Devasa görkemli lüks camiler. Hz. Muhammedin yaptığı böyle birşey değildir. Halk meclisi, kominüydü cami. Sen bunu anlamadan topluma nasıl gidebilirsin sosyalist olarak? Kabe bugün Müslümanların namaz kıldığı yerdir ama oranın tarihi bütün dinlerden eskidir. Kabe her zaman vardı. Ne zaman yapıldığını bugün bile tespit edemiyorlar. Bugün Göbeklitepe’de ilk toplumsal yaşam izleri bulundu 12 bin yıl öncesine dair ama Kabe’nin tarihi hala bilinmiyor. İnsanlık göçe başlamadan, Afrika’dan dünyaya yayılmadan önce kendi ortak evi olarak gördükleri bir mekandır Kabe. Hristiyanlar için de kutsaldır ama tek tanrılı dinlerden önce de kutsaldı. Kabe’nin anlamı nedir? Bunu anlamadan bir Müslüman’ın ruh halini anlamak mümkün değil. 4 anlamı vardır. 

Kabe insani uygarlığın ilk görünür olduğu yerdir. Bu nedenle insanlık hac mevsiminde ilk görünür oldukları köke göç etmeye giderler. Biz nereden geldik derler. Biz doğanın bir parçasıyız, sahibi değiliz anlamı vardır. İkinci olarak sosyolojik bir anlamı vardır. Her yıl insanlar ataları Adem ve Havva’nın tarih sahnesine çıktıkları yere giderler. Orada ihram ile ilk doğal hallerine dönerler. Bugün şimdi selfie çekip reise selam diyorlar ya anlamı o değildir. İhram’ın anlamı eşitliktir. Biz buradan bu şekilde yayıldık dünyaya. Bu binanın etrafında aynı kıyafetlerle dönüyoruz. Sosyolojik anlamı budur. 

Zerdüşt de bazı şeyler söyler

Kozmolojik anlamı da vardır. Kainatın kozmik güçle ayakta durduğu nettir. Allah’ın kozmik gücü evrenin potansiyeline sinmiştir. Bütün evren Allah’ın sınırsız ve boyutsuz gücü etrafından dönmektedir. İslam’da buna inanılır. Kabe etrafında dönmek de bu kozmolojik döngüye sosyolojik olarak katılmaktır. Biz bu kozmik dünyanın bir parçasıyız, sahibi değiliz. Minicik yaratıklarız ve kozmik dünya etrafında dönüyoruz. Kuran da Allah’ın sembolik evidir. Allah’ın bütün varlığa yayılan merhameti kendi vicdanımızda yakaladığımız ve buluştuğumuz yerdir sembolik olarak. Hem bunlara inanacaksın hem de bu zulmü yapacaksın! Akıl alır gibi değil. İyi Müslüman iyi insandır. İslam insanı kötü yola, adaletsizliğe sevk etmez. Bugün İslamofobi ile karalanmaya çalışılıyor, yanlış. Hz. Muhammed 1400 yıl sonra benim torunlarım hırsızlık yapsın, yolsuzluk yapsın diye yola çıkmadı. Bir Müslüman hem bunu bilip hem de aksini yaşıyorsa dünyanın en tehlikeli tiplerinden biridir. Bugün AİHS, Kadın Hakları Sözleşmesi, Anayasa gibi modern hukuktan önce kanunları dinler belirlerdi. Hz. Nuh M.Ö. 500 yılında Nuh’un kanunlarını yazdı. Putlara tapmamak, hırsızlık yapmamak, canlı hayvan yememek. Bugünün hukukunu ve adaletsizliğini anlamak açısından çok önemli. Amerikan Bağımsızlık Sözleşmesi kendiliğinden ortaya çıkmadı. Zerdüşt de benzer şeyleri söyler. Allah’ın varlığına inanmak, putlara inanmamak, Cumartesi yasağına saygı göstermek, yalancı şahitlik yapmamak, hiç kimsenin malına ve canına göz dikmemek.

Batı medeniyeti İslam’ı barbar ilan etti

Medine Sözleşmesi döneminin ilerici hukuk kaynaklarındandır. Bütün bu kültürün medeniyetin sonucunda toplum, yaşam biçimi, sosyoloji oluşturduk. Bir İslamcı bunu bilmez mi? Çok iyi bilir. Siyasal İslamcı da bilir. Son 300 yılda Avrupa’daki aydınlanma, ilerleme öncesindeki coğrafi keşifler Avrupa’da kalkınmaya yol açtı. O sıralar İslam coğrafyası altın çağını yaşıyordu. Müslümanların alimleri öyle yabana atılır isimler değildi. Avrupalı’nın ilk baktıkları kaynaklar İslam kaynaklarıydı. Avrupa açlık ve mezhep savaşlarıyla başbaşaydı ve bu yüzden coğrafi keşif yaptılar, bu yüzden Afrika kıtasını sömürgeleştirdiler. Donanma yaptılar çünkü okyanusu aşmak istiyorlardı. Osmanlı’nın buna ihtiyacı yoktu. Müslümanlar bilime ihtiyaç duymuyordu artık çünkü ‘biz bulacağımızı bulduk’ diyorlardı. Avrupalı o yüzden rönesans yaptı, sanayi devrimi yaptı. Avrupa medeniyeti gelişirken bu kez de İslam medeniyeti geriye düştü. Ne oldu? Batı dünyası sanki binlerce yıllık medeniyetin merkezi biz değiliz gibi bir anda İslam coğrafyasını barbar ilan etti ve batı kültürü bütün dünyada başat hale geldi. Hepimizin gözü batıya dönmüş durumda. Tatile gideceksek batıya, kaçacaksak batıya, işçi olarak gideceksek batıya gidiyoruz. Oranın edebiyatını alıyoruz. Doğuya yüzümüzü dönmüyoruz. Bu bilinçli bir çarpıtmadır. Doğu medeniyetin merkezidir. İslamcılar 300 yılda batı emperyalizminin kültürel hegemonyası ile birlikte yeni bir arayış içerisine girdiler. İşte bu akımla siyasal İslam gelişti. 

AKP kendi çıkarları için ‘İslam artı demokrasi bir arada olur mu umutlarını’ boşa çıkardı

1400 yıldır İslamiyet büyük krizler yaşadı. Yeni çağda İslamiyet insan hakları ile bir arada olamaz mı, biz IŞİD El Kaide anlayışı ile yaşamak zorunda mıyız? Bunu derken çok önemli bir gelişme yaşandı. Laik Türkiye’de seçim tarihinde ilk defa İslam’ın girdiği bu bunalımdan çıkacağına dair heyecan yarattı. 3 Kasım 2002’de AKP tek başına iktidara geldi. İslam dünyasında heyecan yarattı ‘acaba makus talihimiz kırılıyor mu’ diye ‘İslam artı demokrasi birlikte olabilecek mi’ diye heyecan yarattı. Her Müslüman bunu yüreğinde hissetti, ben de hissettim. Olabilir mi acaba? İddiası da buydu. Ben Atatürkçü’lerin yerinde olsam bu kıymeti verirdim. Biz verdik de ne oldu, o da ayrı mesele. Neyi heba ettiler? 1400 yıl o ezilmişlikler ve 300 yıldır batının kurduğu hegemonyanın kırılması şansını kendi çıkarları uğruna heba ettiler. İslam artı demokrasi artı insan haklarının bir arada olamayacağını kanıtladılar. Bu deneyimi rezil rüsva ettiler. Getirdiler Dilan Polat’lara, Fatih Terim’lere, Sedat Peker’lere, Alaattin Çakıcı’lara, Süleyman Soylulara teslim ettiler, Ali Ağaoğlu’na, Cengiz Holding’e teslim ettiler. Yüreğinde şu kadar Allah korkusu olan her sosyalist, her Türk, her Kürt karşı karşıya olduğumuz tehlikenin farkında olmalıdır. Bu davanın en az mağduru olan biziz çünkü yarattıkları toplum kültürel ve ahlaki olarak çökmüş durumda. TC tarihinin kadınların bedenlerini en yaygın sattığı dönemde yaşıyoruz. Aleni! AKP İslamı döneminde yaşanıyor bu. Her gün izliyorsunuz, hırsızlığın, vahşetin, yolsuzlukların en ciddi düzeyde yaşandığı dönemi yaşıyoruz. Bir Müslüman bunları biliyor olmasına rağmen bunlara onay veriyorsa en çok korktuğum şey odur. Çünkü ondan herşey beklenir. Allah’ı kandırıyor ve bunu yapanın yapamayacağı şey yoktur. Allah’ı tanımayan AİHM hakiminin dediğini mi yapacak! AİHM yargıcı AYM kararı ne ki, kim ki Allah’ın sonsuz kudretinin yanında!

Biz Kürt kadınlarının mücadelesine çok şey borçluyuz

Devletin resmi ideolojisi ilk dönem Türkçülük 12 Eylül sonrası İslamcılık üzerine böyle kuruldu. İkisi de sahte, samimiyetsiz. Kobanî’de, Suriye’nin Kobanî kasabasında karşı karşıya gelen iki güçten biri aydınlığı, biri sabahtan beri anlattığım karanlığı temsil ediyordu. IŞİD’in teslim ettiği zihniyet bu zihniyet. Rojava’daki Kürt hareketinin şekillendirdiği düşünce de anlattıklarımdır. Biz İslam’a böyle bakıyoruz. Kürt sorununun çözümünde ortaya koyduğumuz perspektif en makul en ilerici olandır. Kadın özgürlükçü bakış, Avrupa’dan bile daha ileri noktadadır. Kadın özgürlüğü perspektifi Kürt hareketinde belirleyici rol oynamıştır. Biz Kürt kadınlarının yürüttüğü mücadeleye çok şey borçluyuz. Kobanî’de de bunun temsiliyeti vardı. İkincisi ekolojist yaklaşım. Çevre başkadır ekoloji hareketi başkadır. Ekoloji hareketinde toplum da vardır, ağaç da taş da dere de vardır, sosyoloji de vardır, sosyalizm de vardır. Bugün Müslüman da Hristiyan da kadın da erkek de Kürt de Türk de olsa en iyi savunabileceğimiz düşünce ekososyalizmdir. Müslümanlara da tavsiyemdir, okusunlar baksınlar. Ekososyalizme en uygun düşünce tarzı İslamiyet’tir. Yine Kürt hareketinin toplumsal demokrasi boyutu. Temsili demokrasiyi eksik demokrasi olarak görüyoruz. Doğrudan demokrasiye geçişi savunuyoruz. Demokratik özerklik bunun idari modelidir. Bunun adı öz yönetim anlayışıdır. Kürt hareketi antikapitalisttir, emekten yanadır, emek sömürüsüne emeğin talanına karşıdır. Herkesin çalıştığı yerde hiçbir mesleğin küçümsenmeden, insan onuruna yakışır kazançla yaşayabileceği gelire, ücretsiz konuta sahip olmasını savunuyoruz.

Kapitalistin doğayı talan ederek yaptığı hiçbir yatırımı kabul etmez. Dağıtım yapılırken adil dağıtım, vergide çok kazanandan çok vergiyi savunur. Antiemperyalistir, kültürel emperyalizme de fiziki emperyalizme de karşıdır. Tekçiliğe, ırkçılığa, dile, etnisiteye dayalı ulusu savunmaz. Bir ulus içinde birden fazla dil olur, herkes eşittir. Özgürlükçü laikliği savunuruz ki temelinde dini özgürlük vardır. Ama devletin bütün dillere ve dinlere eşit yaklaştığı bir devlet yönetimini savunur. Kişiler laik olmaz, devlet bütün dinlere eşit ve şakasız yaklaşır. Diyanet, Sünni ve Hanefi mezhep için hizmet etmez, din işleri kurulu oluşturur, ateistler dahil Êzidî, Alevi, Sünni, Hristiyan dahil herkesin yönetimde temsil edildiği, herkese eşit hizmetin götürüldüğü, ibadetlerine imkan sağlandığı bir din hizmeti savunur. Caferilerin ibadet yerinin camiden farkı yoktur. Bu vatan hepimizin ortak vatanıdır. Bunu söylediğimizde sanki babasının arazisine kaçak yapı kurmuşuz gibi! Kardeşim ortak vatan derken bu ortak vatanın en büyük parçasını biz vermişiz. Senin tapulu arazinden bir şey istemiyoruz. En çoğunu biz vermişiz. 

Biz ortak vatan diyoruz sen daha kabul etmiyorsun. Ortak vatan; Mezopotamya da Anadolu da Trakya da ortak vatanımız. Kimsenin babasının malı değil. Bütün bu teorilerin kuramların hem pratize edilmesinde hem gelişmesinde Öcalan’ın rolü var. Bu yüzden ona atıf yapıyoruz, bu yüzden onunla görüş yapılmasını istiyoruz. 

 Türk gencini -20 dereceye savaşa göndereceğinize İmralı’ya heyet gönderin

Ben açık söyleyeyim; ben Öcalan biatçısı değilim, 8 defa görüştüm, gençliğimden beri okurum. İmralı’da olmasına rağmen geliştirdiği, demokratik çözüm perspektifidir. Ya Abdullah Öcalan radikal dinci olsaydı, ırkçı olsaydı? Ya Öcalan radikal dinci milliyetçi olsaydı? Türkiye nereye dönerdi bunun kıymetini bilmiyorlar mı? Sayın Öcalan dediğimizde kıyameti koparıyorlar, Sayın Kenan Evren desek birşey demezler. Ki burada Abdullah Öcalan’ın PKK’yi kuruluş sürecini, sonrasını tartışacak değilim, kendisi kendi yargılamasında özeleştirisini de verdi, çözüm önerilerini de sundu. Kuru kuruya şeyh-mürit ilişkisi değil bizimkisi. 

Okuduğumuz tanıdığımız anladığımız için söylüyoruz, Kürtler için de Türkiye için de bir şanstır. Bu şansı değerlendirin. Türk gencini -20 dereceye savaşa göndereceğinize imralıya heyet gönderin. Kıyamet mi kopar? Çocuklar yaşasın, bunu anlatmaya çalışıyoruz, bunu istiyoruz. Bu aydınlık zihniyetin yenilmemesi için yaptığımız çağrıdır. Bizim dünya görüşümüz, insana yaklaşımımız budur.”

25 Aralık 2023

rodi
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.