Benim de vicdanım sızlıyor. Haksızlık karşısında susan insanlardan olmamak için vicdanımın sesini duyurmak istiyorum.
Öncelikle belirtmeliyim ki Demirtaş için ADALET istemiyorum, çünkü adaletin bu topraklarda katledilmesinin üzerinden uzun yıllar geçti.
HUKUK da istemiyorum, çünkü hukukun kırıntısı dahi uygulanmıyor.
KANUN/YASA uygulanmasını da istemiyorum, çünkü kanunların da işlerliği keyfiyete bağlıdır.
MERHAMET de istemiyorum. Ceberut yönetimlerden merhamet dilenmez. Ben de Demirtaş’a MERHAMET edilmesini talep etmiyorum. Zaten devlet ricalinde merhamet kalmamıştır, ayrıca Demirtaş da merhamet dileyecek bir insan değildir, bunların merhametine de ihtiyacı yoktur.
Devletten de merhamet değil, hukuk ve adalet beklenir, onlardan da ne yazık ki ülkemizde söz edilemez oldu.
Bu durumda tek şey istiyorum: Artık bu haksızlık ve ZULÜM son bulsun.
—
Kuşkusuz haksızlığa isyanım yalnız Demirtaş için de değildir. KHK, OHAL ve diğer mağdurların tamamı içindir.
Milletvekili, Belediye Başkanları ve diğer Kürt siyasetçileri, Osman Kavala, Polis memurları, kursiyer ve askeri öğrenciler, iş insanları, esnaf ve tüccarlar, Mustafa Ünal, Ali Ünal, Hidayet Karaca gibi gazeteci ve yazarlar ve daha nice ideolojik ve taraflı yargı mağdurları için feryat ediyorum.
Esas olarak ceberut yönetim tarafından mağdur edilen toplumsal kesimlerin tamamı için bir çığlık atmak istedim. Muhataplar çığlığıma yüz çevirseler de okurlarımın vicdanında karşılık bulacağına inanıyorum.
Başta Selahattin Demirtaş olmak üzere yüzlerce Kürt siyasetçinin ve KHK mağdurlarının cezaevlerinde tutulmasının haklı bir gerekçesi olmadığı kanaatindeyim.
Yasal ve meşru bir parti olan HDP’yi doğrudan terörle ilişkilendirmenin de demokrasi ve hukuk devleti tanımı içinde kabul etmek doğru değildir.
Siyaset ve siyasetçiler üzerindeki baskılar, kayım atamaları, dokunulmazlıkların kaldırılması, tutuklamalar, ağır cezalar sadece hukuk ayıbı değil, bir devlet için utanç tablosudur. Hiçbir iktidarın devlete bu utancı yaşatmaya hakkı yoktur.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına rağmen Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş gibi sivil toplum liderleri ve siyasetçinin tutuklu kalması, Anayasa ve yasaların keyfi olarak uygulanması, Türkiye’yi uluslararası toplum nezdinde küçük düşürmekte ve itibarsızlaştırmaktadır.
Bir yurttaş ve siyaset adamı olarak ülkemizin düşürüldüğü bu duruma sessiz ve tepkisiz kalmayı insanlık onurumla ve yurtseverliğimle bağdaştıramıyorum.
Demirtaş’ın bazı söylemlerine ve ideolojik radikal siyasetine ben de katılmıyorum ancak görüşleri nedeniyle cezalandırılmasını insanlık vicdanıyla da bağdaştırmıyorum.
Ceberut yönetimler dışında dünyanın herhangi bir ülkesinde keyfi olarak cezalandırılan benzer bir siyaset insanının olduğunu da sanmıyorum.
Kanaatime göre Demirtaş’ın cezaevinde tutulmasının nedeni; ne “Seni Başkan yaptırmayacağız” ne de “Başkan Apo’nun heykelini dikeceğiz” sözleridir. Muhtemelen cezalandırılma nedeni muhalif olması ve Kürt sorununu barışçı yöntemlerle çözme ve statükoyu demokrasi ile terbiye etme iddiasıdır.
Nihayet sarfettiği sözleri için daha sonra düzeltme ihtiyacı duymuştur: “Benim o cümleyi sarf ettiğim dönemin siyasi atmosferi unutuluyor, unutturuluyor. Aslında ben öyle heykel meraklısı biri değilimdir. Heykelini dikmeyi, mecazi anlamda kullanmıştım. Hatta aynı gün, yani o sözleri söylediğim gün, heykel meraklısı olmadığımı söylemiştim de. (Halk TV 2016, İpek Özbey, Barış Pehlivan, Fikret Bila ve Salim Şen programı)
Hangi gerekçe ile ifade edilirse edilsin, devlet onayıyla Çözüm sürecinde bir lider ve barış elçisi olarak rol alan bir siyaset adamını cezalandırmak hukuk ve ahlak anlayışıyla bağdaşmaz.
Çözüm sürecinde İmralı ve Kandil görüşmeleri kimin izni ve onayıyla yapılmıştır?
Habur Sınır Kapısında mahkemeler kurulmadı mı?
PKK militanları, gerilla kıyafetiyle “barış grubu” olarak yüz binlerin gösteri ve coşkusuyla Diyarbakır’a getirilmedi mi?
Bu projenin mimarı mevcut iktidar değil miydi? Nerede proje sorumluları ve uygulayıcıları?
Çözüm sürecinde HEP ve Selahattin Demirtaş’ın aldığı rol elbette tartışılır. Bu süreçte ben de hem iktidara hem de HDP’ye yönelik eleştirilerimi belirtmekten çekinmedim.
Bugün de tekrar etmekte yarar görüyorum:
Silah, şiddet ve terör özgürlük araçları değildir. Hak ve özgürlüklerin pazarlığı olmaz. Pazarlığın, silahlı mücadelenin nasıl sonuçlandırılabileceği ile ilgili olması gerektiğini defalarca belirttim. Bunun da tarafları ve muhatapları bellidir; Siyasi iktidarın onayıyla İstihbarat birimleri ile PKK ve Abdullah Öcalan’dır.
PKK ile yapılan pazarlığa Kürt halkının HAK talepleri dahil edilmemeliydi. Silahlı mücadeleden vazgeçilmesinin koşulları konuşulmalıydı.
Kanaatime göre PKK ile hak ve özgürlüklerin pazarlık konusu yapılması, sorunu daha karmaşık hale getirmek ve çözümsüz kılmak içindi. Sonuç itibariyle de böyle olmadı mı?
Belirtmek isterim ki HEP’in derin uzantılarının pazarlık masasında olmalarını yadırgamıyorum ancak Selahattin Demirtaş’ın bu tiyatroda rol almasını doğru bulmadığımı geçmişte de yazdım, bugün de yinelemek isterim.
Kürtler açısından çözüm; silahlara ve radikal ideolojilere veda etmektir. En azından fikri ve fiili olarak bir mesafe koymaktır. Kürtler bunu başarmadıkça hak-eşitlik ve özgürlük taleplerine karşılık bulamazlar.
Selahattin Demirtaş’ın katkısı, radikalizmden uzak durarak ancak önemli hale gelebilirdi, bunu da yapamadı/yapmadı veya kendisine imkân tanınmadı.
Ancak bunun için cezalandırılması gereken asla Selahattin Demirtaş değildir. Biliyoruz ki Sayın Demirtaş barış ve çözümden yanaydı ve bunun için de cezalandırıldı.
—
Selahattin Demirtaş, bugün de önemli bir siyasi şahsiyet olarak özel ve etkin konumunu sürdürmektedir. Genç, cevval, cesur, maharetli, bilgili, entelektüel, zeki, özgüvenli, dürüst ve güven duyulan bir siyasetçi olarak toplumsal karşılık bulduğunu görmezden gelemeyiz. Sadece Kürt siyaseti için değil, Türkiye siyaseti için de önemli ve ihtiyaç duyulan bir aktör olduğunu bilmeliyiz.
Demirtaş sadece DEM Parti geleneğine bağlı Kürtler için değil, duyarlı kesimlerin tamamı nezdinde mağdur ve masum kabul edilmektedir. Bir siyaset insanını yıldırmak için sadece siyasi görüşleri nedeniyle 42 yıl ceza verilmesini hangi vicdan sahibi kabul edebilir?
Demirtaş da bu gerçeğin farkında olduğu için şöyle mesaj vermiştir:
“Bazen duyuyorum, 42 yıl ceza aldım diye üzülenler olmuş, halkımız bilsin ki biz çok moralli ve güçlüyüz, her gün yeni acılar yaşansa ve ağır bedeller ödense de inançlarını asla kaybetmesinler. Biz çok kararlı ve dirençliyiz. Mutlaka kazanacağız.”
Bu inançta bir insanı yıldırmak mümkün mü?
Bir ZAZA delikanlısından statükoya boyun eğmesini isteme gafletine düşenler, telafisi olmayan bir girdaba düştüklerini 8 yıl sonra da olsa elbette fark etmişlerdir. Zulümde ısrarın bir yararı olmayacaktır.
Kürtler de bugün olmasa da elbette haklarıyla var olacakları bir siyaset ve hukuk zeminine kavuşacaklardır.
Bu nedenle ZULÜM ve cezalandırma süreci artık SON bulmalı ve Selahattin DEMİRTAŞ serbest kalmalıdır.