DOLAR
34,4656
EURO
36,3833
ALTIN
2.960,69
BIST
9.288,89
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Az Bulutlu
9°C
Pazar Az Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
11°C

Bir filmin hatırlattıkları: 1915’ten Dersim 38’e, 90’lara uzanan yol…

Bir filmin hatırlattıkları: 1915’ten Dersim 38’e, 90’lara uzanan yol…
08.05.2023 12:13 | Son Güncellenme: 08.05.2023 12:14
242
A+
A-

“Acılı bir coğrafya. Her karışında bitmemiş bir hikaye, çatlağını arayan bir su var. Zarife’nin katledilen ailesinin hafızasını bir şarkıya yükleyip unutamaması da, benim ninemden duyup unutamadığım uçurumdan bebeğiyle atılan Ermeni kadın hikayesi de aynı acı tarihin parçası.”

Bölük pörçük şeyler hatırlıyorum çocukluğumdan. Rahmetli ninemin uzun karlı kış günlerinde, ‘lüks lambası’ eşliğinde anlattıkları. Günlerce kesik kalan elektrikler, hafızalarının derin kıvrımlarında kalmış ‘bazı şeyleri’ saldığı anlatımlarla buluşurdu. Ninemin yarısı Alevi bir köyden olması, köyün imamının kızı olarak ilk evliliğini Alevi biriyle yapması ‘duyduklarını’ arttıran etkenler olmuştu. Öyle ya bir ‘yaşam savaşı’ verilmişse, silahtan bıçaktan ölümden kaçan ve saklanan birilerinin hikayesi varsa, bin yıllık ‘kızılbaş’ hafızasından daha iyi kim anlayabilir ve dilden dile aktarabilir ki?

Dersim’in hemen dibindeki Peri Vadisi’nde doğup büyüdüm. Bir zamanlar biz Kürtlerden çok daha zanaatkar olan Ermenilerden iz yok artık oralarda. Mezarları kazılmış, kiliseleri tahrip edilmiş, bazıları camiye çevrilmiş; onlardan kalan bir iki parça taş da kazılıp parçalanmış ‘gömü’ bulma umuduyla. İz yok ama hafıza orda duruyor. Hikayeler. “Gidenlerin”, “geride kalanların” hikayeleri suyun çatlağını bulması gibi sızıp duruyor geçmişin dehlizlerinden.

binguven-bal2

Bir kadından bahsediyordu ninem. Katliamdan, büyük sürgünden geriye kalan çocuğunu sırtlanmış, dağ bayır kaçan. Bizim köyle ninemin köyü arasında kalan derin vadiden geçmiş, saklana saklana. Öyle bir uçurum var ki vadide, yukarıdan bir ceviz salsan, bir saat sonra anca varır dipteki dereye. Peşinde birkaç kişi. Tam o uçurumun tepesinde yakalamışlar. Ağlamış, yalvarmış. “Ne yapacaksanız önce bana yapın” demiş. Dinler mi ganimet peşindeki ‘gavur kovalayan’. Bebeği aldığı gibi fırlatmış uçurumdan içlerinden biri. Sıra çığlıklar vadiyi dolduran kadına gelmiş. Tam ona doğru yönelmişler, bir ceylan gibi fırlamış, bırakmış kendini boşluğa.

Tam burada durup soluklanırdı ninem. İçini çekerdi. O kadınla birlikte yardan atlamış gibi hırıltılar duyulurdu boğazından. Babam, annem, kardeşlerim, çıt çıkmazdı hiç birimizden. Defalarca, defalarca aynı hikayeyi dinleyip soluksuz kalırdık. ‘Nefes arası’ bitince, her seferinde aynı biterdi hikaye: “Kadının altınlarını alıp, ona kötülük yapmak isteyen adamlar şaşırmış kalmış. Can tatlıdır nasılsa deyip kadının da atlayacağını hesap edememişler. Önce bebeğin, sonra kadının çığlıkları kesilmiş. Bakmışlar bakmışlar ama bir şey de görememişler. Oturup sigara yakmışlar, aşağıya da bakmaya devam etmişler. Çok sonra bir de ne görsünler, uçurumun karşı yakasında kadın bebeğini kucağına almış koşuyor.”

Her seferinde kadınla bebeğin karşı kıyıda koşmasının heyecanını yaşardım. “Ohh be yine kurtuldu” derdim. Niye kaçıyor, “gavur” nedir, “hers” denilen kadından ne istiyorlardı anlamazdım. Hikayesi bitince de bir “bilgi” paylaşırdı ninem. O kadın, çocuğuyla beraber civar bir köye gitmiş, köyden zengin bir ailenin yanına hizmetçi girmiş, evin sahibi erkeğe eş olmuş, kızını da büyütmüş. Tabi Müslüman olmuş, unutmuş eski adetlerini…

Aklım ermeye başladıkça o kadına ve çocuğa ne olduğunu merak ettim hep. Kadın muhtemelen çoktan ölmüştü de küçük kızı büyümüş, belki ninem yaşında olmuştur diye düşünürdüm. Onu bulsam keşke, bulsam da annesini hatırlıyor mu diye sorsam. Annesi ona anlattı mı o uçurumda yaşananları, nasıl ölmediler, din değiştirince neler yaşadı, çok eziyet çekti mi yeni kocasından, kocasının ilk karısından, köyün geri kalanından…

KAZIM ÖZ’ÜN ZER FİLMİ…

Bu uzun girişi, geçenlerde YouTube’da erişime açılan Kazım Öz’ün Zer filmini izlerken hissettiğim yoğun duyguların etkisiyle yazdım. ‘Zer’de de yine kendilerini kovalayanlardan kaçanların hikayesi ve o hikayenin hafızalara kazınan tortularının on yıllar sonrası sessizce sızması anlatılıyor. Hikaye çok benzer. Üstelik Dersim’den, Peri Vadisi’nin diğer ucundan. Bir dağın ayırdığı benim bölgemle, az ilerisindeki Dersim’in ortak hikayelerinden biri.

Dağ, taş bayır demeden her yeri yakıp kavuran bir saldırganlık; çoluk-çocuk, kadın herkesin katledilip, derelerin “günlerce kızıl aktığı” 1938’teki “tunç eli harekatı.” İşte Zer’de de, o katliamdan kılpayı kurtulmuş küçük iki kız çocuğundan birinin, “Zarife”nin hikayesi anlatılıyor. Zarife’den torunu “Jan”a uzanan bir hafıza öyküsü.

Zer, babaannesinin ölüm döşeğinde, Jan’a söylediği bir şarkıdır. Dersim Katliamı’nın tanıklarından olan Zarife asıl kimliğini, geçmişini ve hafızasını bu şarkıda saklı tutmuştur. Paris’te doğup New York’ta büyüyen Jan, babaannesinin geçmişini aslında bir anlamda da kendi özünü aramak için Dersim’e doğru bir serüvene açılır.

Görülür ki Zarife, katliama bizzat katılan bir komutanın evlat edinmesiyle Afyon’a götürülmüş, orada evlatlık edinilerek, büyütülmüş. Her şeyi unutması sağlanmış, geçmişi silinip atılmış. “Dersim’in kayıp kızlarından” o da. Ama Zarife’nin binlerce yılın bakiyesini saklayan derin “hafızası” unutmamış. Ne yapıp edip “Zer” şarkısında saklamış belleğini. Ölüm döşeğinde sessizce mırıldandığı şarkı, torunu Jan’a aktarılınca, bir merak ve öğrenme arzusuyla, boşaltılıp, baraj suları altında kalan köye dek süren bir yolculuğa dönüşmüş.

DERSİM KATLİAMI VE PERİ VADİSİ…

Çocukken ninemden dinlediğim tek hikaye “ölümden kaçan Ermeni kadın” hikayesi değildi tabi. Zer’in bana hatırlattığı, zihnimin kıvrımları arasından söküp getirdiği başka hikayeler de duydum ondan. Dersim’e iki üç günlük yürüme mesafesindeki Kiğı’da tabii ki o katliamın izleri de olacaktı. 1915’ten 23 yıl sonra, yine kadınlar çocuklarını bağırlarına basıp kaçıyor, anneleri babaları mağaralara doldurulup “fareler gibi zehirlendiğinde” çocuklar yapabildikleri tek şeyi yapıp, ormanlardan dağlardan en yakın yerleşim yerlerine koşuyordu. “Kızılbaş” Dersimlilerin, Sünni -Alevi de çok- Kiğı köylerine sığınmalarının hikayelerini de dinledim. Bir parça şanslıymış Dersim’den gelenler, en azından aynı dili konuşuyorlarmış, Allah Muhammed demeyi biliyorlarmış.

Ya Ermeniler?

“En çok kızları arıyorlarmış” diyordu ninem. Yaşı tutmamış, görmemiş ama o da duymuş kendi büyüklerinden. Okumamış, bugünkü deyimle “cahil” ninem, öyle güçlü bir hafıza inşa etmiş ki, farkında olmadan bir bölgedeki Ermeni’nin, Alevi’nin, Kürdün acısını biriktirmiş. Jandarmaların aradığı küçük kızların, harekata katılan komutanlara “evlatlık” verilerek, topraklarından, Dersim’den koparılan “kayıp kızlar” olduğunu, katliamın üzerinden neredeyse 100 yıl geçtikten sonra ancak konuşabiliyoruz, izleyebiliyoruz. O da kısmen.

Zer’in Kültür Bakanlığı’ndan yediği sansürü araştırıp okumanızı tavsiye ederim. Sinemalarda gösterilirken “Bu sahne Kültür Bakanlığı’nın sansürü nedeniyle gösterilemiyor” yazısına muhatap olan iki sahneden biri, kurbanlarla katillerin aynı karede göründüğü Dersim Katliamı sergisine dairdi, misal.

1915, 1938 VE 1990’LAR…

38’de bu köylere sığınıp, orada jandarmalara yakalanmamak için kendi aile fertleriymiş gibi saklanan insanlar, ortalık durulunca, dönmüşler yurtlarına. Derler ki 1915’te “büyük sürgün” başlayıca, bu kez bizim buradan, Kiğı’dan Dersim tarafına kaçanlar olmuş. Dönebilmişler mi, gittikleri yerde bir de 1938’e mi muhatap olmuşlar, ne olmuş akıbetleri belirsiz. Bilinen, katliamlar ve sürgünler arasında Peri Vadisi, hep yer değiştirenlere tanık olmuş. 1990’lı yıllara geldiğimizde ise bu kez bir başka hikaye yaşıyor bölge. Pek çok köyü boşaltılmış, yakılmış. Bugün bile harabe onlarca köy var. Vadileri doludan baraj suları altında kalan. Son yıllarda tek tük dönenlerin inşa ettiği, bir iki evli köyler…

Acılı bir coğrafya. Her karışında bitmemiş bir hikaye, çatlağını arayan bir su var. Zarife’nin katledilen ailesinin hafızasını bir şarkıya yükleyip “unutamaması” da, benim ninemden duyup “unutamadığım” uçurumdan bebeğiyle atılan Ermeni kadın da aynı acı tarihin parçası.

Henüz daha ilkiyle bile yüzleşememişken, sonrakileri nereye koyacağız sahi?

Kaynak: https://kronos36.news/tr

rodi
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.