Öncelikle belirtmek isterim ki, Alevileri tanımlamaya çalışmayacağım, çünkü buna hakkım yoktur, kimsenin de hakkı olduğunu düşünmüyorum. Onlar kendilerini nasıl tanımlıyorlarsa öyle kabul etmek zorundayız. Sünnilerin, Devlet-Diyanet ve din adamlarının Alevilere bir tanım ve statü biçmesi de doğru değildir.
Sünniliğin tek tanımı, tek inanç biçimi, tek mezhep ve meşrebi olmadığı gibi, Aleviliğin de tek tanımı, tek inanç biçimi yoktur. Olması da gerekmiyor. Sünnilik gibi Alevilik de, farklı dinlerden, farklı kültür ve inançlardan, tarihi ve siyasi olaylardan, farklı coğrafyalardan etkilenmiştir.
Sünniler gibi Alevilerin de solcusu, sağcısı, muhafazakârı, seküleri, milliyetçisi elbette vardır ancak bunların hiç biri, bir parti veya bir ideoloji Aleviliği ve Alevilik inancını temsil etmez, esas olan Aleviliktir, Alevi inancıdır, öğretisidir.
Peki, Sünniler için tek tanım aranmazken Aleviler için aranması doğru mudur?
Emevi iktidarıyla başlayan zulüm ve Emevi siyaseti ile oluşan Sünnilik geleneği doğru anlaşılmadan Aleviliği doğru anlamanın mümkün olmadığını düşünüyorum. Çünkü Alevilik, sadece Hz. Ali ve Ehl-i Beyt taraftarlığı değil, Emevi siyasi-Sünni Müslüman geleneğine karşı muhalefet etmiş bir inanç ve siyasi bir unsurdur.
Bu bağlamda Alevilik bir mezhepten ibaret değildir. Alevilik, Sünni çoğunluğun tabi olduğu Emevi din geleneğine karşı farklı bir İslam yorumuyla harmanlanmıştır.
Alevilik inancını, İslam öncesi din ve inanç kaynaklarına dayandıranlar da vardır. Şamanizm’e veya Zerdüştlüğe dayandıran çok sayıda yazılmış makale ve kitaplar mevcuttur. Özellikle yurt dışında örgütlü Diaspora Aleviliğini örnek göstermek mümkündür.
Bu anlayışı, ülke içinde ideolojik ve politik Alevi gruplarında da görmekteyiz. “Ali’siz Alevilik” olarak da tanımlanan bu anlayış, daha çok İslam’dan ayrışmak veya Aleviliği İslam’dan farklı bir “din” olarak tanımlamaktan kaynaklanmaktadır.
Bu kesimi de yadırgamıyorum. Nasıl inanıyor ve kendilerini nasıl tanımlıyorlarsa haklarıyla ve inançlarıyla hukuk güvencesinde özgürce var olmalıdırlar.
Aleviliği İslam’dan ayrı bir din olarak gören yurttaşlar dâhil, devlete düşen, dini inançlarını yaşamak isteyen vatandaşların güvencesi olmaktır. Alevilerin bağımsız, özgün bir inancın mensupları olarak hak taleplerinin önünün kesilmesi kabul edilemez.
Aleviliğin tanımında bir uzlaşma aramak da doğru değildir, bugün itibariyle buna imkân da yoktur. Aleviliği; sadece “Hz. Ali’yi sevmektir” ya da “Ehli beyti sevmektir” anlayışından yola çıkarak Sünni anlayış ile tanımlamak gerçekçi değildir.
Alevilerin toplumsal ve siyasal yaşamımızda kendileri olarak ve çoğulcu kimlikleriyle yer almaları, hem daha gerçekçi, hem de ‘Toplumsal Barış Projesi’nin gerçekleşmesinde çok önemli bir adım olacaktır.
Alevilik ve Aleviler denince, Dersim’e ve Dersim Alevilerine ayrı bir paragraf açmak durumundayım. Coğrafyası ve toplumu ile Dersim’in çok özel bir anlam ve önem ifade ettiğini vurgulamak zorundayım.
Dersim Alevilerinin en belirgin iki özelliklerinden biri; Alevilik inancını etnik kimliklerinden daha öncelikli görmeleri. Onlar her şeyden önce Alevidir. Ali’ye, Ehl-i Beyt’e iman ile bağlıdırlar.
Diğer öne çıkan özellikleri ise hayata bakış merkezine insanı koymalarıdır. Onlara göre özne insandır, insanlıktır. Tıpkı Muhammed İkbalin dediği gibi “insanlık, insanlığa hürmet etmektir.” İnsana, doğaya, canlıya saygıları bu toplumu da saygın kılmaktadır.
Osmanlı’nın ayırımcı politikalarından muztarip olmuş Dersim halkı, Cumhuriyet projesine destek vermişti. Ancak tarihin en büyük zulümlerden birini cumhuriyet devletinden görmüştür…!
1935-1938 yılları arasında ulus devlet inşa projesi kapsamında planlanmış operasyonel bir tenkil-tehcir-tedip-katliam ve asimilasyona tabi tutulmuşlardır. Bu dönemde hem Alevilik hem de Kürt kimliği ile tarifi imkânsız baskılar ve acılar yaşamışlardır.
12 Eylül 1980 cuntası ile başlayan Sünnileştirme politikaları artarak devam etmektedir. Son yıllarda bürokrasiden neredeyse tamamıyla tasfiye edilmişlerdir. Kurum başkanı, rektör, vali ve emniyet müdürü gibi görevlerde tek bir Alevinin dahi olmaması, “öteki” olarak muamele gördüklerine yeterli bir örnek olduğu kanaatindeyim.
Müesses nizam ve resmi ideoloji Dersim olaylarıyla yüzleşip pişmanlık duymadıkça, Aleviler Türkiye’nin hiçbir ilinde ve kasabasında güvende olamazlar!
21. yüzyılda ulusçu, ırkçı, tekçi, inkârcı, ayrımcı ve ötekileştirici ceberut sistem ile daha fazla yol almanın, devleti ve toplumu yönetmenin imkânı yoktur. Israr ve inat daha çok tahribat, düşmanlık ve bölünmelere yol açar.
Gaflet ve hamaset uykusundan uyanmanın zamanı çoktan geçmiştir ancak bir kez daha deneme şansımızın olduğunu düşünüyorum. Empati yaparak düşünmeyi başardığımızda görülecektir ki, birlikteliğimizi, beraberliğimizi engelleyen farklı kimliklerimiz ve inançlarımız değil, ötekileştiren otoriter düzenin kendisidir.
Bu nedenle otoriter düzen ve ceberut yönetim değişmedikçe ülkemiz de, halkımız da, hiçbir kesim de güvende olamaz. Asırlardır yaşanan mezalimi ve acıları geride bırakmak için değişime, kalıcı ve adil bir barışa ihtiyacımız var.
Bu bağlamda, ‘hukukun üstünlüğüne dayalı, çoğulcu demokratik sistem ortak paydasında’ bir araya, yan yana, barış içinde birlikte olmaya mecbur ve mahkûm olduğumuza inanıyorum.