DOLAR
32,3373
EURO
34,9659
ALTIN
2.325,93
BIST
9.103,08
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
23°C
İstanbul
23°C
Az Bulutlu
Cumartesi Az Bulutlu
22°C
Pazar Parçalı Bulutlu
22°C
Pazartesi Az Bulutlu
24°C
Salı Az Bulutlu
18°C

Abdulbaki ERDOĞMUŞ

Abdulbaki Erdoğmuş, 1 Ocak 1958 yılında Genç doğumludur. İlkokulu Genç’te İmam Hatip okulunu da Diyarbakır da bitirdi. Erzurum Yüksek İslam Enstitüsü (İlahiyat Fakültesi) mezunu olup Medrese Eğitimini de Diyarbakır da tamamladı. İmam Hatip ve Müftülük görevlerinden sonra 1999 seçimlerinde ANAVATAN Partisinden 21. Dönem Diyarbakır milletvekili olarak seçildi. Aktif siyasetten sonra Sivil Siyaset çalışmalarına devam eden Erdoğmuş, Sivil Siyaset Platformu ve Sivil Siyaset Girişimi Sözcülüğü yaptı. Şimdi ise Sivil Siyaset Hareketi Koordinatörlüğünü yapmaktadır. Yayınlanmış 3 kitabı vardır.

Adalet devleti mümkün mü?

A+
A-

Adalet devleti mümkün mü?

Adalet; her şeyi tam olarak yerine getirmek, herkesin hakkını vermek, hakça paylaşmak, hakkı güvenceye almak ve ölçülü davranmak şeklinde özetlenebilir.

Adaletin iki boyutu vardır. Birincisi eşitlik adaletidir. Eşitlik adaleti; insan hakları ve dolayısı ile insanlık değerleri açısından dil, din, cins, ırk gibi farklılıklarda ve “yurttaşlık” gibi aidiyetlerde hiçbir gerekçe ile ayırımcılık yapılmamasını gerektirir.

İkinci boyutu ise her somut olayda herkese somut olayın özelliğine göre: Emeğinin karşılığını, suçunun cezasını, liyakatinin uygun olduğu görevi verebilme adaletidir.

binguven-bal2

“Adalet devleti” arayışı ise alternatif bir model olarak ileri sürülmüş ve daha çok siyasetin konusu yapılmıştır. Oysa adalet, sadece siyasetin konusu değil, yaratılışın, evrenin ve bütün varlıkların ‘ortak değeri’ ve ‘Mizan‘ın gereğidir.

 Adil yönetim, adil yönetici, adil insan tanımını “Adalet devleti” ile özdeşleştirmek pek gerçekçi değildir. Adil yönetimler, adil idareciler, adil insanlar hep olmuşlardır ancak “Adalet devleti” hiç olmamıştır.

“Adalet devleti” söylemi çok idealist bir iddiadır. Adalet ve devlet bir arada, yan yana veya birlikte barışık yaşaması, ideal bir arayıştır ancak bugün itibariyle ütopiktir. Geçmişte örnekleri olmadığı için bir tasavvurdan öteye geçmemektedir.

Bu bağlamda, Jerome Deshusses’in “İnsanlık var olduğundan beri ne ideal sahipleri iktidar olabilmiştir ne de iktidarlar ideal sahibi…” sözünü çok anlamlı buluyorum.

Hz. Ali’nin (r.a) “devletin dini adalettir” ifadesi ise, yönetim sisteminin adalete dayanması ve yöneticinin adil olmasının zorunluluğunu ortaya koymaktadır. Çünkü iktidarların, siyasetçi ve yöneticilerin inanç, din veya etnik aidiyetleri sorgulanmaz, adaleti sorgulanır.

Buna göre yönetimleri, yöneticileri ve karar vericileri meşrulaştıran dini, etnik aidiyeti, mezhep ve meşrebi değil, ehliyet, liyakat ve adaletidir. Ehil ve Adil olmayanın yönetme, yönetici olma hakkı yoktur, buna rağmen yönetiyorsa zorbalık ve zulümdür.

Kur’an’da buyurulan ayetlerde de muhatap devlet değildir, insanın kendisidir, yöneticiler ve sorumlulardır:

“Allah, size emanet edilen (şey)leri ehil olanlara tevdi etmenizi ve her ne zaman insanlar arasında hüküm verecek olursanız adaletle hükmetmenizi emreder. Allah’ın size yapılmasını tavsiye ettiği (şey), mutlaka en güzel (şey)dir: Allah, kesinlikle her şeyi işitendir, her şeyi görendir.” (Nisa/4:58)

Bir devletin meşruiyet kaynağı adaleti tesis edecek olun hukuktur. Adalet de hak sahibine hakkını, cezaya müstahak olana cezasını hukuk ile vermektir. Hukuk yoksa devletin meşruiyeti de yoktur..! Devlet gücüyle de olsa hak ve hukuk ihlali düzeni bozar, ifsadı yaygınlaştırır, devletin ve toplumun çöküşüne zemin hazırlar.

Adalet, İnsanlığın, Tevhidin ve Evrenin direğidir. Bu direk zayıfladığında Tevhid inancı da insanlık ve evren de çöker.! Adalet yalnız insanın değil, bütün varlıkların ortak ihtiyacı ve ortak paydasıdır.

Bugün ihtiyacımız olan; devlette hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, yönetimde dürüstlük ve adalet, yöneticilerde bilgi, liyakat ve emanet, siyasette çoğulculuk, ortak akıl, hürriyet, temsilde adalet gibi ilkeleri esas almaktır. Bu ilkelerle oluşan bir toplumsal bilinçle medeniyet inşası da mümkün olacaktır.

İnsanlığı kuşatacak olan evrensel hukuk olduğuna göre, devlette adaleti tesis edecek olan da hukuktur. Hukukun üstünlüğüne dayanan ve hukuk ile sınırlandırılmış devletlerde adalet inşası ve uygulaması mümkün hale gelebilir. Bu durumda dahi adalet ve devleti birlikte tanımlamanın doğru olmadığını düşünüyorum.

Orduları, bürokrasisi, finans ve vergi kurumları, egemenlik iddiası olan, içerde ve dışarıda çıkar kavgası veren, öldürücü silah üreten, satın alan veya satan, uluslararası ilişkileri ve ittifakları kuran devlet aygıtını “adalet devleti” tanımı içine almak nasıl mümkün olacaktır?

“Adalet devleti” yerine “hukuk devleti”, yani hukuk ile sınırlandırılmış bir devlet iddiası taşımak daha doğru olur. Çünkü demokratik devletler, meşruiyetlerini hukuktan alır. Adaleti, mümkün olan en üst seviyede tesis etmeyi amaç edinen ise “hukukun üstünlüğü” prensibidir. İnsanlığın adalet yolunda ulaştığı en son merhale bu prensiptir.

Kuşkusuz, “hukukun üstünlüğü”, bizim coğrafyamız insanları için hala bir öneme sahip değildir. Çünkü toplumsal ve kurumsal düzenimiz hala kabile yasalarına, yani üstünlerin ve güçlünün hukukuna dayanmaktadır.

Ulus/milli devletlerde hukuk, devlet ideolojisine göre şekillenmektedir. Dini hukuk ise, Emevi ve Abbasi, kısmen de Osmanlı toplumu için oluşturulan kanunlardan ibarettir.

Oysa coğrafyamız, özellikle Mezopotamya, dünyada (M.Ö.18.yüzyılda) yazılı kanunlarla ilk tanışan coğrafyadır. “Hamurabi Yasaları” olarak bilinen 182 maddeden oluşmuş çok sert kanunların ilk uygulandığı bir coğrafyaya ait olmamıza rağmen, bugün keyfi hukuk sistemi ile yönetilmiş olmamız bizim için bir utanç tablosu değil midir?

Mezopotamya’yı bilmeyeni Hamurabi kanunlarını nereden bilsin?

Kesin olan şudur ki; sistemde, devlette adaleti sağlama iddiasından önce hayatımızda, davranışlarımızda, ilişkilerimizde ve kararlarımızda ‘Adil’ olmamız gerektiğine inanmak ve adaletin gereğini yapmak zorunda olduğumuzu kabul etmeliyiz.

Aksi takdirde, bugün güç sarhoşluğuyla adaleti es geçerken, yarın adalete ihtiyaç duyacak hale gelindiğinde, adalet talebinin bir önemi olmayacaktır. Bu yüzden adalet arayışına kendi hayatlarımızdan başlamamız gerektiğine inanıyorum.

Adalet; din, sınıf, cinsiyet, renk, etnisite, coğrafya farkı gözetilmeksizin herkesin ve her kesimin ortak evrensel paydasıdır, barışın, birlikte yaşamanın yegâne teminatıdır.

Adaletten ancak zalimler ve suçlular korkar!

Yazarın Diğer Yazıları
rodi
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.