Eğitim sürecinin tarihsel bir genellemesini yaptıktan sonra da okula ya da dersliklere girmek istiyorum.
İnsanlar dünyaya bir genetik miras ve beş duyu organıyla donanmış bir bedenle gelirler. Her canlı gibi onun da amacı güven içinde, sağlıklı-mutlu yaşamaktır.
Lütfen dikkat ediniz her canlı dünyaya; iyi ve mutlu ‘yaşamak için’ gelir dedim. Ölünce gidileceği varsayılan ‘öteki dünya’ için gelmiyor demek istedim!
O halde, doğumla başlar insandaki yaşam tutkusu ile eğitim ihtiyacı. Eğitim insanın; gördüğü, duyduğu, kokladığı, tattığı dokunduklarını akılla değerlendirerek, yaşamı daha iyi kılma arayışıdır. Başka bir anlatımla bir sorunu çözebilme başa çıkmadır eğitim. Eğitim insanın beceri kazanıp üretmesidir. Bu çabaların sonucuna göre de insan: güler, ağlar, konuşur, düşünür, gelişir ve değişir.
Çok önceleri henüz devlet yokken insanlar ev-sokak-meydan-mahallede alırmış eğitimi. Daha daha sonra ‘devlet’ denen bir ‘güç’ ortaya çıkmış, o güç de gücünü sürekli kılmak için okullarda başlatmış eğitimi.
Asırlar boyu insanlar yaşamak, kralın kul-kölesi olmak için eğitim almış, savaşa gidip ölmüş-öldürmüş. Farklı olanlar da kul-köle olarak değil daha özgür bir yaşamın yol-yöntemlerini bulmak için yaşamı pahasına asırlarca düşünmüş, tartışmış…
SONUÇ:
Dünyada çokça otokrat, çok az sayıda demokratik devlet var oldu. Ve tabii ki eğitimi demokratik olmayan ve demokratik olan iki anlayış….
Okullardaki eğitim-öğretim sürecinin içerik-amaç-ilke-yol-yöntemlerini o devletin egemen anlayışları düzenler, uygular ve denetlerler.
***
Okullardaki derslerin tümüne: “Hayat Bilgisi” diyebiliriz. İnsanlar ömür boyu bu yaşam bilgilerini arar dururlar.
Okuldaki akranların beş duyu organına sahip olması, onlara benzer algılar ve eşitlik sağlar. Algıların eşitliği her bireyin; akıl-mantık-yetileriyle birleşince ortaya bireysel farklıklar çıkar.
Bu farklılıklar öğrencilerin gerçekleridir. Okulun ve öğretmenin görevi bu bireysel farklılıkları kabul etmek ve onlara uygun koşul ve ortam sağlamaktır.
Sınıflar toplumun küçük bir kesitidir, orada da bireysel farklılıkları olan öğrenciler hem de farklı eğitim anlayışına sahip öğretmenler bulunur…
Şimdi size tüm resmi ve özel okullarda, bireysel farklılıkların, farklı eğitim anlayışlarınca nasıl yönetildiğini abartısız olarak sunuyorum:
Diyelim ki, iki 3. sınıfı şubesi bulunan X okulunda o gün:
Ders: Hayat Bilgisi, Konu: Ulaşım. Süre: 40 dakika
Amaç: Güvenli ve ekonomik şekilde bir yerden başka bir yere gitmek.
Ve ders başladı!..
*
3/A sınıfı ve öğretmeni:Öğretmen tahtaya kocaman bir gemi fotoğrafı yansıtır ve gördüklerini anlatmaya başlar.
Güzel konuşan, planlı ve teknolojiyi sınıfa taşıyarak ders anlatan biridir o. Gemi çeşitlerini, su yoluyla ulaşımın kolaylık ve kazançlarını … detaylı anlatır…
Sınıf ise dikkatle dinlemektedir.
Ve zil çalar!
(Bir anımsatma: Şu an anaokulundan-üniversiteye tüm okullarımızda, öğretmenlerin %90 (yüzde doksan) böyledir. Ya da böyle bir öğretmen olma çabası içindedirler.)
Bu öğretmenler: çok sevilen, istenen, çevresi ve imkanı olan velilerin de uzak-yakın mesafeyi düşünmeden arayıp buldukları öğretmenlerdir.
Bu veliler; çocukları öğrendiklerini papağan veya muhabbet kuşu gibi tekrar etsin ve sınavlarda yüksek not alsın isterler.
Bu veli çocuğunun; güçlü bir bellek kazansı uğruna, onun duyu, duygu, deneyim, düşünce, sorma … beceri yoksunu olmasını göze alıyor!
Ve bu ezberci eğitim ile gelecekte ne büyük kayıplar yaşanacağını bilmek düşünmek istemiyorlar.
Tabii ki sadece veliler değil öğretmenler de böylesi bir ezberci eğitim-öğretimi içselleştirmişler!
Yani sanki bu tuhaflık genetik bir güdüye dönüşmüş! Büyük çoğunluğun ortaklaştığı bir anlayış:
Ezberci neslin; nas ve dogmalara inanan, düşünemeyen, soru sormayan, yorum yapmayan, emirle iş yapan ‘kullar’ olduğunu..
Dindar ve kindar bir nesil yetiştirmek isteyen günün iktidarına güç sağladığını…
Düşündüren, soru sorup yorum yaptıran: felsefe, mantık, psikoloji, tarih, sosyoloji, biyoloji bilmeden büyümenin geleceği karanlık kılacağını…
Eğitim-öğretimin bugünlerde tarikat-cemaat gözetim ve denetimine bırakılmasına çokça katkı sağladığının farkında değil, tüm bunları hiç düşünmemiş gibi…
*
3/B sınıfı ve öğretmeni:
Öğretmen tahtaya kocaman bir gemi fotoğrafı yansıtır ve ne gördüklerini sınıfa sorar:
Öğrenciler söz alıp konuşmaya başlar:
Kimi: ‘gemi’ diyerek ‘yalın’ bir cevap verir.
Kimi: Aaa büyük bir yolcu gemisi! diyerek işlevini ve bir sıfatını söyler.
Kimi: Bu üç katlı, beyaz bir bir yolcu vapuru. Işıl ışıl parlıyor, çok yolcusu var. Yolcuları uzaklardaki eser ve güzellikleri görsünler diye götürüyor. Keşke biz de ailece böyle bir vapurla yolculuk yapsaydık. Denizle yolculuk hem güvenli hem de ucuzdur…
Görüldüğü gibi bu öğrenciler ‘yalın’ bir anlatımla yetinmezler. Vapuru, sosyal-kültürel-ekonomik detaylarla tanımlar. Fakat bununla da yetinmeyerek anlatıma kendi istek, özlem duygularını da katarlar…
Öğretmen onları dinler, bir trafik görevlisi gibi mimikleriyle destek verip, yol verir.
Ve zil çalar!
Böyle bir iklimde öğrenci; duyu organlarından aldığı algılara dayalı olarak öğrenir, akranlarıyla dayanışır, sosyalleşir, özgüvenli olarak ve öz gücünü bilerek kendi dünü ile yarışır.
İnsani değerlere uygun, demokratik amaç, ilke, konu, yöntemleri olan bu iklimin etkin öznesi öğrencidir, öğretmen ise ikinci öznedir.
Böyle bir öğretmen ‘ben bilirim’ demez! O, ‘öğrenci merkezli’ – ‘yaparak-yaşayarak’ anlayışıyla çalışır.
Öğretmenin amacı: sınıftaki farklılıkları ortaya çıkarmak, öğrencilerde farkındalık yaratmaktır. Böylece öğrenci, kendi artı ve eksilerini görür-bilir ve daha ‘iyi’ arayışına girmiş olur. Akran dayanışması ile arkadaşı çoğalınca da güzel konuşup yorum yapanlara özenerek kendini geliştirir.
Bizim öğrenciyi merkez alıp fırsat veren öğretmenlere, öz gücünü bilen bu gücünü geliştirerek sosyalleşen öğrencilere çok ihtiyacımız vardır.
Fakat ne yazıktır ki bu anlayışı, yönetimler de veliler de istemiyor!
Onlar ister ki; öğretmen anlatsın, çocuk öğrensin!
Ve onlar göre: çocuk, çocuğa ne anlatabilir ne öğretebilir ki!
Yazı dizimizi sınav ve ödev konularına dokunarak haftaya bitireceğiz.
Sevgi ve saygıyla…