Bir önceki yazım yarıyıl tatilinde yaşanan, öğrenci-veli-öğretmen çığlıklarıyla başlamıştı.
Devamında da Milli Eğitim Bakan Yusuf Tekin TBMM’de Vekillere, parmak sallayan o öfkeli sözlerinin çağrıştırdıkları ve yüzyıllık eğitim sürecimizin kısa bir genellemesini yapmaya çalışmıştım.
Bugün de yakın geçmişte ve bugünlerde olup-bitenlere biraz bakalım:
Bilindik bir gerçek: anne-babaların en değerli varlıklarının çocuklar olduğudur. Çünkü çocuklar geleceğin güvencesi ve belirleyicisidirler. İşte biz de bu en değerlilerimizi, iyi bir eğitim alsın, geleceği iyi yönetsin diye okullara göndeririz. Yani MEB’e teslim ederiz.
MEB’in görevi de çocuklara yaşamı kolaylaştıracak bilimsel düşünüş ve davranışlar kazandırmaktır. Bunun için de örgün-yaygın eğitim kurumları ve bunların çalışmalarını belirleyen ilke-amaç-yasa-yönetmelikler vardır.
Demek ki, Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin: eğitim için keyfi kararlarla: ilke-amaç-yasa-yönetmelik dışına çıkamaz!
Bakan Yusuf Tekin: “Sizin ‘tarikat, cemaat’ dediğiniz, bizim ‘STK’ dediğimiz yapılarla 10 tane protokolümüz vardır” demiş…
Ve bu keyfi bir karardır!
O halde bizler de hep birlikte: O bakan bunları diyemez! Onun hazırlattığı o gizli protokoller de, verdiği sözler ve atmış olduğu imza da geçersizdir deriz ve demeliyiz de!
Çünkü, MEB’in akademik ve uygulamalı hizmet alacağı birçok kurumu vardır. Bu kurumlar çağdaş ve daha iyi bir eğitim hizmeti için yıllarca; bilimsel deney uygulama, araştırma, inceleme yapmak için kurulmuştur. Eğitim kurumları da bunların bilgi ve deneyimleriyle yol almalıdır.
Bu kurumları tarihçeleri ve işlevlerine göre şöyle sıralayabiliriz:
1 -*Denetim Sistemi*: 1862 yılında Rüştiye ve Sübyan okullarını teftiş etmek üzere Müfettiş görevlendiren,
2 -*Eğitim Hizmetleri*: İstanbul Üniversitesi’nde 1915 Psikoloji dersleri sonraki yıllarda Köy Enstitüleri, Öğretmen Okulları, Eğitim Enstitüleri ve günümüzde 45 devlet üniversitesindeki Eğitim Fakülteleri,
3 -*Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı*: 3/4/1926’de bilimsel bir danışma ve karar organı, 4 -*Psikolojik Danışma ve Rehberlik Hizmetleri* (PDR): 1939 İlkokul Müfredat Programı: “Öğretmen öğrencilere kılavuzluk eder” der. Bu anlayış gelişerek, il, ilçelerde Rehberlik ve Araştırma Merkezi ve hemen her okulda Rehberlik Hizmetleri birimi var.
Bu kurumlarda akademik eğitim alarak uzman olmuş binlerce pedagog, psikolog, sosyolog, felsefeci çalışmaktadır.
MEB bu kurumları yok saymış, yetkisiz, etkisiz ve işlevsiz bırakmış ve öğrenciler için amaçları bilinmeyen, karanlık odaklardan ‘hizmet’ alıyor!
***
İşte size sadece bir örnek:
‘ÇEDES’!
O halde önce ÇEDES için kısa bir tanıtım yapalım:
ÇEDES sözcüğünün açılımı:
Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum Projesi.
Projenin alanı ve paydaşları:
– *Milli Eğitim Bakanlığı merkez/il/ilçe teşkilatları ile ilkokul, anaokul, ortaokul, lise ve imam hatip okulları…
– *Gençlik ve Spor Bakanlığına bağlı il/ilçe spor müdürlükleri/Gençlik merkezleri.
– *Diyanet İşleri Başkanlığı, Müftülükler, Diyanet Gençlik Merkezleri.
Projenin amacı:
Öğrencilere milli, manevi, ahlaki, insani, kültürel değerleri benimsetmek ve ‘manevi gelişimlerini’ sağlamak.
Projenin danışmanı/eğitmen kişileri:
Diyanete bağlı imam ve vaizler, tarikat ile cemaatlerin ‘rol model’ olarak belirlediği: “abiler-ablalar”…
İşte bu kadar!
Varsayalım ki MEB’in acil olarak ÇEDES türü bir projeye ihtiyacı var.
Peki o halde:
– 1. MEB’in birçok kamu kurumundan akademik ve uygulamalı hizmet alabildiğini yukarıda belirtmiştim. Bu kurumlar, bilime dayalı çağdaş ve daha iyi bir eğitim hizmeti için kurulmuş ve çalışmaktalar. Bu kurumların; deney, inceleme, araştırma ve uygulama imkanları var. Bu bilgi ve deneyimleriyle, bilim dışı ÇEDES benzeri projeleri, bilimsel ve demokratik kılabilirler.
Peki bu tür projeleri hazırlama ve yürütme görevi, bu akademik kuruluşlara niçin verilmemiş ki?!…
– 2. İncelenince görüleceği gibi bu proje: tek yaşam tarzını, tek dini, tek mezhebi savunan ideolojik bir projedir.
Peki, “Demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir.” hükmü bulunan Anayasaya uyma sözü verip yemin eden Bakanın, farklılıkları yok saymak, birbirine benzeyen, aynı düşünen, tek inancı olan, aynı ‘manevi değerleri’ benimseyen öğrenciler yetiştirmek için protokoller yapma hakkı ve yetkisi var mıdır?
Basın her gün, derin-karanlık-bilinmezlik dolu vakıf-cemaat-tarikatlar içinde yaşanan tuhaf-korkunç haberler veriyor.
Peki, MEB nasıl olur da tüm bu yaşanmışlıkları göre-duya yok sayar ve bu faillere, devlet sözü verip, onlarla ‘hizmet protokolü’ imzalar?
Kaldı ki şu an iktidar olan anlayışın, ülkemize yaşattığı acılar da var: ‘Hizmet hareketi’ ya da ‘tarikat/cemaat’ ile 2002’den başlan ve yıllar süren ortalık kurmuş ve onları kamuya ait: güvenlik, sağlık, eğitim, ulaştırma, yargı… gibi stratejik kurumlarda örgütlendirmişti!
Peki sonra ne oldu?
-15 Temmuz 2016’da o bilindik kanlı kalkışma yaşandı!Ve 3 Ağustos 2016 günü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da:
“Bu hain örgütün gerçek yüzünü çok daha önceden ortaya dökmemiş olmanın üzüntüsü içindeyim…”Bundan dolayı hem Rabbimize hem de milletimize verecek hesabımız olduğunu biliyorum. Rabbim de milletim de bizi affetsin. “demişti.
Aynı anlayış bugün de iktidar, fakat bu sözleri de o günleri de unutmuş!
Şimdi de “Birlikte yürüdük biz bu yolları” şarkısını söyleyecek başka odaklar bulmuşlar!
Devam edeceğiz…