Silahlı mücadelenin uluslararası meşruiyeti olsa dahi, günümüzde geliştirilen ve ancak devletlerin kullanabildiği savaş araçlarına ve savaş teknolojisine karşı silahlı mücadele ile netice alabilecek hiçbir örgüt veya hareket yoktur.
Silahlı mücadelenin uluslararası meşruiyeti olsa dahi, günümüzde geliştirilen ve ancak devletlerin kullanabildiği savaş araçlarına ve savaş teknolojisine karşı silahlı mücadele ile netice alabilecek hiçbir örgüt veya hareket yoktur.
Esas itibarıyla 20’nci yüzyılın ikinci yarısından itibaren silahlı mücadele ile kazanılan ulusal hakların dönemi kapanmıştır.
Bazı bölgelerde silahlı mücadeleler başarılı görünseler de, arka planda tamamıyla küresel güçlerin inisiyatifi söz konusudur.
Küresel güçlerin bu inisiyatifi nerede ve hangi zamanda kimlerin lehine kullanacakları da belirsizdir. Çoğu zaman bu inisiyatif egemen devletlerin lehine kullanılmaktadır.
Kürtlerin hak ve ulusal mücadelelerinde durum hep bu istikamette sonuçlanmıştır. Osmanlı sonrası kurulan onlarca devlete rağmen Kürtlere devlet imkânı tanınmamıştır.
Rumlar, Bulgarlar, Sırplar, Hırvatlar, Arnavutlar, Makedonlar, Boşnaklar, Araplar ve Ermeniler devlet olurken, Osmanlı İmparatorluğu içinde, ‘millet’ olarak devlet olamayan sadece Kürtlerdir.
Bunun nedeni, Kürtlerin dağılma sürecinde Osmanlı’ya karşı ulusal bir mücadele vermekten kaçınmış olmalarıdır.
Başlangıçta doğru olan bu tutum, sonraları Kürtlerin aleyhine dönmüş, bağımsız devlet olmak bir tarafa, katliamlara maruz kalıp parçalara bölünmüşlerdir.
Türkiye gibi ülkelerde, dil-tarih-kültür-kimlik gibi aidiyetler yok sayılmış, izlerini silmek için asimilasyona tabi tutulmuşlardır.
Kürtler tenkil, tehcir ve katliamlara rağmen siyasal taleplerinden hiçbir zaman vazgeçmediler.
Ancak egemen devletlerin küresel ittifaklar içinde olmaları, siyasal talepleri karşısında Kürtlere yönelik en acımasız uygulamalara meydan vermiş ve her defasında en ağır şekilde cezalandırmışlardır.
İran, Irak, Suriye ve Türkiye‘de hep benzer şiddet politikaları uygulanmasına rağmen küresel güçler tarafından görmezden gelinmiş veya geçici tepkiler vererek geçiştirilmiştir. Bunun en açık örnekleri Halepçe ve Enfal soykırımlarıdır.
Bu katliamlar, küresel güçler tarafından bağımsız devlet gerekçesi yapılmamış, işgal ve yağma gerekçesi yapılmıştır. Irak Kürdistan’ında meşru ve demokratik referandumun sonuçları dahi tanınmamıştır.
Suriye’de IŞİD vahşetine karşı kahramanca direnmelerine ve topraklarını korumalarına rağmen Kürtlerin hala nasıl bir statü kazanacakları belirlenmiş değildir.
Çünkü buna karar verecek olan küresel ve bölgesel egemen devletlerdir, Kürtler değildir.
Kürtlerin, bu olup bitenlerden yeni dersler çıkararak, küresel ve bölgesel devletlerle çatışmadan Irak ve Suriye‘de elde edilen kazanımları korumaları, geliştirmeleri ve daha ileri seviyelere taşımaları gerekir.
Ortadoğu‘da Kürtlerin yeniden “Bağımsız Devlet” olma koşulları hızla oluşmaktadır. Kürtlerin, aynı toprakları paylaştığı diğer unsurlarla birlikte birikim ve enerjilerini birleştirmeleri zorunludur.
Kazanımların kaybedilmesi durumunda, yarım asır daha yeniçağın gerisinde kalmak demektir!
Türkiye’de ise Kürtlerin eşitlik ve özgürlük mücadelesi bir haktır; ancak mücadele yönteminin meşru ve haklı gerekçelere dayanması kadar, zamanın ruhuna da uygun düşmesi gerekir.
21’nci yüzyılda şiddeti bir yöntem olarak kullanmanın meşruiyeti olsa da, zamanın ruhuna uygun haklı gerekçeleri olduğunu düşünmüyorum.
Türkiye’de Kürtler, önceleri “bölücülük/ayrılıkçılık”, yaklaşık 40 yıldır da PKK eylemleri gerekçe gösterilerek en ağır şekilde cezalandırılmaktadır.
Tarafların baskı ve şiddet politikaları hep halkı ve masum insanları vurmuştur.
İktidar ve PKK politikaları sonucu Diyarbakır-Sur ve Cizre’de kazılan tünel ve hendekler, kurulan barikatlar, yığılan silah ve cephanelikler kamuoyunun gözleri önünde cereyan etmişti.
On binlerce yurttaşın açık ihbar ve şikâyetlerine rağmen haftalarca görmezden gelinmişti.
Sonrasında organize bir yıkım ve ölüm tablosu ortaya çıktı. Ölen insanların cesetleri günlerce sokak ortasında kalmıştı.
Yıkılan tarih, kültür kimsenin umurunda olmadı. Bir kez daha anlaşıldı ki halk, hak ve özgürlük, şiddetin taraflar için bir önem arz etmiyor ve bu savaş halkın, hak ve hukukun ve de özgürlüğün savaşı değildi.
Peki, bunu kaç kez daha tecrübe etmemiz gerekiyor?
Şimdi yeni bir plan, tezgâh ile karşı karşıyayız. Genelde siyaset, özelde ise HDP üzerinde yoğunlaşan tehdit ve baskılar, kayım atamaları, gözaltılar, hukuksuz tutuklamalar, ağır hapis cezaları gençleri yeni bir tuzağa ve şiddete yöneltmeyi amaç edindiğinden kuşku duymamak mümkün müdür?
Kürt partisi olmadığı halde “bölücülük” suçlamasıyla HDP üzerindeki baskılar, Kürt siyasetinin demokratik zeminde değil, şiddet ve silahlı mücadele zemininde hayat bulması için bir tezgâh olamaz mı?
Yoksa bunlar iktidar karşıtı ittifakların ve yeni siyasetin önünü kesmek için midir? Belki de Selahattin Demirtaş ve HDP içinde çoğunlukta olan bir grup politikacının “şiddete sahip çıkmayı yanlış bulan” söylemleri nedeniyledir!
HDP’yi şiddet ve terörle ilişkilendirerek, Kürt sorununu PKK himayesine mahkûm etmelerinden de endişe duyuyorum.
İktidarın yaklaşımının bu yönde olduğunu “çözüm süreci“nde gördük.
Asıl kaygım, HDP’yi kapatarak tabanını, üniversite gençliğini sokak gösterilerine ve şiddete zorlayacak olmalarıdır.
Korkarım, yeni bir şiddet zemini oluşturularak Kürt ve Alevi gençlerinin dağa çıkmaları ve PKK’ye katılmaları teşvik ve tahrik edilmektedir! Umarım yanılıyorumdur!
Ülkemizde bu senaryolar ve oyunlar olurken dünya, hızlı bir değişim yaşıyor. Adeta yeni bir dünya inşa ediliyor.
21’nci yüzyıl baş döndürücü dijital gelişmelerin yaşanacağı bir çağdır. Gelişmelerin gerisinde kalan ülke, toplum ve bireyler modern hayatın dışında kalacaklardır.
Gelişmelerin gerisinde kalan devletler, giderek daha da ceberrutlaşacak ve diktatörlerle yenilenecek sistemler kurmaya devam edeceklerdir.
Bunun için de milliyetçilik ve dinbazlığın toplumsallaşması, hatta daha köklü kurumsallaşması gerekmektedir. Çünkü dinden ve milletten destek almadan otoriter yönetimler uzun süre hayat bulamazlar.
Diyanet bütçesini kat kat artırmanın, Diyanet’i istihdam alanına çevirip toplumu din ve milliyetçilik ile kuşatmanın nedeni de budur diye düşünüyorum.
Türkiye gibi devletler, ne yazık ki enerjilerini, kaynaklarını mevcut yapıyı sürdürmek için harcıyor. Şiddet ve savaş politikalarının esas nedeni de bu olsa gerek!
Oysa çağımızda ulus devletler, milli/etnik ve ideolojik devletler krizi giderek derinleşecek, ulus devletler, milli sınırlar artık otoriter yönetimlerle, ordu gücüyle korunamayacak duruma gelecektir.
Türkiye’de mevcut yapı bu yönde tahkim edilirse artık sistemde köklü değişiklikler imkanı kalmayacak, sadece “tek adam” ve restorasyon biçimleri değişecektir.
Etnik-milli-dini-resmî ve gayri resmî şiddet artık otoriter yönetime enerji ve güç verecektir.
Bu nedenle ifade ediyorum ki, iktidar ve muhalefetiyle yürütülen politik mücadeleler, devletin/iktidarın şiddet politikaları ve PKK‘nin silahlı mücadelesi halkın, hakkın, adaletin ve özgürlüklerin mücadelesi değildir!
Artık kabul etmeliyiz ki, mevcut yönetim sistemi ve iktidar uygulamaları demokrasi ve hukuk devleti olmanın önünde, PKK de hak ve özgürlüklerin önünde büyük engel oluşturmaktadır.
Şiddet, çatışma ve terör, iki tarafı da beslemekte ve birbirlerinden güç almaktadırlar.
Diğer bir boyutuyla şiddet politikaları, çağın yeni gelişmelerinden, özgürlük ve dünyaya açılmaktan duyulan korku nedeniyledir.
Ulus devletlerin, milliyetçi, ayırımcı, dinci ideolojilerin gıdası düşmanlık, şiddet ve kandır. Daha yoğun şiddet ve daha çok kanın mevcut yapının ömrünü uzatacağı kanaati taşıyor olabilirler.
Devletler, örgütler dirense de dijital çağın hızlı değişimi, gelişimi, avantajları ve sorunlarının baskısını iliklerimize kadar hissediyoruz.
Bu gelişmelerden kopmak veya ilgisiz kalarak şiddet sarmalında boğulmak ile şiddetten uzaklaşmak ve hızla dijital çağa dâhil olmak arasında tercih yapmak için zamanımız da kalmadı.
Tekraren ve altını çizerek ifade ediyorum; devlet ve PKK şiddeti, çağdaşlaşmanın en büyük engeli olarak önümüzde durmaktadır.
Bu engeli aşmanın yolu; devlet, örgüt, silahlı gurupların ve partilerin şiddeti kutsayan politikalarından, yangından kaçar gibi hızla uzaklaşmaktır.
Bu nedenle bütün gençlere çağrımdır! Özellikle de Kürt ve Alevi gençlere!
Üzerinizde büyük oyunlar oynanıyor. Çoğunuzun farkında olduğunu da biliyorum ancak tahrik, teşvik ve zorlamalar karşısında duygu ve heyecanınıza yenilmemek için hazırlıklı ve donanımlı olmanız gerekir.
Yeni çağ yolculuğunun donanımı akıl-bilgi-teknoloji ve özgürlüktür.
Bunun için esas olan; okumak… okumak… Ve hep okumaktır. Okumak sadece kitap veya yazılanları okumak değildir.
Kitapla birlikte kendini, insanı ve evreni okumaktır. Araştırmak, öğrenmek ve sorgulamaktır. Bu yolculukta şiddete yer yoktur!
Tarih ve coğrafya bilincini, dil, kültür ve kimlik aidiyetini kısmen siyaset ile birlikte yürütürken esas olan nitelikli eğitim, dil, teknoloji, bilim, teoloji, hikmet, sanat, müzik, spor gibi evrensel alanlarda uzmanlaşmayı ihmal etmemektir.
Yeni çağda, insanlıkta buluşmanın araçlarını öğrenmek, kullanmak, üretmek ve geliştirmek zorunda olduğumuzu unutmayalım. Medeni insanlar arasında rekabet artık bu alanda olacaktır.!