DOLAR
34,5266
EURO
36,4900
ALTIN
2.961,39
BIST
9.119,91
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
9°C
Pazar Az Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
10°C

Abdulbaki ERDOĞMUŞ

Abdulbaki Erdoğmuş, 1 Ocak 1958 yılında Genç doğumludur. İlkokulu Genç’te İmam Hatip okulunu da Diyarbakır da bitirdi. Erzurum Yüksek İslam Enstitüsü (İlahiyat Fakültesi) mezunu olup Medrese Eğitimini de Diyarbakır da tamamladı. İmam Hatip ve Müftülük görevlerinden sonra 1999 seçimlerinde ANAVATAN Partisinden 21. Dönem Diyarbakır milletvekili olarak seçildi. Aktif siyasetten sonra Sivil Siyaset çalışmalarına devam eden Erdoğmuş, Sivil Siyaset Platformu ve Sivil Siyaset Girişimi Sözcülüğü yaptı. Şimdi ise Sivil Siyaset Hareketi Koordinatörlüğünü yapmaktadır. Yayınlanmış 3 kitabı vardır.

İslam Devlet Dini Değildir

A+
A-

İslam; Allah merkezli bir kâinat sistemine ve evren düzenine inanmaktır. Bu düzenin ilahi olduğuna, yaratılış ve işleyişinin mutlak hâkimi ve sahibinin Allah olduğuna iman etmektir.

Buna göre evren, İlahi bir düzendir, İslam da bu düzenin mükemmel işleyişini araştırarak, öğrenerek, keşfederek ve sorumluluk (halife) yüklenerek diğer varlıklarla birlikte uyum ve barış içinde olmaktır.

Bu tanım kapsamında bir devlet, parti, grup, cemaat veya liderle temsil edilmesi mümkün olmadığına göre benzer yapıların İslam olması veya İslam’ı temsil iddiası da doğru değildir.

Bu anlayışın gereği olarak, İslam’ın bir devlet talebi olmadığı gibi devleti muhatap almadığını da söyleyebiliriz.

binguven-bal2

İslam devleti pratiği tarihte hiç gerçekleşmemiş ve asla gerçekleşmeyecek hamasi bir söylemden ibarettir. Çünkü Allah’ın kendi adına ve din adına bir devlet talebi yoktur.

Bu iddiaların tamamı politik ve egemenlik amacıyla uydurulmuştur.

Allah kâinat sistemini ve evreni anlamak için akıl, bilgi, varlıklarla doğru ilişki kurmak için vicdan ve merhamet, yönetmek için sorumluluk (hilafet) ve adalet gibi ilkeleri temel olarak seçmiştir. Söz konusu ilkeler sadece bir talep değil, her insanın görevi olarak belirtilmektedir.

Ayrıca evren ve içindekilerle uyumlu yaşamak, yaratıcı ve yaratılanı ayırmak, hiçbir varlığı yaratıcıya benzetmeden, ona şirk (ortak) koşmadan nasıl yaşanacağının (ahlak) pratiğini göstermek için yol gösteren peygamberler göndermiştir.

Peygamberlerin görevi insan iradesini örgüt, cemaat veya devlet eliyle teslim almak değildir, teslimiyeti Allah’a tahsis ederek (İslam) insanı özgürleştirmektir, iradesini özgürce kullanmaya, iyi ve kötü arasında seçimini yapmaya yöneltmektir.

Bu durumda insanın seçme iradesini ve özgürlüğünü yok sayan veya rehin alan bir devlet veya liderin “İslam” iddiası gerçekçi olabilir mi?  

“Siyasal İslam” veya “İslam devleti” iddiası, özellikle bu boyutuyla İlahi düzene muhalefet etmek ve karşı gelmek biçiminde düşünülebilir.

İslam düşüncesinde devlet düzeni için esas olan din değil, hürriyet ve adalettir.

Din-devlet ilişkisini belirleyen de hürriyet ve adalet ilkeleridir. İkisi de meşruiyetini ancak adaletin varlığıyla kazanır. Çünkü Adalete iman etmedikçe Müslüman olunamayacağı gibi, adaleti esas almadıkça da bir devletin meşruiyeti söz konusu olamaz.

İslam’da adalet ilkesi devlet-siyaset ve yönetimle de sınırlı değildir. Adaletten asıl amaç; insanla evren arasında zorunlu olan dengeyi kurmaktır. Bunun için de Adalet, öncelikle ilahi olanı bozmamaktır, korumaktır.

Adalet için muhatap da doğrudan insandır. Çünkü dengeyi bozan insanın kendisidir. İnsan dışında hiçbir canlı-cansız varlık, kâinatın dengesiyle oynamaz.

İslam, insan-evren ve diğer varlıklarla olan ilişkide olduğu gibi insan-insan ilişkilerinde de merkeze adaleti alır.

“Ey İnananlar! Allah için adaleti ayakta tutup gözeten şahitler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sürüklemesin; adil olun; bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’tan sakının, doğrusu Allah işlediklerinizden Haberdardır.” (Maide Suresi, Ayet: 8)

“Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor!.. Doğrusu Allah, işitendir, görendir.” (Nisa Suresi, Ayet: 58)

“Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.” (Nisa Suresi, Ayet:135)

İslam bir bütün olduğuna göre yönetim ve siyaset yönü inkâr edilemez ve yok sayılamaz ancak bunun için ileri sürülen Şeriat doğrudan İslam hukuku olarak tanımlanamaz.

Şeriat, İslam hukukunun yönetim modeli de değildir. Fıkıh kurullarının ve müçtehit yorumlarının yanı sıra geleneksel ve yerel uygulamaların da yargı sistemine hâkim kılınmasıdır. Muaviye ile başlayan yönetim sistemi, Roma yönetim modeli olduğu gibi şeriat denilen hukuk kuralları içindeki muamelat da yani Borçlar hukukunun büyük bölümü de Roma Hukuk sisteminden Saltanat devleti hukuk sistemine dahil edilmiştir.

Şeriat düzeni dediğimiz; Osmanlı Saltanat düzeninin ortadan kaldırılmasına kadar devam eden yasaların tamamını ihtiva eder. Bu anlayışın neresi İslam?

Fıkhın oluşturduğu geleneksel Müslüman kültüründe Şeriat ve İslam aynı anlamda kullanılmıştır. Tarih boyunca Müslüman toplumlar bu anlayışa mahkûm edilmişlerdir. Bu anlayışın İslam’la ilgisi olmadığı gibi İslam’dan sapmaya da neden olduğunu düşünüyorum.

Esas olarak Şeriatın din ile özdeşleşmesi, Muaviye’nin saltanat rejimi ile başlamış ve günümüze kadar devam etmiştir.

Bazı kesimlerce ileri sürülen “Şeriat devleti” talebi de saltanat rejiminden başka bir şey değildir.

Günümüzde laikçilerle şeriatçılar arasında yaşanan gerilim ve çatışmalar da saltanat ve cumhuriyet temelinde tezahür etmektedir. Sultan Abdulhamit ve Mustafa Kemal Atatürk karşılaştırılması ve toplumun ikisi arasında bir tercihe zorlanmasının nedenlerinden birinin de bu anlayış olduğu ileri sürülebilir.

Bugün siyaset alanında verilen kavganın ülkemizin nasıl yönetileceği, derin krizlerin nasıl aşılacağı, ekonomik refahın ve yaşam kalitesinin nasıl yükseltileceği ile ilgili değil, kimin yöneteceği, gücü kimin kullanacağı ile ilgilidir.

Bu kavgada din, bayrak, vatan, devlet bekası, cumhuriyet, laiklik, şeriat söylemleri de gücü/iktidarı ele geçirmek için kullanılan araçlardır.

Esas itibariyle “Şeriatçılık” veya Şeriat karşıtlığının muazzez İslam’la hiçbir ilgisi yoktur. İki anlayış da politik ve ideolojiktir.

Çünkü Şeriat din değildir, referansları arasında dini hükümlerin de yer aldığı bir hukuk sistemidir ve saltanat rejimiyle birlikte başlamıştır.

İslam’ın siyaset, hukuk ve yönetim için referans olacak ilkeleri net ve açıktır. Adalet-Çoğulculuk-Hürriyet-Eşitlik-Meşveret-Emanet-Liyakat-Ehliyet-Doğruluk-Dürüstlük-Şeffaflık ve Hesap verebilirlik gibi ilkelerin uygulanması ve içselleştirilmesidir.

Bu ilkelerin herhangi bir siyasal sistemde, yöneticileri Müslüman olmasa dahi uygulanması durumunda referansı İslam olur. Söz konusu ilkeleri peygamberlerin uygulamalarında ve Kur’an’da bulmak mümkündür.

Bu nedenle İslam’ı Şeriata indirgemek veya Şeriatla özdeşleştirmek yanlıştır. Şeriat bir devletin düzeni olabilir ancak bu düzeni veya devleti İslam olarak tanımlamak doğru değildir.

Yazarın Diğer Yazıları
rodi
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.