Asırlardır Müslüman coğrafyasında bilimsel ve felsefi tartışmalar, yenilenmiş bilgi, buluş, teknoloji ve medenileşme gibi olumlu bir gelişme yok. Bunun yerine kara bir cehalet, yozlaşma, yobazlık, dinbazlık ve din istismarı toplumsallaşarak ve kurumsallaşarak tırmanıyor.
Bir tarafta hak ve hukuk ihlalleri, adaletsizlikler, kadına yönelik aşağılayıcı tutumlar, çevreye ilgisizlik, talan ve yağma, tarih-sanat-kültür düşmanlığı, bilim ve teknoloji üretmeyen ilkel eğitim, şiddet, terör, ayırımcılık, yalan, hamaset gibi aldatıcı siyaset ve zorba yönetimlerin hâkim olduğu karanlık bir coğrafya.
Diğer tarafta Müslümanlık şiarı olarak kabul edilen camiler, minareler, hoparlörden yükselen ezanlar, kubbeler, türbeler, ziyaretgahlar, dergahlar, klasik medreseler, Kur’an kursları, on binlerce ilahiyatçı, imam-müezzin, vaiz, müftü, hafız, şeyh ve sarıklı-cübbeli-sakallı “hoca” görüntüsü veren cahiller arz-ı endam etmektedir.
Ancak yönetim veya toplumsal yaşamda coğrafyanın hiçbir bölgesinde İslam’ın olmazsa olmaz iki ilkesi olan adalet ve ahlak uygulamasına rastlanmamaktadır.
Bu anlamda Müslüman çoğunluk içinde dindar ve duyarlı bir toplum söz konusu olamadığı için de dinbazlık ve istismar önlenemez bir boyutta yükselmeye devam ediyor.
Din ve dindarlık adına menkıbeler, efsaneler, hikâyeler, rüyalar, masallar, yanlış bilgiler, gerçekle örtüşmeyen iddialar ve yalanlar irşad yöntemiyle topluma aktarılıyor.
İslam yerine Diyanetin, din adamlarının, politikacıların, partilerin, ideolojik grupların, örgütlerin, din bezirganlarının rehberliğinde yeni bir “Müslümanlık” anlayışı egemen olmuş vaziyettedir.
Buna göre cennet ve cehennem tamamıyla Diyanet ve din adamlarının tekelinde; sömürdüklerine cenneti, aldatamadıklarına, sömüremediklerine ve güç yetirmediklerine ise cehennemi tahsis ediyorlar.
Bütün bunlara inanmayı da “İslam” zanneden egemen cahil bir Müslüman çoğunluk oluştu.
Ne yazık ki istismarcılar, elde Kur’an, dide Hadis ve Sünnet istismarıyla toplumu Peygamber ahlakı ve Kur’an nurundan uzaklaştırmayı başardılar.
Din istismarcılarının başında da din adamları ve politikacılar gelir. Fitne, fesat, bozgunculuk, ahlaksızlık, haksızlık, hukuksuzluk, çatışma ve zulüm en çok bu iki kesimin iş birliği yaptıkları durumlarda ortaya çıkar. Coğrafyamızda yaşanan cehalet, yoksulluk, kaos ve savaşlarda da bunun etkisi oldukça fazladır.
Din istismarı karşısında direnen az sayıda aydın, ilim adamı da “dinleriyle savaştıkları” gerekçesiyle ya linç ediliyor ya da köşesine çekilmeye zorlanıyor.
—
Dinbaz anlayışının sonucu olarak önemli bir kesim de Kur’an ile değişimi, akletmeyi, yenilenmeyi ve medenileşmeyi artık mümkün görmemektedir. Bu kopuşa neden olanlar da dinbaz politikacılar ve yobaz din adamlarıdır.
Bugün yaşananlar, İbn-i Rüşd’ü (1126- 1198, Kurtuba-Endülüs) İslam düşmanı bilen dönemin cehaletinden ve cahillerinden farkı yoktur.
İbn-i Rüşd ile kitaplarını yakıp kendisini camide linç etmek isteyenler arasında da şu konuşma geçmişti:
Avam:
-Sen dinimizle savaşıyorsun.
İbn-i Rüşd:
-Hayır, ben cahilliğinizle savaşıyorum…..”
Gerçekten de cehalet ve cahillerle savaşmayı Din ile savaş olarak gören bir “Müslümanlık” gerçeğimiz var. Akıbetimiz hiç parlak görünmüyor.
—
Aynı durum orta çağ Hristiyan toplumlarında da vardı.
Din istismarına karşı en onurlu mücadeleyi verenlerden birisi olan HATUEY’in yaşadıklarını günümüzle mukayese edilmesi için bir örnek olarak vermek istiyorum.
Hatuey (Ölüm tarihi 2 Şubat 1512), günümüzde Haiti sınırlarındaki La Gonaye’de yerleşik Taino halkının kasike adı verilen şeflerindendi.
Kristof Kolomb’un keşfinden sonra İspanyol konkistadorların (askerlerin) Küba’yı işgal etmesinden önce Haiti’den kanolarla Küba’ya geçerek yerli halkı uyarmış ve beraberindekilerle birlikte konkistadorlara karşı savaşmıştır. Yakalanıp öldürülmesinden çok sonra Hatuey, modern Küba halkı tarafından ilk ulusal kahraman ilan edilmiştir.
Yazıma konu olan önemli husus; söz konusu işgal ve talanda en büyük rolü din istismarının almasıdır.
Kristof Kolomb ve sonrakiler, soyulacak yeni yerler keşfetmek için çıktıkları yolculukta İncil’i hep yanlarında götürdüler.
Her gemide mutlaka birkaç din adamı da götürmüşlerdi.
Bunları yerli halkı kandırmak için kullanacaklardı.
Kolomb, Hint adalarına gidiyorum diye çıktı, hiç farkında olmadan Güney Amerika kıyılarına ulaştı. Sonraki yolculuklarında da Orta Amerika bölgelerine ulaştı.
Her gittikleri yerde gördüler ki yerli halk çok dürüst, çok sıcakkanlı ve aşırı paylaşımcı. Yabancı misafirlere neleri varsa sunuyorlar. Ekmeklerini paylaşıyorlar.
Bunu gören İspanyollar anladılar ki, yerli halk çok çabuk kandırılabilecek cinsten ve üstelik üzerleri altın takılarla dolu.
Bu altınları alabilmek, çalabilmek için yerli halka her işkenceyi, her zulmü yaptılar.
Yetmedi toplu katliam yaptılar.
Binlerce insanı meydanlara toplayıp ateşe verip topluca yaktılar.
Tüm bunlar olurken İncil ellerindeydi. Papazlar yanlarındaydı.
Yerli halk her şeyini verdiği halde katliamdan kurtulamayacağını anlayınca bir kısmı çocuklarıyla birlikte zehir içerek ya da kendini asarak gönüllü ölümü seçmeye başladı.
Yerli halk liderlerinden HATUEY intihar etmedi.
Adamlarıyla birlikte Haiti’den kaçtı. Küba’nın doğusundaki dağlara sığındı.
Gittiği bölgedeki halka altın dolu bir sepet gösterdi ve dedi ki;
“İşte bunlar, Hristiyanların tanrısıdır. Bunlar için bizim peşimize düştüler, babalarımızı, kardeşlerimizi, komşularımızı öldürdüler. Tanrımıza dua edelim, bizi bu soygunculardan kurtarsın” dedi.
Ama Tanrıları onları koruyamadı.
Ve HATUEY üç ay sonra yakalandı.
Onu bir direğe bağladılar.
Etrafını odunlarla çevirdiler.
Tam ateşe vermeden önce, istilacıların yanlarında getirdikleri rahip, Hatuey’e sordu.
Eğer vaftiz olmayı kabul edersen seni cennete gönderebilirim. Orada ebedi huzura kavuşursun.
HATUEY, Rahip’ e sordu;
“Bu cennette Hristiyanlar da var mı”?
Rahip, “evet” dedi.
HATUEY, “ o halde cennetiniz sizin olsun”
Ve odunlar ateşe verildi…
Evet… Orta çağ Hristiyanlık anlayışının bir benzerini din adamları ve politikacılar marifetiyle biz Müslümanlar bu çağda yaşamaya devam ediyoruz. Dinbazlık ve yobazlığın karşılığı olarak da “cennet” vadiyle aldatılıyoruz. Umarım bu yaşanmışlıktan bizler de payımıza düşeni alırız.
Belirtmek isterim ki dinbaz, yobaz ve istismarcıların olduğu bir cennete talip değilim, cennetleri kendilerinin olsun, ben sadece Allah’ın rızasına talibim, bana O yeter.