Değişim insandan başlar. Bu nedenle insan da bir şeyler değiştirmek istediğinde önce kendisinden başlamak zorundadır. İnsan medenileşmeden medeniyet inşa edebilir mi?
Bireyler de, toplumlar da hep aynı kalamaz. Değişim için izin de, fetva da aranmaz. Bu bağlamda devletlerin de, inançların da değişimi uzun süre engellemeye hakları da, güçleri de olmaz. Devletler de, dinler de değişime müdahale etmeden yardımcı olmaları, değişim kanallarını açık tutmaları ve yolu aydınlatmaları gerekir.
Değişimi baskı ve zorla engellemek kadar, değişimi baskı ve zorla gerçekleştirmek de sağlıklı bir yöntem ve yol değildir. Esas itibariyle değişim; insanın zamanın ruhuna uygun olarak kendisini bulma, yenileme ve kendi olarak yola devam etmesidir. Kendi olmak, başkalarından farklı olmayı da gerektirebilir. Bu nedenle değişik olma hakkı da değişim kadar gereklidir.
İslam düşüncesinde değişim, doğrudan bireyin ve toplumun kendi özgür iradeleriyle gerçekleştirmesi gereken bir olgudur.
“Bir toplumu oluşturan fertler kendi iç dünyalarındakini değiştirinceye kadar, Allah onların oluşturduğu toplumu değiştirmez” (Rad/13:11)
(Resûlüm!) Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın? (Yunus/99)
İslami araştırmalar profesörü Vincent Cornel; “Toplum mühendisleri işe “dışarıdan” başlar, siyasi ve sosyal sistemler oluşturur, sonra içeriye, bireye doğru nüfuz ederler. Tanrı ise, işe önce bireyi değiştirerek yani “içeriden” başlar.”
İçerden değişim, zihinsel ve düşünsel değişim dış dünyayla, evrensel değerlerle ve zamanın ruhuyla uyumlu olmayı gerekli hale getirir. Çünkü yüzleşme, sorgulama, düşünme ve anlama üzerine inşa edilir. Dönemin koşullarına göre şekillenir.
Bugün için değişimin itici gücü özgürlük-eşitli-adalet-bilim-özgür ve nitelikli eğitim-sivilleşmek ve demokratik siyasettir. Sivil Siyaset kültürü geliştikçe, güçlendikçe değişim ve demokrasi talebi de, hak ve özgürlükler mücadelesi de toplumsallaşarak güçlenecektir. Çağımızın değişim yolculuğunu belirleyen kurallar böyle şekillenmektedir.
Ortaçağ Müslüman bilim adamı İbn Haldun: “Koşullarda genel bir değişiklik olduğunda, sanki bütün yaratılış değişmiş, bütün dünya farklılaşmış gibi olur.”
Buna göre, koşullar değiştiğinde mücadele yöntemi de değişmek zorundadır. Örneğin 21. Yüzyılın koşullarında devletlerin baskı ve şiddet uygulamaları, sadece şiddete maruz kalanları değil, toplumun tamamını, bazen de uluslararası toplumları da olumsuz etkilemektedir.
Benzer durum, devlete karşı şiddet kullanılması için de geçerlidir. Çağımız, şiddet ve silahlı mücadele ile özgürlük elde etmeye imkân vermemektedir. Bu durumda değişim; zamanın ruhuna ve çağın koşullarına uygun olarak şiddetin her türlü yönteminden uzak durmakla ancak sağlıklı gerçekleşebilir.
Kuşkusuz devlet ve siyaset de toplum gibi sürekli bir değişim ve yenilenme ihtiyacı içindedir. Değişim ve dönüşümü çağın koşullarına göre gerçekleştiremeyen devletler, çağı yönetmek bir tarafa, çağın enkazı altında kalmaya mahkûm olurlar.
Akıl, bilim, teknoloji, evrensellik gibi zamanın ruhunu oluşturan ilkelerden yoksun devlet ve siyasetin değişim karşısında kutsallara sığınmaktan başka çareleri kalmamıştır. Toplumsal değişimi ancak pazara çıkardıkları kutsallarla ve kutsallar üzerine ettikleri yeminlerle engelleyerek varlıklarını sürdürebilmektedirler.
Kutsallarla aldatmak mümkündür ancak kutsallarla zamanın ruhuna uygun bir değişim sağlamak mümkün değildir. Değişmeden var olmak ise çağın dışında kalmayı içselleştirmekle ancak mümkündür. Bugün Müslüman coğrafyasının ve Müslüman çoğunluğunun yaşadıkları tam da budur.
William Shakspeare (1564-1616), bu tür aldatmaları şöyle tanımlar:
Çöpçatanlar gibidir bu yeminler,
Aslında çirkin istekler peşindeler.
Kutsal biçimlere bürünmeleri
Daha iyi aldatmak içindir insanı.
(Hamlet-sh:24)