Bugünlerde: Henüz soğuklar başlamadı, fakat başladı-başlayacak, başlayınca halkımızın neler yaşayacağını henüz bilmiyoruz.
Sadaka niyetli “Askıda ekmek” projesi tutmamış olacak ki, insanlar biraz daha ucuz birkaç ekmek alabilmek için yağmur, çamur demeden uzun kuyruklar oluşturuyor.
Garibanın öğünü olan simitler de artık yarım yarım satılır oldu!
Komşu ülkeleriyle küs, kapı komşu partileriyle kavgalı, parası pul, itibarı çizik, bir ülke olduk.
Her gün artarak çoğalan korku, öfke, yaraları olan halkımız suspus.
Fakat en yetkili makamdan duydukları:
“Dünya bizi kıskanıyor!” sözü, onları şaşkına çevirip kendileriyle konuşur yaptı:
Neden acaba? Niçin acaba? diye diye hayretler içindeler.
“Cezasızlık” güvencesinin güvenli kıldığı güvenlik görevlileri; insanları, uçmakta olan helikopterden atabiliyor, Kadıköy-Göztepe’de ters kelepçe takılı genci kafasına kurşun sıkarak öldürebiliyor ve olay yerini gözleyen onlarca kameranın “arızalı” olduğu söylenebiliyor.
İç karartan bu olguları sonlandırıp, biraz da “seyir kulesinden” bakalım mı?
***
12 Kasım 2021 günü, AA, DHA ve İHA şu haberi paylaştı:
“Üsküdar’da geçen yıl açılan Çamlıca Kulesi’nde görevli bir personel, ‘restoran bölümüne gelen İsrailli N.O. ve M.O. adlı evli çift ile Türk vatandaşı İ. A’nın kule pencerelerinden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konutunun fotoğraflarını çekip birbirlerine gösterdikleri’ yönünde ihbarda bulundu.”
Sonra: “Çift, ‘siyasal ve askeri casusluk’ suçundan tutuklandı.”
Teknoloji çağında, dünyamız artık küçücük bir nokta oldu, eğer istenirse herkes bulunduğu kuytu yerden sesli-görüntülü dinlenip, gözlenebiliyor. Böyle bir çağda bile, turistik bir yerde fotoğraf çekenleri trajikomik bir gerekçeyle: ‘siyasal ve askeri casus’ olarak suçlanıp, tutuklanmakta!!!…
Sonra: İsrail Başbakanı: “Türkiye ile ortak çabalarımızın ardından Mordi ve Natali Oknin serbest bırakıldı, İsrail’e evlerine dönüyorlar…”
3-5 gün içinde olup biten bu olay; daha önce aynı suçlarla tutuklu iken, Cumhurbaşkanına gelen telefonlar sonunda ABD’ye teslim edilen “Papaz” ve Almanya’ya teslim edilen “Gazeteci”yi anımsattı.
Sonra da sessiz çoğunluk fısıltıyla:
“İşte, yargı ve yürütmenin tek kişide toplanmasının yararı bu! -diye çığlık attı.
“Ne kadar önemsiz-gereksizmiş bu: ‘siyasal ve askeri casusluk’! -deyiverdi.
*
“Çamlıca Radyo ve TV Kulesi”; denizden 218 metre yüksekte olan, Küçük Çamlıca tepesi üzerine 398 metre eklenerek yapılan bu teknoloji/turizm amaçlı yapı, dünyanın en yüksek binaları arasına da girmiştir.
Bu kuleye çıkan herkes, 587 metre yükseklikte, gözünün gücü oranında dört bir yanı engelsiz olarak görebilir.
Ayrıca İstanbul’un çokça yerinden de gündüzleri kuleyi, geceleri de yanıp sönen kule ışıklarını görülebilir.
Yukarıdaki bu komik casusluk haberi, henüz çıkmadığım kule hakkında yazı yazmama ve ayrıca Tahsin Yücel’in o muhteşem “Gökdelen” eserini anımsama neden oldu.
Tahsin Yücel (1933-2016): çok iyi bir öykü, roman, deneme, kurgu ve sözcük ustası. O, akıcı anlatısıyla ele geçirdiği okurunu aktif kılmayı bilen bir kalem. Ve O, okurunu hiç rahat bırakmaz; onlara soru sordurur, yorum yaptırır, onları düşündürür…
İlk baskısı 2006 yılında çıkmış olan bu eser; 67 yıl sonrayı, yani 2073 Türkiye’sini, özellikle de İstanbul’u anlatıyor.
(Yaptığım ‘google’ araştırmasına göre:
2006’da İstanbul’da 12 “Gökdelen” varmış, şimdi yüzlerce…
2007 yılında İstanbul’un nüfusu: 12.573.836 kişi.).
Normal bir nüfus artışı olursa 2073 İstanbul: 20-25 milyon olabilir.
Oysa kitapta nüfusun: “En fazla 2 milyon belki de daha az,” olduğu yazılı!
Çünkü: Ülke; politikacı, müteahhit ve işbirlikçilerinin; gizli-açık tehdit, pazarlık, paylaşımlarıyla yönetiliyormuş.
“En fazla 2 milyon belki de daha az” olan nüfusu da işte bu doymak bilmez açgözlüler ile onlara hizmet eden sınırlı sayıdaki bilgisayarcı, güvenlikçi, pilot, savcı, yargıç, avukatlar ve bir de bunların eş ile çocukları oluştururmuş.
Yaşamın sürdüğü ve yapılacak her yeni gökdelende Başbakan, bakan ve yandaşlarına verilirmiş en gözde daireler olduğu…
İşte bu mutlu azınlık, asansörlerle bilmem kaç yüz metre yüksekte olan yuvalarına 10 saniyeler içinde ulaşır, evden-işe, işten-eve mekik uçaklarla gidip-gelirlermiş.
Yeni gökdelenler dikmek uğruna, İstanbul’un her yeri şantiye alanı olmuş, tarihi dokusu tümden bozulmuştur.
Tüm inşaat ve sosyal işleri bilgisayar komutlu akıllı makineler yaptığı için az sayıda; işçi, güvenlikçi, memur, mimar, doktor, mühendis, öğretmen çalışır olmuş, pek çok meslek ise gereksiz olmuş ve basın da ancak illegal görev yapar olmuştur.
Sokaklarda aç-işsiz-acılı çığlıkları yokmuş ve sokaklar bomboşmuş!
Çünkü: Ülkenin her yerini korku iklimi sarmış, işsiz, güvencesiz, milyonlarca halk: “istenmez” olmuş, kentlerde onları yaşatacak bir iklim kalmamıştır.
İşte bu korku ikliminden canını kurtulabilen, görünmez insanlara “Yılkı Adamları” adını takmışlar.
Var ama görünmez: “Yılkı Adamları!”:
İşleri, güvenlikleri kalmayan; çaresiz anne, baba, çocuk, genç, yaşlı milyonlarca halk…
Bir zamanların; işçisi, memuru, mimarı, mühendisi, öğretmeni gibi pek çok emekçileri…
İşte bu milyonlar; gözden ırak ormanlar ve kırlık alanlara sığınarak, tıpkı ilk insanlar gibi korku içinde doğan, beslenen, yaşayan, büyüyüp ölendir bunlar.
“Gökdelen”, insanı sarsarak düşündüren ve kucaklayan sanal bir eser. Teknolojik alanda olabilecek olası değişim ve gelişmelerin farklı bir toplumsal yaşama neden olacağı öngörüsü var.
Eserdeki sömürü çarkları, çıkar ilişkileri, hileli oyunlar, “ego” gibi günümüzü anımsatan çokça benzerlik çokça gerçeklik… Bunlar, bugünlerde tanık olup yaşadıklarımızdan çok da farklı değil.
***
Nereden nereye!..
Yakalanmadan Çamlıca Kulesinin en uç noktasına çıktım!
Kaçamak bir bakışla ben de 2073 yılına baktım!
Neler gördüm, neler neler öğrendim:
Beşli çeteler; çok hırçın ve küfürbaz değil, daha zenginler!
“Yılkı Adamları”! (Ki, onlar, torunlarımızın torunları!) En çok onlara baktım.
Onlara, gülücük-öpücük gönderip el salladım.
Sonra, merakıma yenilip de utana-sıkıla sordum onlara:
“Bizden size kalmış olan dolara endeksli; köprü, tünel, hastane, havaalanı borçlarınız acaba bitti mi?
-diye.
Cevap vermediler, sizce borçları bitmiş mi?
Emin Toprak- DOSTÇA