Bilindiği üzere Başak Demirtaş, 20 Ocak’ta tutuklu bulunan eşi eski HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ı ziyaret ettikten sonra, DEM Partisinin (Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi) uygun görmesi durumunda İstanbul’dan aday olabileceğini söylemişti.
Genel beklenti, Başak hanımın adaylığı yönünde gelişmişken sürpriz ancak manidar bir şekilde aday olmayacağı açıklandı.
7 Şubat’ta Selahattin Demirtaş’ı cezaevinde ziyaret eden DEM Parti milletvekilleri Mehmet Rüştü Tiryaki ve Saruhan Oluç, “istişare sonucu, ortak görüş birliği sonucunda, Başak Demirtaş’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için aday olmayacağını” duyurarak S. Demirtaş’ın mesajını da okudular.
Demirtaş’ın mesajı anlamlı ve önemli ancak daha önemli olan, DEM milletvekillerinin Demirtaş’a kimin veya kimlerin mesajını götürdükleridir. Bunun bir sır olarak kalacağı düşünülebilir ancak DEM Partisindeki karmaşık ilişkiler dikkate alındığında hiç de sır olmadığı söylenebilir.
Bu kararın Kürt seçmende yarattığı şaşkınlık, daha uzun bir süre kamuoyunda tartışılacaktır. Bunun etkilerini görmezden gelmek de doğru olmayacaktır.
Zira Başak hanımın adaylığının engellenmesinde hedefin Selahattin Demirtaş olduğu çok açıktır. DEM Partisi içindeki ideolojik radikal unsurların Selahattin Demirtaş’tan rahatsız oldukları gizli değildir. Bunu en iyi bilen de Kürt seçmendir.
İdeolojik ve radikal unsurların DEM Partisini yönettikleri, duyarlı ve özgürlükçü Kürt seçmenlerini ideolojik bir tabana dönüştürdükleri ve adeta tutsak ettiklerini, görmezden gelinemeyecek kadar ciddi bir sorun olarak görüyorum.
Başak hanımın adaylık düşüncesiyle bir kez daha ortaya çıktı ki Öcalan’ı gölgeleyecek, pasif ve etkisiz bırakacak hiçbir gelişmeye izin verilmiyor. Bu nedenle Selahattin Demirtaş’ın giderek artan karizması parti içinde ve dışında Öcalan için bir tehdit olarak görülüyor.
2022 yılında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Demirtaş’ın Öcalan’a hesap vereceğini” söylemesi de bu anlayışın sonucu olarak değerlendirilebilir.
Bu bağlamda DEM Partisinin Selahattin DEMİRTAŞ ve eşine yönelik tutumu Abdullah Öcalan’dan bağımsız olarak düşünülemez.
Selahattin Demirtaş’ın, Erdoğan ve Öcalan için olduğu kadar mevcut sistem için de bir tehdit unsuru olarak görüldüğünü düşünüyorum. Görünür siyasetçiler içerisinde birinci sırada ve en popüler kişi olarak kabul gördüğü inkâr edilemez.
—
Bugün itibariyle DEM Parti dahil parlamentoda temsil edilen partilerin tamamının “devlet merkezli” olarak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne, dolayısıyla Erdoğan iktidarına hizmet ettikleri anlaşılıyor.
Bu açık gerçeğe rağmen DEM Partisini, AK Parti ve CHP gibi devletçi partilerden ayırmak nasıl mümkün görülebilir?
Bugün Parlamentoda temsil edilen partilerin tamamı demokrasi, hukukun üstünlüğü, Kürt-Türk ve diğer yurttaş kesimlerin farklılıklarıyla birlikte özgürleşmesine karşı oldukları şüphe edilmeyecek kadar açık bir gerçektir.
Her partinin, resmî ideoloji tarafından planlı olarak kutuplaştırılmış ve bölünmüş toplumun bir kesimini devlet merkezli ideolojilerle otoriter sisteme nasıl bağladığını anlamak için “bilge” olmaya gerek yoktur.
Bu durumda DEM Partisini mevcut partilerden ayrı görenlerin, Demirtaş olayı ile bir kez daha büyük bir yanılgı içinde oldukları ortaya çıkmıştır. Çünkü DEM Partisinin de diğer partiler gibi halkın hak ve özgürlük taleplerini amaç edinmediği açıkça görülüyor. Tersine halkı radikal bir ideolojiye bağımlı kılarak köleleştirmektedir.
Seçim sürecine girerken en azından “Anadilde Eğitim” talebini gündeme getirmek yerine “Öcalan’a yönelik tecridin kalkması”, “Öcalan’a özgürlük” yürüyüşlerinin başlatılması ve “açlık grevleri” gibi eylemler tesadüf değildir. Amacın, Kürtlerin siyasi taleplerini baskılamak ve Öcalan’la bu taleplerin üzerini örtmek olduğunu düşünüyorum.
Açıkça belirtmeliyim ki Öcalan başta olmak üzere tutuklulara yönelik “tecrit” uygulaması açıkça bir hak ihlalidir ve hiçbir tutukluya tecrit cezası verilmesini de kabul etmiyorum. Böylesi hukuk dışı uygulamaların son bulmasını da talep ediyorum.
Ancak HEP’le başlayan ve DEM’le devam eden siyasetin merkezinde ‘Kürt meselesi’ yerine hep Öcalan olması ve sorunun çözümü için de “tek muhatap” görülmesi sizce de düşündürücü değil mi?
Kürt halkı için talep edilen hak ve özgürlüklerin muhatabı neden Öcalan olsun?
Kürtlerin bütün haklı talepleri HEP/DEM marifetiyle Abdullah Öcalan üzerinden terörize edilmekte ve sorunlar çözümsüz bırakılmaktadır.
Gerçek şu ki Kürt halkının haklı talepleri ve özgürlük arayışları her seçimde olduğu gibi bu seçim sürecinde de DEM tarafından Öcalan’la özdeşleştirilerek İmralı’ya hapsedilmektedir.
Öcalan’ın özgürlüğünü Kürt halkının özgürlüğüne bağlamak yerine, Kürt halkının özgürlüğü Öcalan’ın özgürlüğüne bağlanarak Kürtlere tuzak kurulmaktadır.
Bu tezgâhın baş aktörü de devletin kendisidir.
Oysa hak ve özgürlüklerin uygulanması durumunda Öcalan da özgürleşebilir. Bu durum da DEM’in politikaları ve devlet taraflı tutumu şüpheli ve anlamlı değil midir?
Bu tutumu sorgulamak gerekmez mi?
Bir halkın özgürlüğünü bir kişinin özgürlüğüne bağlamak, bir kişiyle sınırlandırmak ve özdeşleştirmek dünyanın neresinde görülmüştür?
—
Gözlemlediğim kadarıyla DEM Partisi radikal bir parti olmaktan öte radikal unsurların kuşatması altında olan bir partidir. Geniş Kürt kitleleri de bu radikal unsurlar tarafından kuşatılmış durumdadır.
Bu yönüyle DEM Partisi de tıpkı AK Parti, CHP ve diğer partiler gibi aynı merkezin elinde tuttuğu zincirin farklı renkte bir halkasını oluşturduğunu iddia etmek pek yanıltıcı olmasa gerek.
Bu bağlamda denilebilir ki DEM partisi de ancak CHP ve AK Parti kadar demokrattır ve ancak bu partiler kadar özgürlükçü ve çoğulcudur.
Bu gerçeği dikkate alarak duyarlı Kürtlerin ve özellikle de tutuklu Sayın Demirtaş’ın bir tutum geliştirmesi gereğine inanıyorum.
—
Kuşkusuz Demirtaş’ın partisiyle kavga etmesini beklemiyorum ve doğru da bulmuyorum ancak seçimlerden hemen sonra Kürtlerin lehine partiyle arasına artık bir mesafe koyması gerektiğini düşünüyorum.
Hiçbir ideoloji, kişi ve inanç, özgürlükten daha değerli değildir. Kürt halkının özgürlüğü de bir partiye, bir lidere, bir inanç veya ideolojiye feda edilecek kadar değersiz değildir.
Ayrıca özellikle Kürt seçmenin “ehven-i şer” (kötünün iyisi) olarak DEM Partisine oy vermesini yadırgamıyorum, parti tercihlerinde çaresiz olduklarını da kabul ediyorum ancak “oyumu kendime veriyorum”, “halkın partisi” veya “Kürtlerin partisi” iddiasıyla oy vermeyi yadırgadığımı bir kez daha belirtmeliyim.
Şunu da belirtmeliyim ki Türkiye’de seçmen, kendisine dayatılan bir partiye OY vermeyi “Özgür irade” olarak kabul ettiği sürece “Parti veya Lider Köleliği” devam edecektir. Benzer durum Kürtler için de Türkiye seçmeninin tamamı için de geçerlidir.
Bu vesileyle özgürlük mahkumlarını selamlıyorum.
İdeolojik, politik ve anlayış farklılıklarımıza rağmen bir ‘kardeş’ kadar kendime yakın gördüğüm Sayın Selahattin DEMİRTAŞ’a da selam olsun.