Prof. Dr. Hüseyin Çelebi, Mahmut Çiftnamlı’yı yazdı
Mahmut Çiftnamlı’nın isinin yaşatılması ahde vefanın örneğidir.
2009 yılında Holhol’dan Murun’a geçerken “Mahmut Çiftnamlı Parkı” levhası gözüme ilişti. Durma olanağım yoktu, durup etrafa bakamadım ama çok sevindim, Mahmut Hoca anılıyor olması, ahde vefa örneğidir.
Yıllar sonra İstanbul’da Işık Üniversitesi (IÜ) Öğretim Üyesi Dr. Yunus Güneş Mahmut Hoca ile ilgili projesinden bahsedince çok anlamlı bulduğumu ifade ettim. Dr. Yunus Bey hocamızı düşünüp fikir geliştirmişti. Ekip oluşturarak bu çalışmayı başlattı ve ekibe katılımı sağladı. Daha sonraki aşamada Mahmut Hoca hakkındaki çalışmaları araştırdı ve koordine etti. Ancak bazı zorluklarla karşılaşınca projenin gerçekleşmesi uzadı. Hazırladığım yazı güncelliğini kaybetmeden yayınlamam gerekti. Burada kendisinden aldığım destek ve bilgiler için içtenlikle teşekkür ederim. Onun gayreti, yönlendirmesi ve sabrı olmadan katkıda bulunamazdım.
Mahmut Çiftnamlı Hoca’nın çocukluğu ve okul çağları Cumhuriyetin kuruluş yıllarına denk gelmektedir. O yıllarda Holhol gibi bir yerden okula ve meslek eğitimine nasıl yönlendiği veya yönlendirildiğini öğrenemedim. Ancak o zamanlar da yöreden Erzincan veya Harput üzerinden İstanbul ile ilişkileri olan çok aydın insan vardı. Büyük olasılıkla ailesi ve yakın çevresi tarafından meslek öğrenimine yönlendirilmiştir. Mahmut Hoca’nın okula nasıl, ne zaman ve hangi ideallerle başladığını ancak ailesi ve yakınları bilebilir. Onlar bizi en az ana hatları ile bu konuda aydınlatacaklarını ümit ediyorum.
Mahmut Çiftnamlı Hoca gelenekçi bir insandı. Vergil’in Homeros’un izini sürmesi gibi, hep aynı çizgide kalmıştır. Yüzünü hep Holhol’a çevirmiş ve orya ait hissederek vazgeçmemiştir. Hep Holhol’a, doğup büyüdüğü köye, yönelmiştir.
Holhol onun için dünyanın merkezidir.
Bu hususta Mahmut Hoca rakipsizdir.
Sivas Öğretmen Okulu ve Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nde gördüğü mesleki öğreniminden sonra çalışmaya başladığı Rize Lisesi’nden Elazığ Lisesi’ne, oradan da Kiğı Ortaokulu’na geçerek hayalindeki Holhol’a yaklaşmıştır. Bu arada beraber okuduğu ağabeyini bir hastalıktan dolayı kaybetmiş, yalnız kalmıştır.
Kiğı’dan Holhol’a kısa sürede Yayladere Ortaokulu’nun açılışını sağlamış, kendisi de Holhol Ortaokulu’na kurucu müdür olarak gelmiştir. Yaklaşık 80 yıllık yaşamının son 36 yılını (çocukluğu dışında) doğup büyüdüğü Holhol Bucağ’ında, şimdiki ilçede, çalışarak, töre ve adetleri yaşayarak, havasını soluyarak geçirmiştir. Saz çalan ve halay çeken Mahmut Hoca, sazlı ve halaylı kökünden kopmamış, yabancılaşmamış ve kültür hafızasını kaybetmemiştir.
MAHMUT ÇİFTNAMLI HOCAM İLE TANIŞMAM
Ben Mahmut Hoca’yı 1963 yılının eylül ayında tanıdım. Ortaokula kaydımı yaptırmaya gitmiştim. Murun (Batıayaz) İlkokulunu yeni bitirmiştim. Yayladere Ortaokulu’na gidecektim. Yöredeki diğer en yakın ortaokullar Kiğı ve Dep’te (Karakoçan) bulunuyordu. Daha önce hocanın adını duymuştum, ancak kendisini görmemiştim. 1961’de köy yollarının yapımı sırasında Holhol’a yolun nereden gideceği çok tartışılmıştı. Mahmut Hoca adını bu yolun güzergahı ile ilişkili olarak duyurmuştu. O, Holhol’un, teknik ve ekonomik açıdan doğru düşünerek, en kısa mesafeden, yani Peri Suyu boyunca giden Karakoçan-Kiğı anayolunun Deliklitaş mevkiine Ağdat-Hasköy Deresi boyunca bağlanmasını istiyordu. Buna karşın çevre köy sakinleri, daha çok nüfusun yararlanması için, Murun ve Conag- (Sarıtosun’dan) geçmesini istiyordu. Mücadeleler sonunda yolun ikinci güzergahtan geçmesi sağlanmıştı.
Yukarıda anlatılanların ve duyduklarımın etkisiyle Mahmut Hoca’yı merak ediyordum. Çok heyecanlı idim ve o heyecanla da kendisiyle tanıştım.
O zaman ortaokul binası tek katlıydı ve Holhol’da çelik saçtan tek çatılı bina idi. Dışardan da sıvalı bu beyaz bina ve hocanın bürosu, bana bizim bir köy evindeki köy okuluna göre çok muhteşem gelmişti. Hademelerin onayı (o zamanlar güvenlik elemanları yoktu) ve yardımı ile hocaya ulaştım. Hoca büyük, beyaz, aydınlık, bizim köy odalarına hiç benzemeyen; dolap, masa, sandalye ve kitaplarla dolu bir odada çalışıyordu. Uzun ve ince boyu, beyaz teni, yana taranmış sarı saçları ve temiz tıraşı ile bir şehirliydi. Üzerinde daha sonra da hep giydiğini gördüğüm haki takım elbisesi, siyah beyaz kravatı ve beyaz gömleği vardı
(Fotoğraf 1). Bu onun ortaokul yıllarımdaki standart giysisiydi.
“MAHMUT HOCA, YAYLADERE’NİN GALİLE’SİDİR”
Selamladıktan sonra kayıt için geldiğimi anlatırken sükûnetle beni dinledi ve ilkokul diplomamı, kimlik belgemi ve fotoğraflarla diğer gerekli belgeleri istedi. Elimdekileri verdim, eksikleri de tamamlayacağımı söyleyerek çıktım. Fazla ayrıntıyı, örneğin, daktilosunun olup olmadığını, zarf ve pul isteyip istemediğini hatırlayamıyorum, ama bir sekreterinin ve hizmet telefonunun olmadığını hatırlıyorum. Çok sevinmiştim, Holhol’da ortaokula gideceğime. Bunun ne kadar büyük bir nimet olduğunu o zaman anladım. Arkadaşlarımın ve benim okumam mümkün olmuştu. Aksi takdirde okuma, meslek edinme ve aydınlanma şansımız olmayacaktı. Burada Mahmut Hoca benim için Avrupa’nın aydınlanma hareketini başlatan bir Galile’sidir.
Çelebi: “Çiftnamlı sıradışı bir Öğretmendi”
(M. Çiftnamlı)
Kafanın dışını değil, içini süsle!
(M. Çiftnamlı)
Hoca tüm davranışları ile köyde gördüğümüz insanlardan çok farklı idi. Ciddi idi. Görevi gereği sık sık Kiğı’ya yaya gidip geliyordu. 1961’de yapılan Deliktaş Köprüsünden önce Mahmut Hoca’nın Kiğı yolu için bir at beslediğini duymuştum. 1961’den sonra artık motorlu araçlarla Kiğı ve Elazığ’a ulaşım yapılıyordu.
Okulun özel bir eğitim-öğretim modeli yoktu. Düz bir ortaokuldu. Holhol’daki 3 yıllık okul hayatımda çok şey öğrendim, çok yeni şey gördüm, ufkum açıldı. Tüm etkinlikler yüz yüze, klasik yöntemle, öğretmen merkezli gerçekleşiyordu. O dar olanaklar içinde bile okulda tiyatrolar, münazaralar, öğrenci sunumları ve eğitim gezileri düzenleniyordu. Benim okuduğum yıllarda tüm kadro çok özverili idi ve etkin bir kültürel çeşitlilik vardı. İlk defa kendimin de rol aldığım bir tiyatro oyununu canlandırdık. Bu etkinlikler sırasında kendini gösteren başarılı çok iyi genç yetenekler vardı. Bunların birçoğu daha sonraki yıllarda layık oldukları yerlere geldiler. Örnek vermek gerekirse, ağabeylerimizden Nuri Yeşilyurt Çimento Sanayii’nde Genel Müdürlüğe, Düzgün Sayan, , Türk Silahlı Kuvvetlerinde, yanılmıyorsam, Yarbaylığa ve bendeniz de Profesörlüğe yükseldim.
İlk elektriği, slayt gösterisini ve hareketli resimleri (kısa filmleri) bu okulun çatısı altında gördüm. Ankara Milli Eğitim Bakanlığı’ndan gelen bir gezici ekip dinamo ile elektrik üretip bize biyolojide gördüğümüz vücudumuzu gösterdi, duyu organlarımızın işleyişini açıkladı. Bu program sırasında elektrik ışığı ile sunulan şekil ve şemalar bize çok cazip gelmiş, derinden etkilemişti. Böylece Mahmut Hoca mevcut koşullarda olası tüm olanaklardan yararlanmamızı ve en iyi şekilde geleceğe hazırlanmamızı sağlıyordu.
Fotoğraf 2: Holhol Ortaokulu 3. sınıf öğrencileri (tüm çabalara karşın herkese ulaşılamadı). Görüldüğü gibi üst-başımız bakımlı, ailelerimizin aynasıydık. Sınıfımızda hiç kız öğrenci olmadı (1. sınıfa gelen Hediye Çiftnamlı daha sonra okulu bıraktı).
Ön sıra (soldan sağa): 1. Süleyman Aygün (…..?), 2. Halil Yeşilyurt (Aftariç, ….?), 3. Hakkı Alkanoğlu (Aftarıç, memur?), 4. Ekrem Akbal (Cönek, memur?), 5. Bedri Aygün (Aftariç, öğretmen?), 6. Hasan Çelebi (Murun, öğretmen), 7. Şahhaydar Bülbül (Gümek, memur?), 8. Selim Sağdıç (Zeynelli, polis), 9. İskender Yeşilyurt (Aftariç, öğretmen?).
Orta sıra: 10. Şevket Baydar (….?), 11. (..… ?), 12. (……?), 13. Hüsnü Altındal (….?), 14. Mehmet Günel (Holhol, öğretmen), 15. Hüseyin Kaymaz (Holhol,….?), 16. Mehmet Bilgin (…..?), 17. Hüseyin Çelebi (Murun, öğretmen), 18. Hüseyin Çelebi (Murun, Profesör), 19. Zülfü Akyürek (Holhol, esnaf).
Arka sıra: 20.(……?), 21… (……?), 22. Hüseyin Salman (Holhol, ?), 23. Zülfü Cangir (Holhol, öğretmen), 24. …. Yılmaz (Hop?, memur?), 25. Raif Kılıç (Murun/Hovag Mah., sendikacı), 26. Sabri Aktürk (Murun/Hovag Mah., memur?), 27. Ali Atasever (Holhol, öğretrmen?), 28. (……?), 29. (……?), 30. Hüseyin Gökçen (……?), 31. Hakkı Kuloğlu (oturan, Murun, öğretmen).
Fotoğraf: M. Ali Seferoğlu /Altıntop tarafından okulun önünde çekilmiştir (Nisan, 1966).
Bütün bu üstünlüklerine karşın Mahmut Hoca’nın da eksiklikleri olurdu. Bunların bazıları mevcut ortamdan, bazıları da kendisinden kaynaklanıyordu. Örneğin, Mahmut Hoca çalışma disiplinine, nizam ve intizama çok düşkün olmasına rağmen, 1960’lı yıllarda büyük olasılıkla iyi çalışan bir daktilosu ve aksesuarı yoktu. Kopya kağıdı her zaman bulunmazdı ve bozulduğunda Elazığ’a onarım ve bakıma gönderilmesi gerekirdi. O yüzden yazılarını hep elle yazıyordu. Küçük bir hata yüzünden mürekkepli dolma kalemi ile yazardı. Hoşuna gitmeyince yırtıp üşenmeden yeniden yazardı. Karne hiç vermezdi. Holhol’da okuduğum 3 yıllık ortaokul öğrenimim sırasında hiç karne görmedim. Sınav notlarını açıklamazdı veya çok geç sınıfta okurdu. Sadece dönem sonlarında ya notları sınıfta okurdu, ya da panoda ilan ederdi. Belge ve diploma gibi dokümanları en son anda ulaştırırdı. Bu nedenle geç başvurular ve kaçırılan sınavlar olabiliyordu. Örneğin, ortaokul 2. sınıfında hakkı Kuloğlu ile yatılı lise sınavını kaçırdık. Ulaşım çok zordu, vasıta bulunmazdı. Bingöl’e bir gidiş-geliş 3 gün sürebilirdi. Mezun olduğumda ortaokul diplomamı görmedim. İstanbul’da kaydolduğum Haydarpaşa Lisesi’ne ancak aylar sonra rica ile gönderildi.
***************
Prof. Dr. Hüseyin Çelebi
Mahmut Çiftnamlı Hocamız bir öğretmendi. Yaptıkları ile bir öncü rol üstlenmiştir. Bana göre o, başlattığı “ilkler” le yörenin en büyük öğretmenidir. Öncesinde bir örnek bilinmemektedir. Yukarıda sayılan yerlerdeki öğretmenlik eğitimi sırasında gördüğü uygarlık eserlerini, edindiği bilgi ve deneyimlerini içtenlik ve özveri ile köyüne, insanlarına taşımak istemiştir. Eğitimle, yani aydınlanma ile, kalkınmayı amaçlamıştır. Bu tezi doğrudur. Kalkınmanın ancak aydınlanma ile mümkün olduğunda günün bilgeleri, eğitimcileri ve stratejistleri hemfikirdir.
Mahmut Hocamız bilge olmaktan çok Pragmatik bir insandı. O bir uygulayıcı, yarar sağlayıcı idi. Akılcı (rasyonalist) idi, erdemi savunurdu. Dolayısı ile felsefi açıdan o bir Stoyacı veya Sokratçı idi. Bir düşünsel savı veya kendinden kaynaklanan bilgece özdeyişleri bilinmektedir (bak. Başlık altına). Kendi koşullarında aydın, etkileyici, titiz ve örnek bir eğitmendi. Kaynaştırıcı ve kabul gören bir kişilikti. Dürüsttü, adam kayırmazdı, asla hediye, davet ve ikram kabul etmezdi, ama Holhol her şeyin üstünde idi. Teknik bilgi ve beceriler ile özel yeteneklerine burada değinmek bu yazının kapsamını aşar. O nedenle bu husus kendisini daha yakından tanıyan öğrencilerine bırakılmalı.
Mahmut Hoca’nın yakın çevreden dostluk kurduğu ve dayanıştığı, adını anmadan geçemeyeceğim çok sayıda bilge, aydın ve usta insanlar vardı. Bunlar, bazen çelişseler de, dostlukları devam ederdi. Çünkü Mahmut Hoca iş ve yöre için dayanışma ve sosyal ilişkileri ihmal etmezdi. İnsanlar arasındaki iyi ilişkilerin en büyük zenginlik olduğunu biliyordu. İlişkilerinin iyi olduğunu bildiğim bu saygın insanlardan biri Hasköy’den Katip Ağa’dır (Hasköylü). Eski yazıyı bilen, deneyimli ve hanedan Katip Ağa, yörede Latin alfabesini ilk öğrenen ve uygulıyan hocadır. Yörenin tüm köylerindeki ailelere soy isimlerini o vermiştir (1934). Çocuklarını ta o zaman okullara göndererek örnek olmuştur. Bu arada Murun Köyü’nün Kulan Mezrası’ndaki yaklaşık 20 aileyi uyumlu bulduğu için “Çelebi” soyadını vermiştir. Bu nedenle gelen resmi evraklarda hep sorun çıkardı. Örneğin, ilkokulda 3, orta kulda 2 “Hüseyin Çelebi” aynı sınıftaydık. Notlarımız, ödev ve görevlerimiz sık sık karışıyordu.
Mahmut Hoca’nın bildiğim anılmaya değer ikinci dostu Murun Köyün’den Mehmet Derya’dır (Çelebi). Bu hiç okula gitmiyen, okuma yazmayı ve marangozluğu askerde öğrenen dahi, köy değirmeninin yenilenmesinde önayak olmuş, Kiğı’dan usta getirerek köyde demirci dükkanı açmış, yörede hiç bulunmıyan buğday dövme tesisini (dıng) kurmuş ve bir kamyonla ülke çapında nakliyeciliğe girişmiştir. Köye içme suyu getirilmesini, evlere verilmesini, kanalizasyonun yapılmasını önermiş ve sulama barajının yapılmasını sağlamıştır. Köyde ilk betonu o dökmüş, çimentoyu o kullanmış ve çatılı evi o yapmıştır. Köye elektriğin gelmesi ile kurduğu ağaç işleme atölyesinde modern araçlarla hizmet vermiştir. Bu arada Mahmut Hoca’ya da bir 3 telli küçük saz yaparak beğenisini kazanmıştır. Mahmut Hoca, “Mehmet Usta, yaptığın saz ötüyor, ötüyor” diyormuş. Kazara kırılan sazı tamir ettirerek “Mehmet Usta, senin gibi birkaç usta daha olsa, bu memleket ihya olurdu” diye övüyormuş. Dışarda yeyip içmiyen Mahmut Hoca, Mehmet Usta’nın sofrasına otururmuş. Sofrada Mehmet Usta’ya meşhur sözünü: “Bu memlekette test (hamur teknesi) u meşk (yayık) bittiğinde, hayat da biter[1] ” söyliyerek dertleniyormuş. Bununla Mahmut Hoca, tekniğin insan yeteneklerini körelttiğini ve aptallaştırdığını demek istemiştir. Bu görüş doğrudur, teknik uygulamalar insan yeteneklerinin gelişmesini engelliyor. O nedenle el yapımı eserler daha makbuldür. Finlandiya ve İsviçre okullarda yazı derslerini kaldırdılar, biz de dijital gelişmeler sonucu elle yazmayı nerdeyse unuttuk. Köyün boşalması ile Mehmet Usta’nın girişimleri olduğu yerde kalmış, bir halef yetiştirilememiştir.
Mahmut Hoca’nın sosyal ilişkilerinin güçlü olmadığı biliniyordu. Adam seçerdi, her sohbete katılmazdı. Öğrencilerine karşı mesafeli duruyordu. Çoğu kez yalnız gezer, kimseye konuk olmaz, gittiği yerden muhakkak eve döndüğü söylenirdi. Konuk olduğunda da her zaman ve her yerde yeyip içmezdi, onun için kibirli görülürdü. Ancak bence o, zaten fakir olan yöre halkına, yük olmak istemezdi. Evinde misafirperver ve cömert olduğu anlatılırdı. Ben de buna şahit oldum. Evinde çevreden farklı olmadığını gördüm. Çocukları da bizim gibi idi.
Mahmut Hoca öğrencilerini çok koruyup kollardı, fazlasıyla özen gösterirdi. Çocuklarına farklı davrandığını duymadım. Bilindiği gibi Holhol ve çevresinde kış çok çetin geçer. Deniz seviyesinden yaklaşık 1.550 m yüksekliğindeki köyde kışlar kasım ortalarından nisan ortalarına kadar sürer. Şubatta -20 ⁰C’ye kadar düşen hava sıcaklığı, esen şiddetli rüzgar ve yağan kar yağışı yaşamı günlerce durdurur. Böyle günlerde okuldan sonra köye dönmemiz olanaksızdı. Bazen Holhol’daki arkadaşlarımızda kalırdık. Burada arkadaşım Halil Yeilyurt’u özellikle anmam lazım. Bazen Cönek, bazen de Hasköy üzerinden ancak büyüklerin yardımıyla evlerimize gelebiliyorduk. Böyle günlerden bir gün Mahmut Hoca önümüze girerek biz Murunlu öğrencileri Hasköy tepelerine, yolun açık olduğu yere kadar, getirdiğini burada özellikle belirtmek isterim. Bazen de biz yolda iken fırtına kopuyordu. O zaman köydeki büyüklerimiz bizi karşılıyordu. Aksi durumda ulaştığımız Halan veya Cönek’te gecelemek mecburiyetinde kalırdık. O zaman bu köylerden arkadaşlarımız bizi misafir ediyordu (Fotoğraf 3).
Fotooğraf 3: Murun (Batıayaz) Köyü’nden Holhol’un arkasındaki Selbus (sağda) ve Taru (solda) dağlarına bakış. Sağda Cönek (Sarıtosun Köyü, kişisel fotoğraf, 1971).
Köyde sadece öğretmen Hasan Hoca’nın (Çelebi) evi çatılıdır. Okul yolumuz Cönek’in batısındaki Nişantaşı’nın yaklaşık 50 derece dik sırtlarından geçiyordu. 3 yıl boyunca 7 km’lik bu yolu okula gidebilmek için sabah akşam yürüdük. Bizden önceki ağabeylerimiz bu yolu ilkokula gitmek için kullanmışlardı.
[1] Mehmet Ali Derya’dan kişisel bilgi.