“Tek adam rejimi” olarak bilinen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, AK Parti marifetiyle inşa edilmiş olsa da, AK Parti bu sistemin mimarı ve sahibi değildir!
Öngörülmüş süre içinde görevini tamamlayarak sistemi asıl sahiplerine teslim etmek ve gitmek zorundadır!
AK Parti eliyle ideolojik temelde yeniden tahkim edilen siyasal sistem, devletçilik, mezhepçilik, etnik ve dini milliyetçilik alanında daha da güçlendirilerek toplumsallaştırılmıştır.
Yaklaşık yüz yıldır ideolojik ve dayatmacı kurumsallığı toplumsallaştıramayan devlet aklı, yeni bir siyaset mühendisliği ile oluşturduğu Cumhur İttifakı / din ve milliyetçilik sayesinde otoriter ve militarist siyaseti de meşrulaştırmayı başarmıştır.
Bundan daha önemlisi Türkiye, geçmiş dönemlerde TSK’nin müdahalesiyle demokratikleşmenin yolunu keserken, post-modern bir siyaset mühendisliği ile Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçerek demokrasinin yolunu tamamıyla kapatmayı başarmıştır.
Demokrasi oyunu olarak geriye kalan artık sadece partiler ve seçimlerdir. Dikkat edilirse, muhalefet partilerinin de ‘seçim’ dışında gündemleştirebilecekleri hiçbir öneri ve projeleri yoktur.
Muhalefet partileri, hiç usanmadan ve yılmadan yıllardır bütün enerjilerini “Erdoğan düşmanlığı” ve cumhurbaşkanlığı seçimleri için harcamaları bundan dolayı olsa gerek!
Bu gerçeğin farkında olmayan veya bu gerçeği görmek istemeyen bazı çevrelerin mevcut partilerle ‘demokratik muhalefet’ oluşturma çabaları beyhude bir uğraş gibi görünmektedir.
Çünkü muhalefet partileri için esas sorun; tek adamlığa dayanan sistem veya ceberut yönetim biçimi değil, bu imkânı kullanan Erdoğan-Bahçeli ve AKP-MHP’dir.
Bu durumda, amaçları yönetimi ve iktidarı paylaşmak olan muhalefet partilerinin, demokratik bir siyasal sistem inşa etmeleri mümkün mü?
Ceberut uygulamalara, hukuksuzluğa, hak ihlallerine karşı parlamento çatısı altında dahi ittifak etmeyenlerin demokrasi ittifakları inandırıcı olabilir mi?
İddialarında samimi olsalar dahi, uzlaşma kültüründen yoksun ve korkak tutumları, onların demokrasi bilincinin ve kültürünün seviyesini göstermek için yeterli değil mi?
Demokrasi uzlaşmaktır, en önemlisi uzlaşmaktan korkmamak değil midir?
Kanaatime göre Türkiye’nin siyasi geleneğinde demokraside devamlılık ve demokratik siyasal kültür kurumsallaşmadığı ve toplumsallaşmadığı için mevcut partilerin DEMOKRASİ ortak paydasında bir araya gelmeleri, uzlaşmaları pek mümkün görünmemektedir.
Demokrasi arayışını ve ittifak ihtiyacını ortaya koyarken bilinmesi gereken bir gerçek de; iktidar ve muhalefetiyle bütün siyasi partilerin ‘demokrasiye karşı’ bir ittifak içinde olduklarıdır. Bu gerçeğin altını çizerek dikkatlerinize sunuyorum.
Daha açık ifade etmem gerekirse, ‘demokrasi karşıtı’ bir siyaset ve partilerle karşı karşıyayız. Mevcut partilerle demokrasi mücadelesi vermek ve ‘yeni siyaset’ inşa etmek mümkün değildir.
Çünkü devletçiliğe, statükoya dayanan siyasi partilerin teşkilatlanmaları, örgütlenme biçimleri, siyasi faaliyetleri doğrudan veya dolaylı resmi ideoloji paralelinde şekillenmektedir.
Ülkenin siyasi tarihinde sözü ve eylemi ile bu kuşkuları gidermiş bir partiden söz etmek neredeyse imkânsızdır. Lider sultasını ve siyasi oligarşiyi besleyen nedenlerin başında bu anlayışın geldiğini düşünüyorum.
Bu yöntemle hem lider, hem de partiler çok daha kolay kontrol edilmekte ve yönlendirilebilmektedir.
Partilerin tüzük ve programları zamanın ruhunu çağrıştırsa da bir bağlayıcılığı ve inandırıcılığı yoktur. Çünkü partiye yön veren, liderin dayandığı arka plandaki güç merkezleridir.
Gayet demokratik görünen tüzük ve programlara rağmen partiye istikamet veren de bu güç odaklarıdır.
Güç odakları karşısında mevcut siyaset, çözümler ve alternatifler bulmakta aciz kalıyor. Partiler, iktidar lokomotifliğinde aynı karanlık tünelde seçim durağına ulaşmak için yolculuğuna devam ediyor.!
Bu gerçeğe rağmen popülizmin peşine takılmak, esas itibariyle doğru istikametten sapmaktır. Bunun sonucu da ekonomide, hukuk ve siyasette kaos ve karanlık demektir.
Türkiye toplumu ne yazık ki aynı filmi tekrar tekrar izlemekten usanmamıştır!
Bugüne kadar ‘demokrasi ve hukuk’ ortak paydasında bir araya gelemediğimiz ve yan yana duramadığımız ortadadır. 2020 yılını da, iktidar ve sisteme alternatif siyaset geliştirilmediği bir “ziyan yılı” olarak geride bıraktık.
Artık polemiklerle, hamasetle zayi edecek yıllarımızın kalmadığını düşünüyorum. Demokratik kazanımlar açısından bir izmihlal korkusu yaşadığımı itiraf etmeliyim.
Bu durumda 2021 yılını, ‘siyasette bir inşa yılı’ olarak fırsata nasıl çevrilebileceğini düşünmek, müzakere etmek zorundayız.
Bunun için her kesimi bir araya getirecek ve ortak hedeflerde buluşturacak gerekçelerin oluştuğunu ve olgunlaştığını düşünüyorum.
Bu gerekçeler; hepimizi kuşatan haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik, ayırımcılık, yoksulluk, yolsuzluk, yoksunluk, belirsizlik ve sistemsizlik gibi geleceğimizi karartan ve hayatı yaşanmaz kılan olgulardır.
Altını çizerek hatırlatmak istiyorum ki özgürlük, bilgi, akıl ve teknoloji temelinde yeni bir dünya düzeni şekilleniyor!
Bu düzenin dışında kalacak ülkelerin payına ceberut yönetimler, diktatörler, cehalet, yoksulluk ve terör düşmektedir.
Bu nedenle sadece kendimiz için değil, ülkemiz için siyasal kutsalları hak-özgürlük- adalet-eşitlik olan ve merkeze insanlık değerlerini alan bir siyasal yolculuğa çıkmak zorundayız!..
Zor bir yolculuk olacağı açıktır. Bu coğrafyanın halkları olarak yaklaşık 200 yıldır kaybettiklerimizi ancak demokrasi ile yeniden kazanabiliriz.
Bu nedenle de toplumsal yürüyüşün önünü açacak, istikametini ‘demokrasi ve hukukun üstünlüğü’ olarak tayin edecek özgürlükçü bir siyasetin ve yeni partilerin rehberliğine ihtiyacımız vardır.
Benim önerim; demokrasi içinde yeni bir YOL bulmak, yeni bir YOL açmak, yeni bir YOL ve istikamette, yan yana birlikte yürümek için ‘Yeni bir Türkiye siyaseti’ inşasına başlamaktır.
Öncülüğünü yapacak yeteri kadar akil ve sağduyu önceleyen siyaset insanımız vardır.
Bu insanları sorumluluk almaya davet ediyorum. Sorumluluktan kaçmak için hiç kimsenin bir bahanesi olmamalıdır.
Herkes ve her kesime, ‘Türkiye Ortak Paydası’nda buluşmak, hak ve özgürlüklerini hukuk güvencesinde yaşayabilecek bir imkân oluşturulmalıdır.
Yaşlısıyla, genciyle yola çıkma zamanıdır. Ya başaracağız ya da başaracağız!.. Çünkü başarılamaması durumunda artık demokrasiden söz etmek dahi ‘suç ve günah’ olacaktır!..