Öncelikle belirtmek isterim ki yazılı, görüntülü ve sosyal medyada tartışılan konuların birçoğu, özellikle din konusu; amacından saptırılarak sunulması zihinleri bulandırmaya matuftur.
Özünde din konusu olmadığı halde din içinde değerlendirilen sosyal ve siyasal olaylardan nemalanan başta din sınıfı ve karşıtı gruplar çirkin ve gerçek dışı yaklaşımlarla gündem olmayı sürdürmeye devam etmektedir.
Bu olaylardan biri de Resul-ü Ekrem’in eşi Hz. Ayşe validemizin evlilik yaşıyla ilgilidir. Tekrar tekrar tartışma konusu yapılmakta ve bunun üzerinden İslam sorgulanmaktadır.
İslam elbette sorgulanabilir ve sorgulanmalıdır da. Ancak sorgulama yalan bir tarih ve uydurulmuş rivayetlerle değil, akıl ve bilgi ile yapılmalıdır.
İslam konusu olmadığı halde bir toplumun kültür ve sosyal yaşamını dine dayandıran din din sınıfı ve dinbaz kesimler ile söz konusu kültürü İslam üzerinden tartışan sözde bilim insanları arasında nitelik ve ahlak bakımından bir farkın olmadığını belirtmeliyim.
İki tarafın da iddiaları gerçeği yansıtmamaktadır. Bu iddialar, Arap kültürünü din edinen ulema sınıfı ile İslam düşmanı Batılı oryantalistlerin yalanlarına dayanmaktadır.
Altını çizerek belirtmeliyim ki din ve dinbaz sınıfın istismar ve din tacirliği gibi Arap, Fars, Türk veya başka Müslüman bir toplumun kültürü ve geleneği üzerinden İslam, Kur’an ve peygamber düşmanlığı yapmak da ilim ve ahlakla bağdaşmaz.
İlim ve ahlakın olmadığı yerde de hakikat olmaz.
Evet…Buhârî ve Müslim başta olmak üzere Hadis kitaplarında Resul-ü Ekrem’in Hz. Ayşe ile altı yaşında sözlendiği ve dokuz yaşında evlendiği rivayetlerine yer verilmektedir.
Buna karşı bazı kimseler de Hz. Ayşe’nin on dört yaşındayken peygamberle sözlendiği ve on sekiz yaşında evlendiğini ileri sürmektedirler.
Bu konuda merhum Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ün tespitini aktarmakla yetineceğim:
“Hz. Âişe, Peygamberimizle evlendiği zaman, 9 yaşında değil, 18 veya 19 yaşındaydı.
Bu mesele, İslam araştırmalarının büyük ismi müfessir düşünür Ömer Rıza Doğrul (Mehmet Akif Ersoy’un damadıdır) tarafından yıllar önce gündem yapılmış ve Batılı oryantalistlerce ha bire öne sürülen ‘9 yaş’ iddiasının, geleneksel Emevî dinciliğinin asırlarca yaşatılan bir yalanı olduğu ispatlanmıştır…
Gerçek şu ki, Allah ile aldatmayı hayat ve siyaset tarzı olarak benimsemiş dincilik ekipleri, şehvet tutkularının yarattığı sıkıntıları aşmak için dinin kredilerini kullanma ihtiyacı duydukları zamanlarda, “Ne var bunda, Peygamberimiz de 9 yaşında bir hanımla evlenmemiş miydi?” deme hayasızlığına dayanak olacak bir yalanı ellerinin altında kullanıma hazır tutmayı yeğlemişlerdir.
Yani İslam ve mukaddesatın haysiyetini koruma yerine nefislerinin sefilliklerini savunabilmeyi esas almışlardır.” (Hürriyet Gazetesi, Kasım 07, 2008)
Hz. Ayşe’nin dokuz yaşında mı 19 yaşında mı evlendiği konusu yeni bir tartışma değildir. Hatta İslam karşıtlarının üzerinde en fazla durduğu ve konuştuğu konulardan bir tanesidir.
Hz. Ayşe’nin kaç yaşında evlendiği konusunu o dönemin Arap kültürünü bilmeden tartışmanın doğru olduğunu düşünmüyorum. Küçük yaşta evlenme meselesi sadece Araplarda değil neredeyse bütün toplumlarda olan bir durumdu ve bundan 50 yıl öncesine kadar bizde de çok yaygın olarak mevcuttu.
Günümüzde de insanlığın içinde bulunduğu durumu ve şartları mutlak doğru kabul edip, bunun üzerinden ahkam kesmek hiç doğru değildir. Bu nedenle “tarihi vakalar kendi şartları ile değerlendirilmeli” diye tarihi bir ilkeyi hatırlatmak isterim.
Önemli bir konu da insanların ne şekilde doğal hayatta yaşadığı ve ayakta kaldığı meselesidir. Hayvanlar dahi neslini korumak için hayatını ortaya koyar. Nesli korumayı kültür edinmiş bütün topluluklarda da erken evlilik öncelenmiş ve önemsenmiştir.
Modern insan, kendi koşulları ve yaşam tarzıyla kabile veya tarım toplumunu değerlendirme yanlışına düşmektedir. Netice itibari ile insan da diğer bütün canlılar gibi zamanı geldiğinde soyunun devamını sağlamak güdüsüne sahiptir.
Kabile ve aşiret toplumlarında neslin korunması için kadın “namus” olarak adeta kutsanmaktadır. Kadının özgür olmadığı düşünülebilir ancak kabile toplumlarında kadın çok önemli, değerli ve namus anlamında dokunulmaz olduğu da değerlendirilmelidir.
Bu bağlamda erken evlilik, bir tedbir/önlem olarak düşünülmüştür. Okul, üniversite, kamu kuruluşları, iş hayatı gibi alanların olmadığı dönemlerde başka türlüsü de düşünülemezdi. Doğa yasaları, insanların üniversite bitirip kariyer ve iş sahibi olmasını umursamıyor.
Bu nedenledir ki eski zamanlardan beri erkek ve kız çocuklarının belli bir yaşa gelmesiyle evlilik bir çözüm olarak uygun görülmüştür.
Her ne kadar bu durum toplumdan topluma, bölgeden bölgeye değişiklik gösterse de yaş aralarının 9-10 yaşları ile 17-18 yaşları arasında uygun görüldüğünü söyleyebiliriz. Yani kız ve erkek çocukları bu yaş aralarında artık doğal olarak çocuk sahibi olma olgunluğuna erişiyor. Dönemsel olarak insanların yaşadığı şartları değerlendirdiğimizde ailelerin evlenme yaşına gelmiş çocuklarını evlendirmeleri gayet anlaşılır bir durumdur.
Bugün modern insan için neslin ve kadının korunması zorunlu görünmeyebilir ancak modern öncesi insanlık için durum farklıydı ve bunu da doğru anlamak gerekir. Modern dönemde, özellikle çağımızda farklı sebeplerle evlilik yaşı ileri tarihlere ötelemiş durumdadır. Günümüz koşulları değerlendirildiğinde kuşkusuz bu da anlaşılır bir durumdur.
Kendisini evrenin merkezine koyan modern insan, binlerce yıllık insanlık tarihini, kültür ve inançlarını yok veya yanlış saymayı kendisi için bir hak olarak görüyor. Bu anlayışın, insanı tanrılaştırdığı gerçeğinin de farkında olmamız gerekiyor.
Önemli bir husus da Müslüman din adamlarının ve oryantalistlerin Hz. Peygamberi kendi koşullarına ve hayat tarzlarına göre değerlendirmeleridir. İki anlayış da gerçekçi değildir.
Peygamberler içinde yaşadıkları toplumla aynı kültürü ve yaşam tarzını benimseyen insanlardan seçilmişlerdir. Peygamberler, içinde yaşadıkları ve bir parçası oldukları toplumdan ancak inanç ve ahlak bakımından farklılaşırlar.
İnanç olarak diğerleri gibi şirk koşmaz, Allah dışında bir varlığı ilah/tanrı olarak yardıma çağırmaz ve ona ibadet etmezler.
Ahlak olarak da adil, dürüst, doğru, güvenilir olarak temayüz ederler. Örneğin Hz. Muhammed (sav) henüz peygamber olmadan önce toplum içinde emin, güvenilir, adil, dürüst, merhametli bilinirdi. Ancak sosyal, kültürel ve yaşamsal alanda ait olduğu toplumdan ayrı ve farklı değildi. Onlar gibi giyinir, yer, içer, gezer ve ticaret yapardı.
Çok eşlilik ve Hz. Ayşe ile evliliği de bu toplumsal kültürün bir parçası olarak değerlendirilmelidir. Hz. Peygamber de inanç ve ahlak bakımından toplumdan farklı ancak kültürel ve yaşamsal alanda toplumun bir parçasıydı. O bir melek değildi ve tanrısal bir özelliği de yoktu.
Nitekim Kur’an-ı Kerim bu geçeği çok açıkça belirtmektedir:
“Muhammed yalnızca bir elçidir; ondan önce de (başka) elçiler gelip geçtiler” (Ali İmran Suresi/3:144)
“Senden önce gönderdiğimiz bütün Peygamberler de şüphesiz yemek yerler, çarşıda pazarda gezerlerdi. (Ey insanlar!) Sizi birbiriniz için imtihân aracı kıldık. (Bakalım) sabredecek misiniz? Rabbin hakkıyla görendir.” (El-Furkan Suresi/25:20)
“De ki: “Ben ancak sizin gibi bir insanım. Tanrınızın tek bir tanrı olduğu bana vahyediliyor. Artık O’na yöneliniz. O’ndan af dileyiniz. Ortak koşanların vay haline!” (Fussilet Suresi/41:6)
“Peygamberleri onlara dedi ki: ‘Biz ancak sizin gibi birer insanız. Fakat ALLÂH kullarından dilediğine (Peygamberlik) ni’metini bahşeder. ALLÂH’ın izni olmadıkça bizim size bir delîl getirmemiz haddimize değil. Mü’minler ancak ALLÂH’a tevekkül etsinler.” (İbrahim Suresi/14:11)
Sonuç olarak bir toplumun kültürü din değildir ve din olarak savunulmaz. Yine bir toplumun kültürü üzerinden de din hakikati örtülmez veya düşmanlık yapılmaz. Tersi yapılıyorsa, bunda da iyi niyet ve ahlak yoksunluğu tartışılır hale gelir.