Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile Türkiye’nin temel hiçbir sorunun çözülmediği, tersine sorunların derinleştiği gerçeği büyük çoğunluk tarafından kabul edilmiş durumdadır.
Bir sistem değişikliği olmaması durumunda, sistemin daha da büyük krizlere yol açacağı da büyük çoğunluk tarafından öngörülmektedir.
Buna rağmen sistemin mimarı olan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Cumhur İttifakı geniş bir toplumsal desteğe sahiptir.
Bunun başlıca nedenlerinden birinin toplumsal kutuplaşma ve kimlik siyasetinin oluşturduğu iklim olduğu kanaatindeyim.
Kimlik siyaseti, sadece ideolojik ayrışmayı değil, inanç ve etnik ayrışmayı da derinleştirmiştir.
Yaşanan siyasal ve ekonomik krizler de kimlik siyasetinin gölgesinde kalmaktadır.
Ne yazık ki toplumun çoğunluğu hala kimlik ve ideolojik siyasetin ülkemiz için büyük bir tehdit ve tehlike oluşturduğunun farkında dahi değildir.
Kabul etmemiz gerekir ki inanç, din ve ideolojik söylemlerle çok kolay manipüle edilen bir toplumuz.
Diyalog, müzakere ve uzlaşma kültürüne sahip olmadığımız için kolayca ayrışıyoruz ve birbirimizi ötekileştiriyoruz.
Medeni bir toplum olmadığımız için toplumsal çeşitliliğimiz ve farklılıklarımız bizim için zenginlik değil, düşmanlık nedeni olabiliyor!
Bu durum sadece siyaset alanında değil, ait olduğumuz din, inanç, mezhep ve ideolojilerimiz için de geçerlidir.
Mevcut sistemde Türkiye toplumunu rızaya dayalı bir arada tutacak, aynı hedefe yöneltecek ortak değerleri bulmakta zorlandığımı belirtmek isterim.
Söz konusu körlük ve basiretsizliğin devam etmesi durumunda tahmin edemeyeceğimiz vahim sonuçlarla karşılaşmamız mümkün hale gelecektir.
Siyasal çözüm olarak öncelikle yapılması gereken; mevcut sistemi ve statükoyu korumaya çalışan iktidarı ve cumhur ittifakını seçim marifetiyle önümüzdeki dönem yönetimden uzaklaştırmaktır.
Böylece onların da muhalefete düşerek mevcut sistemin tahribatını görüp kendileriyle yüzleşmeleri sağlanabilir.
Kuşkusuz bunu gerçekleştirmesi gereken; muhalefet partileri ve toplumsal muhalefetin gücüdür.
Demokratik olarak tanımlayabileceğimiz böyle bir güce sahip olmadığımıza göre alternatif olarak Millet İttifakı büyük bir önem taşımaktadır.
Bu durumda millet ittifakını oluşturan partilerin de taşıdığı sorumluluk bilincine ve toplumsal duyarlılığa önem vermeleri gerekir.
Sadece “altılı masa” değil, muhalefet kesimlerinin tamamı ideolojik ve politik tercihlerini en azından geçici olarak cumhurbaşkanlığı seçimi için bir tarafa bırakarak ülkenin ortak yararında buluşmak zorundadır.
Ülkenin yararı hepimizin ortak yararıdır. Ülkemizin geleceğini ideolojik ve politik hamasete feda edemeyiz.
Tek adam rejimi, ülkemiz için en büyük tehditlerden birisini oluşturmaktadır.
Bu tehdidi bertaraf etmek, hepimizin ortak sorumluluğu ve vatanperverlik görevidir.
Ne yazık ki muhalefet, sistem ve tek adam rejimi yerine Erdoğan’a odaklanmıştır.
Erdoğan’a karşı ciddi bir toplumsal öfkenin oluştuğu da doğrudur.
Bu durum muhalefetin seçim kazanmasına da yol açabilir ancak öfke ve tepki oylarıyla sistem değişikliğinin gerçekleşmesini beklemek bir hayal kırıklığına da yol açabilir.
“Altılı masa” başta olmak üzere, hiçbir muhalefet unsurunun topluma böyle bir hayal kırıklığı yaşatmasına hakkı yoktur. Bunun ihtimal dahilinde olması dahi kabul edilemez.
Bu nedenle ortak bir cumhurbaşkanı adayı bütün kesimler için zorunlu bir görevdir.
İdeolojik ve politik kaygılarla, iç çekişmelerle bu gerçeğin üstü örtülemez.
Muhalefet partileri, en büyük fedakârlığı aday belirlerken ortaya koymalıdır. Bu fedakârlık seçim zaferini de beraberinde getirecektir.
Genel başkanlardan veya partili bir üye aday gösterilecekse bunu en çok hak eden hiç kuşkusuz Kemal Kılıçdaroğlu’dur.
Kılıçdaroğlu, çalışkanlığı, dürüstlüğü ve mütevazı yaşamı ile bir fark yaratmıştır.
Adalet yürüyüşü ile başlattığı kuşatıcı siyasi yürüyüşünü, her kesimi kucaklayarak başarıyla sürdürmektedir.
Bir siyaset ve devlet adamı olarak kamuoyundan büyük bir takdir ve destek gördüğü de ortadadır.
Buna rağmen, CHP algısında olumlu bir değişikliğin olmadığını da görüyoruz.
Bu durumda Kemal Kılıçdaroğlu dışında herhangi bir CHP’linin seçim kazanması zaten mümkün gözükmemektedir.
Sorun Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı değil, partili cumhurbaşkanlığıdır.
CB Erdoğan ve AK Parti örneğinden sonra yeni bir denmeye kalkışmanın hiçbir haklı gerekçesi olamaz.
Hangi gerekçeyle olduğunu bilmesem de bu bağlamda en olumlu ve gerçekçi tutumu İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in “başbakanlığa talip olduğunu ve cumhurbaşkanı adayı olmayacağını” açıklayarak ortaya koyduğunu düşünüyorum.
Altılı masada tek adam rejimi yerine parlamenter sisteme geçiş temelinde bir mutabakat sağlandığına göre 6 parti genel başkanının da İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener gibi başbakanlığa talip olmaları gerekmez mi?
Bunlardan herhangi birisinin geçiş sürecinde de olsa Tek Adam yetkilerine talip olması ne kadar doğru?
Bana göre Meral Akşener’in tutumu, “altılı masa” tarafından ortak bir kararla diğer genel başkanları da bağlayıcı olmalıdır.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun da mevcut sistemde ve tek adam rejiminde cumhurbaşkanı adayı olmayacağını açıklaması durumunda seçimi kazanmanın çok daha kolaylaşacağı açıktır.
Bu durumda kendisinin de elinin güçleneceğini ve belirleyici bir rol alabileceğini düşünüyorum.
Cumhurbaşkanı birinci yardımcısı olarak başbakanlık formatında daha etkin bir görev alarak değişim sürecini hızlandırması daha da kolaylaşabilir.
Partili olmayan bir cumhurbaşkanı ile değişimi gerçekleştirmenin çok daha kolay ve hızlı olacağına inanıyorum.
Esas olan; kaybetme ihtimalini göze almadan ideolojik saplantıları olmayan ve partiler karşısında tarafsız olacak doğru bir aday tespit etmektir.
Devlet ve yönetim tecrübesi olan, hak ve hürriyetleri, hukuku, adaleti, muasırlaşmayı, evrensel değerleri önceleyen, ayrıştırmayan, ayırımcılıktan uzak duran, toplumsal huzur ve barışı ilke edinen, makuliyeti ve nezaketi prensip edinmiş, söylem ve davranışlarıyla içerde ve dışarda güven veren 70 yaş ve üzeri bir adaya ihtiyacımız var.
Bu ihtiyaç, belli bir kesimin değil, geçiş sürecinde Türkiye’nin ihtiyacıdır.
Abdulbaki Erdoğmuş