Adalet dendiğinde ilk akla gelen tanımlardan birisinin ‘bir şeyin olması gereken yerde olmasıdır’ diye düşünüyorum. Buna göre emaneti ehline, hakkı sahibine teslim etmektir, Adalet!
Adalet; dinlerden, inançlardan, sınıf, ırk ve coğrafyalardan bağımsız olarak kabul edilmesi ve iman edilmesi gereken bir ilkedir.
Adalet; İnsan dahil hiç bir varlık, din, devlet, vatan, millet, iktidar veya toprak için feda edilemez!..
Adil olmayanın, adaleti gözetmeyenin, adaleti umursamayanın ve adaletsizliğe itiraz etmeyenin bir dini ve vatanı olsa da imanı ve insanlığı eksiktir!..
Muhammed İkbal, adalet ile ilgili İslam düşüncesini şöyle ifade eder:
Adalet İslam’ın da, aklın da, yaratılışın yasalarının da kurucu ilkesidir; İslam, hayatın bütün alanlarında adaletin tahakkukunu ister.
İnsanların bir dine, Tanrıya inanma, iman etme zorunluluğu yoktur ancak her insanın adalete inanma, her mü’ minin adalete iman etme zorunluluğunda olduğuna, inanmıyorsa adalete boyun eğmesi, aksi halde zorla boyun eğdirilmesi gerektiğine inanıyorum.
Çünkü her varlığın ortak ilkesi ve ortak ihtiyacı adalettir!..
Bütün canlılar ve tabiatın kendisi, insanlar kadar adalete muhtaçtır. Nesli tükenen canlıların, tahrip edilen ve kirletilen doğanın veya yaşam hakkı tanınmayan varlıkların sorunlarından en önemlisi adaletsizliktir diye düşünüyorum.
İnsan olsun, hayvan olsun, hak ihlallerinin nedeni adaletsizlik değil midir? Çevre kirliliğinin dahi nedeni tabiata yönelik adaletsizliktir.
Yoksunluk, yoksulluk, yolsuzluk, eşitsizlik, ayırımcılık, zorbalık, işsizlik, açlık ve güvensizliğin olduğu her yerde ADALETSİZLİK var demektir.
Hukukun hâkim olmadığı, yargının bağımsız, yargıçların da özgür olmadığı ve yine adil bir bölüşüm ve paylaşımın olmadığı ülkelerde bütün bunlar kaçınılmaz hale gelir.
Afrika ve Amerika’nın, Asya ve Avrupa’nın, Müslüman ve gayri Müslim’in, dinli ve dinsizin, siyah ve beyazın, zengin ve yoksulun, kadın ve erkeğin, Arap ve Acem’in, Ermeni ve Süryani’nin, Türkün ve Kürdün, Alevi ve Sünni’nin, eşit derecede adalete ihtiyacı vardır.
Toplumun adalet ihtiyacını hukukun üstünlüğü ile gideremeyen hiçbir sistem refah, barış, huzur ve güvenlik tesis edemez.
Bir devletin/iktidar ve yönetimin itibarını hukuk, toplumun itibarını ise Ahlak ve Medenilik belirler.
Bir ülke ancak adaletle güvende (emin) olur.
Güvenli (emin) bir şehir (belde) adaletle ancak huzur bulur. Adalet zayıfladıkça, ülkeye, devlete aidiyet duygusu da zayıflar.
Adalet, insanlık onurunun bir gereğidir. Adalet varlığın temelidir, evrenin direğidir, Tevhid ve imanın olmazsa olmazıdır.
Kuşkusuz adaleti bütün kesimlere eşit dağıtacak, ayırımı ve ayırımcılığı önleyecek, yargıda, siyasette, yönetimde ve toplumsal alanda adaleti tesis edecek olan hukuktur, hâkimlerdir.
Adaleti tesis edecek hukuk ve hakimler yoksa, insana da, insan haklarına da, hayvanlara ve doğaya da saygı yoktur!
Kaygısız, korkusuz bir yaşamın güvencesi hukuktur. Adaleti tesis etmeyen veya adaleti geciktiren bir hukuk da “hukuk“ değildir.
Olsa olsa keyfilik, zorbalık ve istismardır. Ülke olarak tam da bunu yaşamıyor muyuz?
Nice Adalet Sarayları inşa edildi. Hepsinde de “Adalet mülkün temelidir” tabelası asılmaktadır. Peki, adaleti tesis eden bir hukuk sisteminden ve adil mahkemelerden söz etmek mümkün müdür?
Mahkemelere ve yargıçlara ne kadar güvenilmektedir? Önemli olan mahkemelerin ve yargıçların adil kararları ve güvenirliliği değil midir?
On binlerce suçsuz insanın yaşamını trajediye dönüştüren Adaletsizlik ve keyfi hukuk uygulamaları değil de nedir?
Adalet/hukuk sistemi kurulmadan, bağımsız yargı tesis edilmeden, özgür ve güvenilir yargıçlar kendilerini güvende his etmeden insanlık da insan da güvencede olmaz.
Adalet saraylarının ve hâkimlerin varlığı, adaletin varlığına işaret değildir. Herkese eşit bir muamele ve hukuk yoksa mahkemelerin de, yargıçların da varlığı adalet için bir güvence sayılmaz.
Adalet ve hukuk reformu devletten başlayarak toplumu ve bireyi içine alacak şekilde düzenlenir. Devleti, yöneticileri bağlamayan bir adalet ve devleti sınırlandırmayan bir hukuk insanlığın ihtiyacına cevap veremez.
Çölde, kızgın güneş altında susuz kalmış bir insanın “Su! Su!” diye mırıldanması gibi “Adalet! Adalet” diye çığlık atan milyonlarca insanımızın ihtiyacı olan adil mahkemelerin önemini şu gerçek olayla örneklemek istiyorum:
1750 yılında, Alman Prusya Kralı II. Frederick, Berlin yakınlarındaki Potsdam ormanlarında gezinirken, bir değirmenin bulunduğu alçak bir tepe üstünde durur. Manzara güzel, hava nasıl ferahtır.
“Yazlık sarayımı burada yapalım” der, sessiz ve sakin kapanıp okumayı çok seven, kütüphanesiyle ünlü kral…
“Değirmeni satın alın. Yıkın yerine saray yapın”der adamlarına.
Adamları değirmenciye gider ve kralın bu isteğini iletirler.
Değirmenci malını satmak istemez.
Kral değirmenciyi huzuruna çağırtır. “Yanlış anladınız herhalde beyefendi, ben satın almak istiyorum orayı. Kaça satarsınız” diye sorar…
“Yanlış anlamadım efendim. Adamlarınıza da söyledim. Değirmenim satılık değil” der, değirmenci.
“Beyefendi inat etmeyin, paranızı fazlasıyla vereceğim” diye ısrar eder Kral.
Değirmenci direnir.
Sen koskoca Kralsın, paran çok. Git Almanya’nın istediğin yerinde saray yap. Burayı benden önce babam işletiyordu. Ona da babasından kalmış, ben de çocuğuma bırakacağım.
Değirmenin bahçesinde dedemim, babamın mezarları var. Ben de ölünce yanlarına gömüleceğim. Burası bizim aile ocağımız. Satılık değil..
Sabrı tükenen ve sinirlenen Kral Frederick ayağa fırlar ve gürler;
Sen benim Prusya Kralı Friedrick olduğumu bilmiyor musun yoksa?
Değirmenci “Senin kral olduğunu biliyorum. Ama ben de bu değirmenin sahibi Sans-Souci’yim.”
Kral öfkeden deli gibi olur;
“Madem benim kim olduğumu biliyorsun, o halde zorla alabileceğimi de biliyor olmalısın. Bakalım o zaman ne yapacaksın?”
Değirmenci hiç telaşa düşmez ve tarihe geçecek ve dünyanın her yerinde Adalet’in sloganı olacak ünlü lafını söyler:
Sen kralsın ama… Berlin’de hâkimler var!
Kral, kendi ıslah ettiği adalet sistemine ve o düzenin yargıçlarına halkın nasıl güvendiğini ve mahkemelere kralın bile laf geçiremeyeceğine inandığını anlar ve adamlarına, ayni tarihe geçen sözünü söyler:
Hiçbir güç, hiçbir siyaset, hiçbir iktidar, kral bile olsa adaletten üstün değildir.
Hiç kimse adaletin üstüne çıkamaz.
Kral İkinci Friedrich bu yel değirmeninin Prusya Krallığı devam ettikçe korunmasını ister ve sarayını hemen onun altına inşa ettirir.
Değirmencinin ismini, Sarayının da adı yapar…
“Sans-Souci Sarayı…”
Saray ve değirmen günümüzde hala bir “Adalet Simgesi” olarak o tepede arka arkaya duruyorlar.
Ne güzel bir adalet ki… Kralın arka bahçesinde bir değirmenci olabiliyor.
Ne güzel bir adalet ki, bir kralla, bir değirmenciyi komşu ve dost yapıyor.
Ve belki de sabahları Prusya Kralı II. Frederick arka bahçeye çıktığında değirmenci seslenirdi ona;
Hey Frederick, sımsıcak ekmek yaptım, göndereyim mi?
Ve belki, Prusya Kralı II. Frederick anlatırdı;
Adalet her sabah bana, taze ve sıcak bir ekmek kokusuyla gelirdi.
Peki bizler “Sen Kralsın ama… Ankara’da hâkimler var!..” diyebiliyor muyuz?