Köye alışmaya çalıştığım ilk günler…
Köyün muhtarı cep telefonunu şarj bataryasının üzerine, bataryayı da üst kata çıkılan dış merdivenin ikinci basamağına bıraktıktan sonra, “seni bakanla tanıştırayım” dedi pat.
Pat söylenir miydi bu?
Muhtar böyle deyince gözlerim parladı.
Nasıl parlamasın; bakanla tanışmayı kim istemezdi ki?
Çocuklar yeni mezun olsalardı aklıma gelen ilk şey şu olurdu: Çocukların tayini için ricada bulunur; Bakan Bey de gereğini yapardı.
Er ya da geç; ya da hiç…
Aklıma gelen ilk şey bu olmadı.
Çocukluğuma ve yaz mevsimine denk gelen bir seçime gitti aklım.
İlk kez bizimkilerin iki parti arasında gidip geldiği bir seçime.
Cumhuriyet’i telaffuz etmek zor gelmiş olmalı ki Halk Partisi dedikleri parti ile Adalet Partisi arasında gidip geldikleri o seçim günlerinde oy istemeye gelenler, elinde kalem ve sigara paketi not alıyorlardı hep. Titizce tutulan bu notları aile büyüklerimizin ne kadar sevilip sayıldıklarına sayardım.
O seçimde bizimkiler birbirlerine girdiler.
Kocalar kadınlarını, babalar oğullarını, amcalar yeğenlerini dövdü.
Elime sağlık, eline sağlık diye diye; oh çeke çeke…
Biz çocuklar, halkla adaletin adam dövmek olduğunu sandık.
Sırtımda bu sandıkla dolaşıyorum hala.
Nihayetinde bizimkiler sadece köylüydüler.
Ekip biçtikleriyle; besleyip sağdıklarıyla kimseye muhtaç olmadan hayata tutunuyorlardı.
Sıkı sıkı…
Yalan dolandan; talan dolaptan uzak.
Not edilen ancak hiç tutulmayan vaatlerden dersler çıkardılar zaman içinde!
Ekip biçmekten, besleyip sağmaktan vazgeçtiler.
Yalana dolana bulaştılar; talana dolaba girdiler.
Muhtar önce dizlerini sonra başını iki derenin beslediği, dört yamacın gölge düşürdüğü araziye çevirdi.
“Bu iki dereyi görüyor musun?” diye sordu.
Arada bostan duvarı olsa da iki dere görülüyordu.
Dereler görülmese bile bahar suları, “burada dere var” diyordu zaten.
“Bakana ne oldu?” diye soracağıma mecburen, “görüyorum” dedim.
“Bu iki dere boyunca uzanan araziler sizin arazilerinizdir.”
Sırtımdaki halk ve adalet yükü ile hayal meyal hatırlıyor gibiyim.
Dereler, taşlar, köprüler, atlar, öküzler, inekler, koyunlar, keçiler, kuzular ve oğlaklar…
Arazimiz dere boyunca uzandığına göre, demek ki sulak…
Sulaksa kıymetlidir; kıymetliyse emekli olmakla iyi etmişim.
“Bizim mi?”
“Sizinkiler buradan göç ettiğinde sen çocuktun, tabi ki hatırlayamazsın. Arazinize bakan adama haber verdim, birazdan gelir, tanışırsınız.”
Bizim araziye bakan adam geldi, tanıştık. Adı Niyazi. Ali amcanın oğlu. Ali amca haziran ayında öldü. Güneşte kavrulmuş gibiydi yüzü ve elleri ölmeden. Has adamdı.
Muhtarın beni bakan ile tanıştıramayacağını biliyordum peşinen, laf lafı açsın, sözü Ali amcaya getireyim diye dilime geldi, yazdım.