Medeni dünya, insan-düzen ilişkisini hukuk-demokrasi ile kurmaya çalışırken ilkel dünya, bu ilişkiyi kul-efendi, biat-ulu’l emir, lider-sadakat, devlet-itaat üzerinden sürdürmeye çalışmaktadır.
Hukuk ve adalet güvencesi güçlendikçe, eşitlik-özgürlük-barış ve birlikte yaşamak gibi toplumsal talepler de daha anlamlı hale gelmektedir.
Kuşkusuz bu taleplerin tamamı kurulu düzene/devlete karşı gelişir. Başka türlü hukuk düzeni nasıl tesis edilebilir ki?
Ülkemiz dahil geri ülkelerde ise bu taleplerin tamamı “devlet-vatan düşmanlığı” olarak tanımlanmaktadır. Çünkü otoriter ve ayırımcı düzenin dayanağı devletçilik, liderlik ve ideolojidir.
İdeolojik hakimiyetin olduğu devletlerde hakça bir düzen düşünülemez. Adı ister dini ister la dini ister demokrasi ister cumhuriyet olsun bu düzen; “demokrasi ve hukuk düzeni” değildir.
Böyle bir düzende devleti yönetenlerin, gücünü devletten alanların, devleti kullananların ve devleti istismar edenlerin egemenliği söz konusu olur. Hukuk ve demokrasi bu egemenliğin devamı için ancak birer araçtır.
Böyle bir düzende devlet, güçlü olanın hizmetindedir. Kurulu düzeni değiştirmeye yönelik çabaları ve talepleri devlete yönelik bir tehdit ve tehlike olarak değerlendirir. Zayıf ve farklı olanı dışlar, ötekileştirir, gerektiğinde “düşman” ilan ederek imha eder.
Geri ülkelerde düzen, liderlere, iktidarlara, iktidar yandaşlarına, dalkavuklara, politikacılara, mafya ve çetelere, talan ve yağmacılara göre yapılandığı için hukuka değil kutsallığa ihtiyaç duyar. Bu nedenle devlet-vatan-Bayrak- gibi değerler kutsanarak kurulu düzenin devamı sağlanır.
Bu bağlamda bütün kutsal düzenler ayırımcılık, sömürü, yolsuzluk, eşitsizlik ve adaletsizlik üreten bozuk rejimlerdir. Bu rejimlerde tabii olarak toplumsal yapı da güçlü-zayıf, çok zengin-çok fakir, gelişmiş-gelişmemiş gibi adaletsiz olarak şekillenecektir.
Bu tür düzenleri Eduardo Galeano (1940-2015), şu ifadelerle daha anlaşır hale getirmektedir:
Görevliler, görevini yapmaz.
Politikacılar, konuşur ama hiçbir şey söylemezler.
Seçmenler, oy kullanır, ama seçmezler.
Bilgilendirme medyası bilgilendirmez.
Okullar, cahillik öğretir.
Yargıçlar, kurbanları cezalandırır.
Ordular, kendi vatandaşlarıyla savaşır.
Polisler, suç işlemekten, suçla savaşmaya zaman bulamaz.
Kârlar özelleştirilirken iflaslar kamulaştırılır.
Para, insanlardan özgürdür.
İnsanlar nesnelerin hizmetindedir*
Bu cümlelerin kapsamına Türkiye’nin de hiç tereddütsüz dahil edilebileceği çok açıktır.
Taktir edersiniz ki bozuk bir siyasal düzen devleti ve siyaseti tahrip ettiği kadar toplumu da ifsat eder. Bu düzende fitne, bozgunculuk, riyakarlık, istismar, dinbazlık, dini ve seküler yobazlık, cehalet, kayırmacılık, yolsuzluk, rüşvet, liyakatsizlik gibi olumsuzluklar toplumda gelişir ve yayılır.
Ne yazık ki ülkemiz, bu ürkütücü tablonun en ağır örneğini yaşamaktadır. Bozuk düzen-kirli siyaset ve toplum ilişkisi hamaset ve kutsallık üzerinden hep örtülmüştür.
Temiz siyaset ve temiz siyasetçilerle kaldırılması gereken bu örtü; her türlü kirliliğe bulaşmış, adeta feleğin çemberinden geçmiş Sedat Peker’in “Kral Çıplak…!” çığlığı ile ancak dikkat çekmiştir.
Sedat Peker’in, devlet-siyaset-medya-iş dünyasının kirli çarkını bağıra bağıra itiraf etmesi, siyaset ve siyasetçiler adına utanç verici olduğunu düşünüyorum. Muhalefetin, yolsuzluk-hırsızlık-kirli ilişkiler iddialarının toplumda karşılık bulmaması, siyaset açısından sorgulanması gereken bir durumdur.
Söz konusu kirli ilişkileri ve bozuk düzeni ortadan kaldırması gerekenler siyaset ve siyasetçiler değil midir? Nerede peki bu siyasetçiler? Siyaset ve toplum arasında bir güven sorunu yok mu?
Açıkça yapılan yolsuzluklara, talan ve yağmaya rağmen muhalefete itibar edilmemesi, siyaset için bir sorun oluşturduğu kanaatindeyim.
Ayrıca Sedat Peker bile bu çürümüşlüğe, kirliliğe, pisliğe isyan ederken ve bulaştığı pisliği itiraf ederken, özellikle İslamcı, muhafazakâr, milliyetçi kesimlerin vurdum-duymazlığı, umursamazlığı, aymazlığı ve korkusuzluğu dehşet verici bir durum değil mi?
Yönetim, iktidar, siyaset ve medyanın bu çığlığı görmezden gelmesi, içine düştüğü çukur ve kirli ilişkiler nedeniyledir. Peki ya toplum? Neden sessiz, duyarsız, tepkisiz ve suskun?
Aydınlar, akademisyenler, ilahiyatçılar, dini öğüt ve nasihatte bulunanlar, Müslümanlık iddiasında olanlar, sözde dindarlar, Cemaatler, Pirler, Seydalar, Şeyhler, Hoca efendiler neredeler?
Bunların tamamını duyarsız, ilgisiz veya kirli işlerin ortağı olarak tanımlamak hem yanlış hem de büyük bir vebal. Sağır ve dilsiz, ilgisiz ve tepkisiz kalmaları da onların boyunlarında bir vebal.
Gerçi boşuna denmemiştir: “Emiri hırsız olan beldenin imamları da sağır ve dilsiz olur..!”
Bu kesimlerden de kirli ilişkilere bulaşmış çok sayıda insan olduğu bilinmektedir. Bu ilişkileri itiraf edecek kimseler olmayacak mı?
Hayır-hasenat, yardım ve dayanışma için toplanan paraların, müteahhitlerden alınan komisyonların, Belediyelerde yapılan vurgunların, nasıl ve hangi yöntemle ve kimler aracılığıyla yapıldığını itiraf edecek bir dindar! bir vatanperver! yok mu?
Bu kesimlerin artık tövbe de etmedikleri anlaşılıyor. Yedikleri kul hakkı, çaldıkları yetim payı, ganimet diye yaptıkları talan ve yağma, sit alanlarını açma ve imar yolsuzlukları, aldıkları birden daha çok maaşlar, yolsuzluk ve usulsüzlükler, edindikleri servetler -nasıl hazmedilmişse- vicdanlarını da öldürmüş görünüyor.
Bu kesimlerin kirli ilişkilerini deşifre etmek de Sedat Peker’e düşecek gibi…!
Kuşkusuz Sedat Peker’in iddiaları çok önemli. Kişisel olarak beni de dehşete düşürmüştür. Ancak siyasetin yolunu açacak bu iddialar değildir.
Sorun, düzenin çürümesi ve çökmesi de değildir. Düzen zaten çürümüştü. Artık toplum çürüdü, toplum ve siyaset çözümsüz.
Milyonlarca insan yoksul, gençler işsiz, kadınlar güvencesiz, çiftçi çaresiz, sanayici, üretici, imalatçı bitmiş, emekli umutsuz, öğrenci mutsuz, düşünürler, entelektüeller, akademisyenler tedirgin, yarınlara umutla bakan kalmadı.
Devlet/siyaset-medya-mafya/çete ilişkileri ile kirlenen kurumsal ve toplumsal yapının kısa sürede temizlenmesi mümkün değildir. Çünkü bütünüyle sistem kirlenmiştir. Temiz olanı kirli olandan ayırmak zaman ister.
Çözüm; bozuk düzenin ve bu düzenin neden olduğu yağma ve talanın nasıl durdurulacağı, keyfilik, hukuksuzluk ve zulmün nasıl sona erdirileceği, kavga, düşmanlık, çatışma ve rövanşizm yaşanmadan bunların nasıl ıslah edileceğidir.
Çözüm; temiz siyaset, adil bir hukuk düzeni tesis etmek için birlikte yola koyulmaktır.