DOLAR
34,5424
EURO
36,0063
ALTIN
3.006,41
BIST
9.549,89
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
9°C
İstanbul
9°C
Parçalı Bulutlu
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Az Bulutlu
11°C
Salı Az Bulutlu
12°C
Çarşamba Az Bulutlu
13°C

Abdulbaki ERDOĞMUŞ

Abdulbaki Erdoğmuş, 1 Ocak 1958 yılında Genç doğumludur. İlkokulu Genç’te İmam Hatip okulunu da Diyarbakır da bitirdi. Erzurum Yüksek İslam Enstitüsü (İlahiyat Fakültesi) mezunu olup Medrese Eğitimini de Diyarbakır da tamamladı. İmam Hatip ve Müftülük görevlerinden sonra 1999 seçimlerinde ANAVATAN Partisinden 21. Dönem Diyarbakır milletvekili olarak seçildi. Aktif siyasetten sonra Sivil Siyaset çalışmalarına devam eden Erdoğmuş, Sivil Siyaset Platformu ve Sivil Siyaset Girişimi Sözcülüğü yaptı. Şimdi ise Sivil Siyaset Hareketi Koordinatörlüğünü yapmaktadır. Yayınlanmış 3 kitabı vardır.

Merkez siyasetin paradigması!

10.10.2021 12:06 | Son Güncellenme: 10.10.2021 12:07
391
A+
A-

Siyasette sağ-sol ayırımı geçerliliğini yitirse de ülkemizde kendisini bu eksende konumlandıran partilerimiz hala vardır. Bunu aşan partilerin de kimlik siyasetine hapsolduklarını görüyoruz.

Vesayetin ve oligarşik sistemin dayattığı kimlik siyaseti, en az ideolojik siyaset kadar hatta çok daha fazla ülkemize zarar verdiği ortadadır.

Yok sayarak veya düşmanlaştırarak dayatılan kimlik siyasetinin en sonunda partileri de yok ederek mezara gömdüklerini birçok örnekten biliyoruz.

binguven-bal2

Geçmişte kimlikler ve ideolojiler üstü siyasetin, az da olsa hayat bulduğu gelenek yine ‘merkez sağ’ siyasette mümkün olmuştur. Makuliyetin, itidalin adresi olarak da bilinen ‘merkez sağ siyaseti’, demokrasi inşasında da öncü rolü üstlenmiştir.

Mevcut partilerin çoğu, tüzük ve programlarını demokrasiye dayandırmaktadır. Bu bağlamda partilerin tamamı birbirine benzer durumdadırlar. Ancak tüzüklerin, “kopyalayıp yapıştırma” tarzında hazırlandığını çoğu kimse bilmez.

Özellikle 1980 askeri darbesinden sonra ‘lider merkezli’ kurulmuş partilerin hiçbirinin tüzük ve programı, lideri ve kurucuları tarafından içselleştirilerek hayata geçirilmemiştir. Bu nedenle de hiçbir parti genel başkanı, kendisi için parti tüzüğünü bağlayıcı kabul etmez.

Totaliter, otoriter olan sadece iktidar partileri ve liderleri değil, aynı anlayış tabela partilerinin genel başkanlarında dahi açıkça kendisini göstermektedir.

Dalkavuklar ve politik cambazlar marifetiyle Parti başkanlığı ile “lider” olduğuna inanan çok sayıda zavallı politikacılar olduğunu hepimiz görüyoruz.

Siyasi partilerin dahi siyaseti ve siyasi stratejilerini parti organlarında değil de ofis ve bürolarda parti dışı odaklarla belirlediği ülkemizde, demokratik, açık, şeffaf bir siyasetten, akil ve bilge liderlikten nasıl söz edebiliriz?

Siyasal sorunların çözümünü siyasette ve TBMM’nde değil de başka mahfil ve odakların inisiyatifine havale eden bir siyaset anlayışının veya bir partinin sivil ve demokrat olması düşünülebilir mi?

Bugün de cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile inşa edilen otoriter ve totaliter rejimde, siyasi partiler başta olmak üzere “demokratik ve sivil” örgütler olarak tanımlanan kuruluşların demokratik olarak yapılanmadıklarını, sadece öyle tanımlandıklarını çok iyi biliyoruz.

Siyasetin kendisi sivil olmak zorunda olmasına rağmen Türkiye’de “sivil ve demokratik” siyasetten artık söz etmek bir fantezi veya aldatmadan ibarettir.

Yakın dönemde, ortak akıl ve “demokratik siyaset” inşa edilmemesi durumunda Türkiye’nin Suriye-Irak veya Kuzey Kore olması önlenemeyecektir.

Demokrasiden sapan ülkelerin akıbeti iç savaş, dışardan müdahale, bölünme veya faşizmdir. Bu tehlikeyi bertaraf edecek ‘ortak akıl’ ve demokratik bir siyasetten yoksun olduğumuz sır değildir.

Çok sayıda partinin var olması bu gereceği değiştirmez; çünkü Türkiye’de siyasetin ana damarı tıkalıdır. Merkezde konumlanmış partilerin hiçbirisi merkez (demokratik) siyasetin doğru adresi değildir.

Bu durumda merkezin inşası, yeniden “sağ” olarak tanımlanması gerekmiyor ancak geçmişe referans vermesi ana damardaki tıkanıklığı açmaya yarayacaktır. Merkez siyaseti, yeni bir partinin ötesinde yeni bir siyasetin paradigmasını ortaya koymaktır.

Bu paradigma, elbette artık “sağ siyaset” değil, tam demokrasi ve hukukun üstünlüğüdür.

Geleneksel sağı ve merkez siyasetini çok önemsediğimi düşünenler olabilir ancak benim önemsediğim “sağ” değil, demokrasidir.

Siyasette sağ-sol ayırımının geçmişte kaldığını biliyorum, ‘merkez’ olarak tanımladığım da demokrasinin ve demokratik siyasetin kendisidir. İhtiyacımız olan da sağ veya sol değil, demokrasidir.

Kabul etmek zorundayız ki Türkiye’de demokratik siyaset geleneği sağ (DP) ile başlamıştır. Bu bağlamda merkez sağ siyaset geleneğinin, geçmişe takılmadan gelişmiş demokrasilere uygun bir merkezi yeniden inşa etmesi, yenilemesi ve tam demokrasiye evirilmesi daha mümkün görünmektedir.

Benim tanımlamaya çalıştığım merkez siyaset anlayışı, meşruiyetini doğrudan toplumdan, hukuktan, demokrasiden, çoğulculuktan, orta yol ve makuliyetten alır.

Kalkınmayı, hukuku, adaleti, serbest piyasayı, üretimi, eşit yurttaşlığı, fikir-inanç-din ve vicdan hürriyeti, toplumsal uzlaşı ve barışı önceler, önemser.

Devlete karşı milletten yanadır, halkın hakkını, hukukunu devlete karşı savunur. “Vatan-millet-bayrak-beka” gibi gerekçelerle devleti milletten ve hukuktan üstün tutmaz. Bunu da makuliyet-itidal-hukuk ve demokratik siyaset ile yapmayı zorunlu görür.

Sözünü ettiğim demokratik siyasetin referansı olarak mevcut partilerden hiçbirini görmüyorum. Referansı geleneksel demokrasi olan partiler, Demirel ve Özal’ın ölümleriyle bilinçli olarak tasfiye edildiler. AB süreciyle demokratik hamle yapan Mesut Yılmaz’ın çabaları da sonuç vermedi.

Radikal ideolojilere, mafya ve çetelere bulaşmış, milliyetçilik kapanına sıkışmış, Kemalizm’e sığınmış, mevcut partilerle itibar kaybetmiş veya Saray’da “emir eri” olarak bekleyen sağ geleneğin politikacılarını dışarıda tutarsak, aynı gelenekten gelip geçmişten geleceğe bakan az sayıda da olsa demokratik geleneğin temsilcileri hala hayattadır.

Bunların önemli bir kesimi saygınlığını ve siyasi itibarını korumaya devam ediyor. Bu insanların ‘ortak akıl’ ve merkez siyasetinin inşasında yeniden rol almaları siyasi tıkanıklığı giderecek, özellikle ağır krizlere mahkûm olmuş ülkemiz için siyasi bir ön açacağını düşünüyorum.

Demokrasi geleneğinin temsilcileri olarak kabul edilen söz konusu siyaset insanlarının, merkez siyasetini tabelalarda veya hatıralarda canlandırmaları bir zafiyettir.

Bunun yerine bir öz eleştiri, geçmişle yüzleşme ve demokrasi manifestosuyla ortaya çıkarak ülkeye ve siyasete sahip çıkmaları bir ihtiyaçtan öte bir mecburiyet olarak görülmelidir.

Yeni isimler, gençler, yeni söylemler ve yeni iddialar elbette önemlidir, bu alanda yeterince yetişmiş yeni kadrolar da vardır ancak bundan çok daha önemli olan; bilgi ve tecrübenin yol göstericiliğinde bu iddiaların inanılır ve uygulanabilir olması için ‘bedelleri ödenmiş bir demokrasi’ referansına dayandırılmasıdır. Bu referans ise geçmişin köklerinde mevcuttur.

Demokrasi için yeniden bir bedel ödenecekse, riski göze alacak yine bu insanlar olacaktır!

Çakma demokratlarla yeterinden fazla zaman kaybettik, hepimizin ülkesi olacak bir Türkiye için ayağa kalkmak zamanıdır!

Yazarın Diğer Yazıları
rodi
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.