DOLAR
34,1668
EURO
37,7996
ALTIN
2.917,41
BIST
8.898,23
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Açık
27°C
İstanbul
27°C
Açık
Cuma Az Bulutlu
29°C
Cumartesi Az Bulutlu
27°C
Pazar Yağmurlu
22°C
Pazartesi Az Bulutlu
23°C

ENDÜLÜS FATİHİ TARIK ZİYAD DA KÜRT’MÜŞ

ENDÜLÜS FATİHİ TARIK ZİYAD DA KÜRT’MÜŞ
18.09.2024 23:10 | Son Güncellenme: 18.09.2024 23:11
33
A+
A-

SİZE ANLATILAN YALANLARI UNUTUN…
BİN YILDIR ARAP MI BERBERÎ Mİ OLDUĞU TARTIŞILAN ENDÜLÜS FATİHİ TARIK BİN ZİYAD, ASLINDA KÜRT MÜYDÜ?

     İslam Peygamberi Hz. Muhammed (sav) ve sahabelerini, “ilk Kur’ân nesli” dediğimiz öncü kuşağı saymazsak, “İslam tarihinin gelmiş geçmiş en önemli iki şahsiyeti kimlerdir?” diye sorsak, eminim ki herkes fikirbirliği içinde şu iki ismi zikredecektir: Biri Kudüs (Yeruşalayim) fatihi Kürt sultan ve komutan Selahaddîn Eyyubî ya da tam adıyla Melik’un- Nasr bavê Muzaffer Selahaddîn Yusuf kurê Necmeddîn Eyyubî el- Şadî el- Kurdî (1138 – 93), diğeri de Endülüs fatihi ünlü kumandan Tariq bin Ziyad el- Laytî (670 – 720).

     Biz burada konumuz itibariyle Endülüs fatihi Tariq bin Ziyad (Tarık bin Ziyad)’ı konuşacağız…

     Tariq bin Ziyad (Tarık bin Ziyad), hem dünya tarihi için, hem Avrupa tarihi için, hem İslam tarihi için, çok önemli bir kişiliktir. Hatta denilebilir ki, Hristiyan dünyası için Cenovalı denizci Cristoforo Colombo (1451 – 1506) neyse, Müslüman dünyası için de Tarık bin Ziyad o.

binguven-bal2

     Bir zamanlar Avrupa’nın güneybatısında, bugünkü İspanyaPortekiz ve Andorra’nın tamamını, Fransa’nın ise güneybatı kesimini kapsayan İberya Yarımadası’nda, Endülüs diye bir uygarlık vardı. Bu bir İslam medeniyetiydi.

     Bu medeniyetin öncüsü, Tarık bin Ziyad’dır. 711 yılında ünlü İslam kumandanı Tarık bin Ziyad, toplam 7000 mücahid ile Cebelitarık (Cebel-i Tariq)’a çıktı ve aynı yıl Vizigot Kralı Rodrigo (688 – 712)’yu Guadelate’de yendi. Vizigot Devleti çöktü ve 712’de İfrikîye Valisi Ebû Abdurrahman Musa bin Nuseyr bin Abdurrahman Zeyd el- Bekrî el- Laxmî (640 – 716)’nin 18.000 Müslüman’la gelmesi, İslam fethini hızlandırdı. 716 yılında Müslümanlar, bütün İspanya’yı ele geçirdiler. (270)

     Tarık bin Ziyad, 711 – 18’de Visigotik Hispania’nın (bugünkü İspanya ve Portekiz) Müslümanlarca fethini başlatan komutandır. Bir orduya liderlik etti ve Kuzey Afrika (Mağrîb) kıyısından Cebelitarık Boğazı’nı geçerek birliklerini bugün Cebelitarık Kayası olarak bilinen yerde birleştirdi.

     Bugün Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı’na bağlı özerk bir bölge olan Cebel-i Tariq (Cebelitarık, Gibraltar) ve aynı isimli Cebel-i Tariq (Cebelitarık, Gibraltar) Boğazı, O’nun adını taşımaktadır. “Cebel-i Tariq” (جبل طارق), Arapça’da “Tarık Dağı” anlamına gelmektedir. (271)

Cebelitarık (Gibraltar) parası üzerinde Tarık bin Ziyad’ın resmi

     711 yılında İberya Yarımadası’nı fetheden Müslümanlar çoğunlukla Berberî’ydi ve – resmî tarihin söylediğine göre – ikametgâhı bugünkü Suriye’nin başkenti Şam (Dîmeşk) olan Emevî Halifesi Hişam bin Abdulmelik bin Mervan (691 – 743) ve Kuzey Afrika Valisi Musa bin Nuseyr’in egemenliği altında bir Cezayirli olan Tarık bin Ziyad tarafından yönetiliyordu. (272) Tarık bin Ziyad’la birlikte, ilk kez, Berberîler arasından (veya Berberîler arasında doğup büyümüş) ve sonradan İslam’a dönüştürülmüş bir general, bir “İslamî fetih” hareketine komutanlık ediyordu. (273)

     Tarık bin Ziyad, İslam tarihinin “yıldızı” ve Müslüman dünyanın “gurur âbidesi” olduğu için, aynı zamanda “paylaşılamayan” bir isimdir de. Zirâ bin yıla yakındır İslam dünyasında ve Müslüman tarihçiler arasında “Tariq bin Ziyad Arap mı Berberî mi?” tartışması var.

     Tarık bin Ziyad’ın adı, Arap Alfabesi’yle “طارق بن زياد” şeklinde, Berberî Alfabesi’yle ⵟⴰⵔⵉⵇ ⴱⵏ ⵣⵉⵢⴰⴷ” şeklinde yazılır.

     İslamî kaynaklar herşeyi “Araplaştırarak” aktardığı için ve Müslüman tarihçiler de herkesi “Arap yapmaya” meraklı olduğu için, İslamî kaynakları ve Arapça eserleri okursanız, Tarık bin Ziyad’ın bir Arap olduğunu düşünürsünüz. Çünkü öyle imiş gibi anlatırlar. Hatta İslamî kaynaklar sadece Tarık bin Ziyad’ı ve Endülüs’ü değil, bütün bir insanlık tarihini, bütün dînler ve uygarlıklar tarihini böyle anlatıyorlar. Garip olan ve benim asıl hayret ettiğim, kimse de bu duruma itiraz etmiyor. Halbuki Tarık bin Ziyad’ın Araplık’la, Arap olmakla uzaktan yakından hiçbir alakası yoktur.

     Berberîler ise ısrarla Tarık bin Ziyad’ın bir Berberî olduğunu söylüyor ve dünyanın büyük çoğunluğu da bu konuda Berberîler’in söylemine inanıyor. Dolayısıyla ünlü komutan Tarık bin Ziyad genel olarak Berberî kabul ediliyor.

     Bundan iki sene önce yaptığım Endülüs (İbiza Adası) gezisine ve şu anda okumakta olduğunuz bu kitabı kaleme almak için ön çalışmalarımı yapana kadar, ben de böyle inanıyordum. Yani hayatım boyunca Tarık bin Ziyad’ın bir Berberî olduğunu biliyordum, böyle inanıyordum.

     Peki ya her iki görüş de yanlışsa? Tariq ne Arap ne Berberî ise? Her ikisi de değilse?

     Böyle birşey olabilir mi gerçekten? İkisi de yanılıyor olabilir mi?

     Araplar’ın yanıldığı ve iddiâlarının çürük olduğu açık. Zirâ Tarık bin Ziyad’ın Arap olmadığı net olarak ortada. Zaten Araplar’dan başka ve Müslüman olan her şahsiyeti Arap kabul eden hastalıklı zihniyet dışında, Tarık bin Ziyad’ın Arap olduğuna inanan kimse de yok.

     Ama ya Berberî olduğuna dair inanç da yanlış olabilir mi?

     İsterseniz gelin, tarihin akışını değiştiren büyük insan Tarık bin Ziyad’ın aile kökenlerinin izini sürelim ve etnik aidiyetinin ne olduğunu / olabileceğini irdeleyelim. Yalnız bundan sonra yazdıklarımızı, şayet kalp sağlığınız yerindeyse okuyunuz ve büyük bir şok yaşamaya hazır olunuz. Çünkü çoook ama çok şaşıracağınız bilgiler aktaracağım. Ve şunu da belirteyim ki; aktaracağım bilgiler, aylarca süren titiz çalışmalarım sonucunda ulaştığım tarihsel gerçeklerdir…

     İslam tarihçileri O’nun kökeni konusunda bölünmüş durumda. Bazıları Tarık bin Ziyad’ın, İslam’ı atalarından miras alan ve Afrikalı Müslümanlar’ın üçüncü nesli olan Kuzey Afrika ve Kartaca Berberîleri’nden biri olduğunu ve Musa bin Nuseyr’in Afrika Emiri olduğunu düşünüyor. Serbest bırakıldı ya da O’nunla ittifak kurdu. (274)

     Ortaçağ İslam tarihçileri, Tarık bin Ziyad’ın aile kökenleri ve etnik aidiyeti hakkında çelişkili veriler sunarlar. Kişiliği ve Endülüs’e girişinin koşulları hakkında bazı sonuçlar belirsizliklerle çevrilidir. (275) Modern kaynakların büyük çoğunluğu ise, Tarık’ın, Emevîler’in İfrikîye Valisi Musa bin Nuseyr’in Berberî mevlâsı olduğunu belirtir. (276)

     Sosyoloji (toplumbilim) ilminin kurucusu olarak kabul edilen Berberî sosyolog İbn-i Haldun ya da tam adıyla Weliyeddîn ebû Zeyd Abdurrahman bin Muhammed ibn-i Haldun el- Hadremî (1332 – 1406)’ye göre, Tarık bin Ziyad, günümüzde Cezayir olarak bilinen bölgede yaşayan bir Berberî kabilesindendi. (277)

     Ancak İbn-i Haldun hiçbir bilgiye dayanmadan ve herhangi bir kaynak, kanıt da sunmadan bu iddiâda bulunmaktadır. İbn-i Haldun’un, Berberîler’in kökenlerini konu alan “Kitab’el- İber we Diwan’el- Mubtedâ we’l- Xeber fi Eyyam’il- Arab we’l- Acem we’l- Berber wemen Âsarahum min Zawî’s- Sultan’il- Ekber” adlı eserinin 1. cildinin alt kısmında, herhangi bir referans, tarih ve yer belirtilmeden, Tarık bin Ziyad hakkında şu şerh yer almaktadır: “Ulhasa kabilesi” (Zenate Berberî kabilesi). (278) İbn-i Haldun’un bu şerhi düşerken dayandığı tek kaynak, kendisinden sadece bir kuşak önce yaşamış Berberî tarihçi İbn-i İzarî ya da tam adıyla Ebû Abbas Ahmed ibn-i Muhammed ibn-i İzarî el- Marrakeşî (? – 1313)’nin geride bıraktığı tek eseri olan “El- Beyân’ul- Muğrîb fî İxtisar-i Axbar-i Mûlûk’il- Endelus we’l- Mağrîb” adlı kitabıdır. Kitapta şöyle yazıyor: “Bu liderin adı Tariq bin Ziyad bin Abdullah bin Ulğu bin Urfeddcum bin Neberğasen bin Ulhac bin İt’uest bin Nefzau’dur; kökeni itibariyle Nefzî’ydi.” (279)

     İbn-i İzarî’ye göre Tarık bin Ziyad kendisi gibi bir Berberî’dir ve Kuzey Afrika Valisi Musa bin Nuseyr’in hizmetkârı olduğu için tarihçilerin çoğu bu görüştedir. Ancak buna rağmen bu görüştekiler, Tarık bin Ziyad’ın doğduğu ve mensubu olduğu kabile ve bölgenin tespitinde zorlanmakta, çelişkiye düşmekte ve farklılık göstermektedirler. (280) Çünkü mensubu olduğu iddiâ edilen aşiretlerin tamamı, Tarık bin Ziyad zamanında Cezayir topraklarında değil, Libya topraklarındaki Trablus bölgesinde yaşıyorlardı. (281) Bu da, Tarık bin Ziyad’ın Berberî olduğunu iddiâ eden 14. – 15. yy İslam tarihçilerinin, hiçbir hakikate dayanmadan ve hatta tamamen uydurarak, Tarık bin Ziyad’ı o kabilelere nispet ettiklerini net biçimde göstermektedir.

     Daha erken dönemde, Mısırlı tarihçi, muhaddis ve fakih İbn-i Abdulhakem ya da tam adıyla Ebû’l- Qasım Abdurrahman ibn-i Abdullah ibn-i Abdulhakem el- Mısrî (803 – 71), İslam tarihinin gelmiş geçmiş en büyük tarihçilerinden biri kabul edilen Kürt tarihçi, edebiyatçı ve muhaddis İbn-i Esir ya da tam adıyla Bavê Hesen İzzeddîn Ali kurê Muhammed kurê Muhammed kurê Abdulkerîm kurê Abdulwahîd eş- Şeybanî el- Cezerî (1160 – 1233) ve İbn-i Haldun gibi eski tarihçiler, Tarık bin Ziyad’ın aile kökeni hakkında yeterli bilgi vermediler. Onlardan birkaç yüzyıl sonra yaşayan, Endülüs kültür ve medeniyetine dair “Nefh’ut- Tib min Ğuşn’il- Endelus’ir- Ratib we Zikru Wezîrihâ Lisan’id- Dîn İbn-il- Xatib” adlı ansiklopedik eserin müellifi Cezayirli tarihçi ve biyograf Şihabeddîn ebû Abbas Ahmed bin Muhammed bin Ahmed bin Yahya el- Maqqarî el- Tilmisanî (1577 – 1632), İbn-i Haldun’un Tarık bin Ziyad’dan “el- Laytî” künyesiyle bahsettiğini ancak bunun İbn-i Haldun’un eserlerinin modern çağdaş baskılarında (kendi dönemindeki baskılarında) görünmediğini söylüyor. (282)

     Dünyaca ünlü Kürt tarihçi, fakih, edebiyatçı ve şair İbn-i Xallikan ya da tam adıyla Şemseddîn ebû Abbas Ahmed ibn-i Muhammed ibn-i İbrahim ibn-i Ebûbekir ibn-i Xallikan el- Bermekî el- Erbilî (1211 – 82), Tarık bin Ziyad’ın Hadramut’taki Sedef kabilelerinden bir Arap olduğunu yazmıştır (283) ve diğerleri de bunu benimsemiştir. Diğerleri, O’nun muhtemelen azad edilmiş bir Arap köle olduğunu öne sürdü. (284)

     Tarihçiler Tarık bin Ziyad’ın kökeni konusunda ihtilafa düştüler. İbn-i İzarî ve Endülüslü ünlü Berberî seyyah, coğrafyacı ve haritacı Ebû Abdullah Muhammed bin Muhammed bin Abdullah bin İdris Şerif el- İdrisî (1100 – 66) gibi bazıları, O’nun Berberî olduğunu söylediler. El- Maqqarî ve Suriyeli Arap yazar ve şair Xeyreddîn el- Ziriklî (1893 – 1976) gibi bazıları ise O’nun Arap olduğunu söyledi. “Cambridge İslam Ansiklopedisi” de O’nun Arap kökenli olduğunu ileri sürüyor. (285)

     Öyle görünüyor ki, 12. yy’da yaşamış olan Endülüslü Berberî tarihçi ve coğrafyacı Şerif el-İdrisî, Tarık bin Ziyad’ın Berberî olduğunu söyleyen ilk kişi olmuş ve kendisinden “Tariq bin Abdullah bin Wemamu el- İdrisî” olarak bahsetmiştir. (286) Zenate Berberî kabilesine asla nispet etmeden ve Tariq’in bugün dünyaca bilinen ve kabul edilen “ibn-i Ziyad” künyesini hiç zikretmeden.

     Gördüğünüz üzere, Endülüs fatihi ünlü kumandan Tarık bin Ziyad’ın bir Berberî olduğu iddiâsı ilk kez 12. yy’da ve kendisi de Endülüslü bir Berberî olan Şerif el- İdrisî tarafından ortaya atılmış ve esasında gerçekçi hiçbir dayanağı da yoktur. Hele hele Tarık bin Ziyad’ın bir Arap olduğuna dair iddiâlar ise bu tarihten bile çok sonra başlayan bir uydurma ve tarihi çarpıtma sürecidir. Zaten Araplık iddiâsı dünyada da kabul görmeyen içi boş bir iddiâdır. Berberî tarihçiler O’nun Berberî olduğunu yazdıktan sonra, “onlardan geri kalmak istemeyen” Arap tarihçiler de Arap olduğunu yazmaya başladılar. Bugün dünyada (Araplar’dan başka) pek kimse Tarık bin Ziyad’ın Arap olduğuna inanmıyor zaten. Fakat bugün dünyanın büyük çoğunluğu hatta nerdeyse geneli Tarık bin Ziyad’ın Berberî olduğuna inandığı için (daha geçen seneye kadar ben de bu kanaatteydim), yukarıda aktardığımız bilgiler çok ama çok önemli ve kıymetli.

     Demek ki Tarık bin Ziyad’ın bir Berberî olduğuna dair iddiâlar ilk kez 12. yy’dan itibaren seslendirilmeye başlanıyor. Yani Tarık bin Ziyad’dan taa 400 yıl sonra. Kendisi de bir Berberî olan Şerif el- İdrisî’den önce hiç kimsenin böyle bir söylemi yok ve buna dair yazılı hiçbir belge de yok.

     Allah kendisine gani gani rahmet eylesin; Şerif el- İdrisî hakikaten çok kıymetli bir âlimdir ve özellikle haritacılığa ve coğrafyaya yaptığı katkılar paha biçilemez değerdedir, dünyada bir çığır açmıştır. Ki ben O’nun çizdiği meşhur haritayı İspanya’ya ait İbiza (Eivissa) Adası’ndaki Endülüs Müzesi’nde bizzat kendi gözlerimle gördüm. Fakat keşke sadece coğrafyacılık yapsaydı, tarihçiliğe hiç soyunmasaydı. Kendisine olan muazzam saygım ve hürmetime rağmen, ilim ve hakikate olan bağlılığımdan dolayı açıksözlülükle ifade etmeliyim ki, Tarık bin Ziyad konusunda yazdıklarını resmen kendi kafasından uydurmuş. Ve O zamanında böyle birşey uydurduğu için, bugün tüm dünya buna bir gerçek olarak inanıyor. Ne kadar acı bir durum!

     Şerif el- İdrisî sadece Tarık bin Ziyad’ı Berberî yapmakla yetinmiyor. Nasıl olsa kaynak gösterme zorunluluğu yok, ortaya belge sunmayacak, ne yazarsa doğru kabul edilecek! Daha da ileri gidiyor: Dikkat ettiyseniz, Tarık’ın ismini bugün kullanılan ve bilinen “bin Ziyad” künyesiyle zikretmiyor, ne alakası varsa, “el- İdrisî” künyesiyle zikrediyor. İsmini “Tarık bin Ziyad” şeklinde değil, “Tarık el- İdrisî” şeklinde kaleme alıyor. Güler misin ağlar mısın? Yani Şerif el- İdrisî sadece Tarık’ı Berberî yapmakla kalmıyor, hızını alamayıp, Tarık’ı kendi ailesine nispet etmeye çalışıyor. O’nu kendi akrabası yapmaya çalışıyor. Şimdi bu “tarih” mi? Bu “ilim” mi yani? “Bilim” mi?

     Şerif el- İdrisî böyle yazınca, O’ndan sonra gelen Doğulu ve Batılı (Müslüman ve Hristiyan) tarihçiler de bu şekilde yazmaya devam ettiler. Çoğu Berberî dedi, bir kısmı da Arap. Bunların bazılarını sizlerle böyle paylaşıyoruz.

     İtalyan tarihçi Paolo Giovio (1483 – 1552), Tarık bin Ziyad’ın Arap olduğu görüşündedir. (287)

     Afrika’da keşifler yapmış hatta Afrika’yı keşfeden en önemli Avrupalı kâşiflerden biri olarak kabul edilen, seyahatlerinden önce bilimsel hazırlıklar yapan (tıpkı benim gibi), Afrika dillerini öğrenen ve Arapça konuşup yazabilen Alman kâşif ve bilim adamı Johann Heinrich Barth (1821 – 65), yine İbn-i Haldun’un söylediklerini kaynak alarak, Tarık bin Ziyad’ın, Tafne Vadisi’ne özgü bir kabile olan Ulhasa kabilesinden bir Berberî olduğunu yazmıştır (288) ve bu kabile şu anda Cezayir’deki Ben-i Saf bölgesinde yaşamaktadır (289).

     İspanyol tarihçi ve yazar Rafael de la Morena (? – ?), Tarık bin Ziyad hakkında şunları söylüyor: “Berberî kökenli bu savaşçı, hicrî takvime göre 57 yılında, miladî takvimde 15 Kasım 679’da doğdu. Çocukluğundan beri Uzak Fas’ın Rif Dağları’nda doğayla iç içe yaşadı.” (290)

     İlgi alanı Ortadoğu olan ve Ortaçağ askerî tarihinde uzmanlaşmış İngiliz tarihçi David C. Nicolle (1944 – halen hayatta)’ye göre de, geleneksel olarak Tarık bin Ziyad’ın Tafne Vadisi’nde doğduğuna inanılmaktadır. (291) Tanca’yı yönetmeden önce hânımıyla birlikte orada yaşamıştır. (292)

     Tunuslu yazar, tarihçi ve İslam âlimi Hişam Cait (1935 – 2021) ise şunları söylüyor: “Endülüs’ü fetheden kişinin Tarık olduğu biliniyor. Tarık kimdir? Kendisi Nafza kabilesinden bir Berberî mevlâsıdır ve bu kabile Trablus’un Nafza kabilesi değildir, büyük olasılıkla ‘günümüz kırsalında’ Tanca civarına yerleşmiştir.” (293)

     İspanyol yazar Josef de Abajo (? – ?) da O’nunla aynı fikirde ve şöyle diyor: “Bu parlak ve coşkulu Müslüman savaşçı, savaş sanatlarındaki becerilerini gösterdi ve bu, Berberî kökenli bu köylünün Tanca valisi pozisyonunu kazanmasına olanak sağladı.” (294)

     Yeniden toparlarsak, şu tarihsel gerçekleri bir bir dikkate almamız gerekiyor:

     1 – Tarık bin Ziyad’ın aile kökeni ve etnik aidiyeti hakkında tarihçiler arasında fikirbirliği yoktur.

     2 – Tarık bin Ziyad’ın Berberî olduğuna dair iddiâlar ilk kez 12. yy’da başlayarak ortaya atılıyor. Yani Tarık bin Ziyad’dan taa 400 yıl sonra. Bunu ilk yapan ise, kendisi de bir Berberî olan coğrafyacı ve haritacı Şerif el- İdrisî. O’ndan önce ve 12. yy’dan önce, Tarık bin Ziyad’ın Berberî olduğunu söyleyen hiçbir kayıt yok, tek bir yazılı belge dahi yok.

     3 – Endülüslü bir Berberî olan coğrafyacı ve haritacı Şerif el- İdrisî, sadece Tarık bin Ziyad’ı Berberî yapmakla yetinmiyor, Tarık’ı kendi ailesine nispet etmeye çalışıyor, O’nu kendi akrabası yapmaya çalışıyor. İsmini “Tarık bin Ziyad” şeklinde değil, “Tarık el- İdrisî” şeklinde kaleme alıyor.

     4 – Tarık bin Ziyad’ı Berberî yapmaya çalışan Berberî tarihçiler, biraz da bilgisizliğin kurbanı olmuşlar. Cezayir’de doğup yaşamış Tarık bin Ziyad’ı nispet ettikleri Berberî aşiretlerin tamamı, Tarık’ın doğduğu ve yaşadığı dönemde Cezayir’de değil, Libya topraklarında yaşıyorlardı. Sadece bu bile, Tarık’ı Berberî yapmaya çalışan tarihçilerin nasıl da düzmece bir iddiâyla bunu söylediklerini, hiçbir bilgiye dayanmadan konuştuklarını göstermektedir.  

     5 – Tarık bin Ziyad’ın Arap olduğuna dair iddiâlar ise bu tarihten de daha sonra başlayan bir uydurma ve tarihi çarpıtma süreci. Berberî tarihçiler O’nun Berberî olduğunu yazdıktan sonra, “onlardan geri kalmak istemeyen” Arap tarihçiler de Arap olduğunu yazmaya başladılar.

     6 – Bugün nerdeyse dünyanın genelinin Tarık bin Ziyad’ın Berberî olduğuna inanmasının ve böyle düşünmesinin sebebi, Tarık bin Ziyad’dan 400 sene sonra, 12. yy’da başlayan “uydurma tarih yazımının” bir sonucu.

     7 – Ben çok iyi bir araştırmacı ve yazarım.

     Peki gerçeği nasıl bulacağız? Tarık bin Ziyad’ın aile kökeni ve etnik aidiyeti konusunu doğru bir biçimde nasıl tespit edeceğiz?

     Bu bizim için çok önemli bir çaba olacaktır. Zirâ bana göre şu yeryüzünde gerçeği ortaya çıkarmaktan ve hakikate bağlı kalmaktan daha kıymetli, daha onurlu ve daha namuslu hiçbir şey yoktur.

     Ama problem şu: Nasıl yapacağız? Ne yapmalıyız ve nasıl bir yol takip etmeliyiz?

     Her şeyden önce, birçok tarihçinin işaret ettiği gibi, bu çağa ve onun öncülerine ilişkin bilgi kaynakları azdır ve bu büyük bir sorundur. (295) İspanyol tarihçi ve fizikçi Wenceslao Segura Martínez (1955 – halen hayatta)’in de dediği gibi, “İki temel Müslüman istilâsının başlangıcındaki kilit yıllarda tarihî araştırmalar (belgeler ve arkeoloji) mevcut değildir.”​ (296)

     Benim kanaatim o yöndedir ki, bunun sağlıklı bir şekilde izini sürmek için, bu büyük şahsiyeti kendisine çekmeye çalışan Arap ve Berberî tarihçilerin yazdıklarını bir kenara bırakmamız gerekiyor. Hiçbir kaynak ve belge göstermeden Tarık’ı Arap veya Berberî yapanların yazdıklarının güvenilir bir tarafı yok çünkü. Ayrıca, konunun ve Endülüs coğrafyasının tamamen dışında olan İtalyan, Alman ve İngiliz tarihçilerin yazdıklarını da bir tarafa bırakmamız gerekiyor, ki onlar da zaten İslamî kaynakları tarayıp orada yazılanları tekrar ediyorlar.

     Bunu tespit etmenin en güvenilir ve belki tek güvenilir yolu, İspanya’daki erken dönem tarihsel ve resmî kayıtların ne yazdıklarını araştırıp bulmaktır. Eğer böyle resmî kayıtlar ve tarihsel yazıtlar varsa tabiî. Şayet varsa, onları bulup ortaya çıkarmamız, bu konuda ne yazdıklarını incelememiz gerekiyor.

     En sağlıklı hatta tek sağlıklı yol budur. Nihayetinde İspanyalılar için Tarık bin Ziyad “karşı taraftaki” bir şahsiyettir ve dolayısıyla İspanya resmî tarihinin veya İspanyalı tarihçilerin, ilim çevrelerinin Tarık bin Ziyad’ın aile kökenini ve etnik aidiyetini çarpıtma gibi bir çabası olamaz. Sonuçta Tarık’ı bir İspanyol ya da Katalon yapmaya çalışacak değiller ya…

     Şimdi sıkı durun ve bundan sonra siz sevgili okurlarımıza aktaracağımız bilgileri, gerçekten şayet kalp sağlığınız yerindeyse okuyunuz. Çünkü şok geçireceğiniz bilgilerle karşılacaksınız:

     İspanya’daki resmî kayıtları ve tarihî kaynakları incelediğimde, beni hayretler içinde bıraktıran çok farklı ve ilginç bilgilerle karşılaşıyorum. Bunlar nasıl unutturulup gitmiş, görünmez kılınmış, anlamak mümkün değil.

     Elimde bu konuyla ilgili çok ciddi ve kıymetli bir eser var. “Colección de Obras Arábigas de Historia y Geografía” (Arapça Tarih ve Coğrafya Eserleri Koleksiyonu) adlı bu İspanyolca eser, İspanya’nın başkenti Madrid’deki Kraliyet Tarih Akademisi (Real Academia de la Historia) tarafından 1867 yılında Madrid’de basılmış.

     Birkaç ciltten oluşan bu muazzam yapıtın 1. cildi, “Ajbar Machmúa” adını taşıyor. İfadenin İspanyolca dil kurallarına göre yazıldığına bakmayın, aslında Arapça bir ibare bu. “Axbar Mecmuâ” (أخبار مجموعة) şeklinde okunuyor. Tam adı “Axbar’un- Mecmuâtun fî Feth’il- Endelûs”, yani “Endülüs’ün Fethine Dair Anekdotlar”.

     Bu müstesnâ eserin özelliği, şimdi iyi dinleyiniz lütfen, Endülüs İslam Medeniyeti’nin tarihini, Tarık bin Ziyad ve emrindeki ordunun 711 yılında Endülüs’ü fethetmesinden Endülüs Hükümdarı III. Abdurrahman bin Abdullah el- Mervanî (891 – 961)’nin 929 – 61 yılları arasındaki hükümdarlık dönemine dek en ince ayrıntısına kadar anlatan, kimin tarafından yazıldığı bilinmeyen, muhtemelen Endülüs İslam Devleti’nin kendi resmî tarih kayıtları olan “Axbar’un- Mecmuâtun fî Feth’il- Endelûs” adlı Arapça eserin İspanyolca tercümesi olması. (297)

     Şimdi, konumuz açısından, yani bizler için, bundan daha önemli bir kaynak olabilir mi?

     Endülüs İslam Devleti’nin kendi resmî tarih kayıtları olan ve Tarık bin Ziyad’ın 711 yılında gemilerle Cebel-i Tarık Boğazı’na çıkmasından başlayarak tâ 10. yy sonuna kadar bütün tarihsel süreci kayıt altına almış olan ve Arapça yazılmış bu hazine değerindeki eserin İspanyolca’ya tercümesini İspanyol tarihçi, Arapbilimci ve Arap dili uzmanı Emilio Lafuente Alcántara (1825 – 68) yapmış. İspanya Krallığı devletinin resmî kurumu Kraliyet Tarih Akademisi (Real Academia de la Historia) tarafından 1867 yılında yayınlanan bu muazzam yapıt, Madrid’deki “Estereotipia de M. Rivadeneyra” adlı matbaada basılmış. (298)

     Eser, Müslümanlar’ın 711 yılında İspanya’yı fethiyle başlıyor ve Kurtuba Halifeliği’nin kuruluşuyla bitiyor. Musa bin Nuseyr’in Tarık bin Ziyad’ı İspanya’yı fethetmesi için nasıl gönderdiğini anlatarak başlıyor. Vizigot Kralı Rodrigo’yu savunma girişimi, Kont Julian (? – ?)’ın kızı Florinda la Cava (? – ?) ile olan aşk ilişkisi, Don Julián (? – 711) ve Wittiza (687 – 710)’nın çocuklarına ihaneti ve Musa bin Nuseyr’in, yaptığı fetihlerden dolayı kendi komutanı Tarık bin Ziyad’a daha sonra duyduğu büyük kıskançlık ve Tarık’ı ortadan kaldırmak için neler yaptığı, bütün bunlar en ince ayrıntısına kadar anlatılıyor.

     Bilim dünyasının, tarihçiler ve akademisyenlerin ortak kanaati, bu eserin genellikle efsanelerden uzak olduğu ve tarihsel olayları hiç abartmadan ve çarpıtmadan anlattığı yönündedir. (299) Örneğin İspanyol tarihçi Ramón Menéndez Pidal (1869 – 1968), bu eserin açıkça tarihsel doğruluğu hedeflediği için, Kont Julian’ın kızı Florinda la Cava’nın şüpheli ölümünde bile genel olarak güvenilmesi gerektiğini savunmuştur. (300)

     Bazı kısımları 8. ve 9. yy’lara tarihlenmektedir. Eserin ilginç bir özelliği ise, Endülüs’ün fethi ile bağlantılı olarak Yahudîler’den hiç bahsetmez. (301)

     Yalnızca tek bir el yazmasında saklanan bu eser, şu anda Fransa’nın başkenti Paris’teki Fransa Millî Kütüphanesi (Bibliothèque Nationale de France)’nde muhafazâ edilmektedir. (302)

     İspanya Krallığı devletinin resmî kurumu Kraliyet Tarih Akademisi (Real Academia de la Historia) tarafından 1867 yılında yayınlanan, Endülüs İslam Devleti’nin kendi resmî tarih kayıtları olan ve Tarık bin Ziyad’ın 711 yılında gemilerle Cebel-i Tarık Boğazı’na çıkmasından başlayarak tâ 10. yy sonuna kadar bütün tarihsel süreci kayıt altına almış olan ve Arapça yazılmış, Arapça’dan İspanyolca’ya tercümesini İspanyol tarihçi, Arapbilimci ve Arap dili uzmanı Emilio Lafuente Alcántara yapmış bu hazine değerindeki eserin, bizler açısından verdiği en sarsıcı bilgi, Tarık bin Ziyad’ın aile kökeni ve etnik aidiyeti ile ilgilidir.

     Bu güvenilir ve “ilk elden doğru bilgi” kabul edebileceğimiz kaynaktan anlıyoruz ki, Tarık bin Ziyad ne Berberî’dir ne de Arap. Eserin henüz ilk sayfalarında, Tarık bin Ziyad’ın, İran’ın Hamedan şehrinden getirilmiş İranlı bir ailenin çocuğu olduğu yazılıyor. (303)

     Eserde bu gerçek, “ilamado Tárik ben Ziyed, persa de Hamadan” denilerek belirtiliyor. Ancak buradaki “persa” ifadesini, bizdeki kullanımıyla “Fars” olarak anlamamamız lazım, burada “İranlı” anlamındadır. Birçok Batı dilinde, “Persa” kelimesi, direk bizdeki kavim ismi olan “Fars” anlamında değil, ülke / coğrafya anlamındaki “İran” anlamında kullanılır. Örneğin komşumuz İran ülkesinin bugün halen İspanyolca ve İngilizce ismi “Persia”, Portekizce ismi “Pérsia”, Fransızca ismi “Perse”, Almanca ismi “Persien” şeklindedir. Dolayısıyla buradaki “perse”, Fars değil İranlı anlamındadır. Yani eserde, “Tarık bin Ziyad, Hamedan’dan bir İranlı” deniliyor. İran dediğimiz devâsâ coğrafyada ise, Farslar’ın yanısıra Kürtler, Azerîler, Mazenderîler, Beluclar ve daha birçok farklı kavim yaşıyor.

     Bin yıla yakındır bize yalanlarla dolu bir tarih okuttuklarını gösteriyor, bu bilgi. Tarihi yenibaştan yazmamız gerektiğini gösteren ve yüzde yüz güvenilir bir kaynak olan bu eserin, çektiğimiz fotoğrafını ve bir de bu bilginin geçtiği sayfanın fotoğrafını aşağıda siz sevgili okurlarımızla paylaşıyorum:

     Demek ki Tarık bin Ziyad ne Berberî’ymiş ne de Arap. Arap olmadığını zaten herkes biliyordu, ona sadece Araplar inanıyordu. Ama tüm dünyanın inandığı Berberî iddiâsı da doğru değilmiş meğer. Tarık bin Ziyad, aslen Hamedanlı bir İranlı imiş.

     “Ajbar Machmúa” adlı bu hazine değerindeki eser, Müslümanlar’ın İberya Yarımadası’nı fethetmesi tarihine ışık tutan tek kaynak değil. İranlı Fars tarihçi Ahmed ibn-i Muhammed el- Razî (887 – 955)’nin kaleme aldığı “Axbar Mûlûk el- Endelus” (Endülüs Hükümdarlarının Tarihi) adlı eseri (304), Endülüslü Berberî tarihçi İbn-i Qutiyye ya da tam adıyla Muhammed ibn-i Umer ibn-i Abdulazîz ibn-i İbrahim ibn-i İsa ibn-i Muzahim el- İşbilî (? – 977)’nin kaleme aldığı “Tarix-i İftitah’el- Endelus” (Endülüs’ün Fethi Tarihi) adlı eseri (305) ve Endülüslü Berberî tarihçi İbn-i Hayyan ya da tam adıyla Ebû Merwan Hayyan ibn-i Xalef ibn-i Hûseyn ibn-i Hayyan ibn-i Muhammed ibn-i Hayyan el- Endelusî el- Kurtubî (987 – 1076)’nin kaleme aldığı “El- Muqtabis fî Tarix Âlimiye’l- Endelus” (Endülüs Âlimlerinden Tarih Alıntıları) adlı eseri (306) de bulunuyor.

     İspanyol tarihçi Luis Molina Martínez (1940 – halen hayatta), konuyla ilgili olarak “Al-Qantara: Revista de Estudios Árabes” (El- Qantara: Arap Araştırmaları Dergisi) adlı akademik dergide kaleme aldığı makalede şunları söylüyor: “Arap kaynaklarının bize bu olayların çok farklı versiyonlarını sunduğuna dair kanıtlar gözönüne alındığında, benimsenmesi gereken pozisyon asla ne demokratik bir pozisyon (onu yeniden üreten kroniklerin sayısına göre tercih edilen bir versiyonu veren) ne de Solomonik bir pozisyon olabilir. Sebebi muhalifler arasında eşit olarak dağıtın. Bir versiyonun çok sayıda kaynakta yer alması, hatalı bir iyimserlikle yorumlanmamalıdır: Bu nedenle, mantıksal olarak bu bilgiye daha fazla güvenilirlik kazandıracak farklı, örtüşen tanıklıklara sahip olduğumuza inanmamalıyız. Elimizde olan, birkaç eserde tekrarlanan tek bir tanıklıktır; bu tanıklığın değerlendirilmesi, Endülüs’ün fethinden birkaç yüzyıl sonra eserlerini yazan tarihçiler arasında elde edilen başarıya değil, yalnızca ele alınan konunun kökeninin hak ettiği inanılırlığa dayanmalıdır. ‘Ajbar’ (bizim şu anda hakkında konuştuğumuz  “Ajbar Machmúa” adlı kaynak eser – İ. S.) birkaç parçadan oluşan bir metindir. Ve farklı zamanlarda yazılmış.” (307)

     Britanya merkezli “Encyclopædia Britannica” (Britannica Ansiklopedisi)’yı yayınlayan aynı kuruluş tarafından yayınlanan Fransa merkezli 28 ciltlik, 30.000 maddelik ve 32.000 sayfalık “Encyclopædia Universalis” (Evrensel Ansikopedi) adlı kapsamlı eserde, Fransız tarih profesörü ve Arap dili uzmanı Georges Bohas (1946 – halen hayatta) tarafından yazılan “Ṭāriq ibn Ziyād” maddesinde de, Tarık bin Ziyad’ın İran kökenli bir aileden geldiğine dair bilgilerin olduğuna yer verilir. (308)

     En eski kaynaklara göre, Tarık bin Ziyad, Hamedan doğumlu bir İranlı olup, bizzat Musa bin Nuseyr’in ya da Said kabilesinin azadlık kölesiydi. (309) Murabıtlar Dönemi (1090 – 1147)’nden itibaren Berberî metinleri O’nun Nafza kabilesine mensup olduğunu yazmaya başladılar. (310)

     Tarık bin Ziyad’ın, Emevîler’in Kuzey Afrika (Mağrîb) Valisi Musa bin Nuseyr’in azad edilmiş bir kölesi olması mümkün. Musa bin Nuseyr O’na, Vizigot Krallığı’nın düşmanı olan ve Vizigot hiyerarşisinde yüksek mevkilere sahip olan Kral Wittiza’nın varislerinden oluşan bir grubun konumunu savunması talimatını verdi. (311)

     Endülüslü ilk dönem Arap ve İspanyol tarihçilerin çoğu, Tarık bin Ziyad’ın, kendisine özgürlüğünü veren ve ordusuna general olarak atayan emir Musa bin Nuseyr’in kölesi olduğu konusunda hemfikir görünüyor. Hatta dünyaca ünlü Kürt tarihçi, fakih, edebiyatçı ve şair İbn-i Xallikan O’ndan “Tarık bin Ziyad” diyerek bahsediyor ama, İspanyol tarihçiler, Kürt tarihçi İbn-i Xallikan’ın burdaki “Tarık bin Ziyad” nitelemesini “Ziyad’ın oğlu Tarık” anlamında değil, “Ziyad’dan kurtarılan Tarık” anlamında kullandığını düşünüyorlar. (312)

     Size şaşıracağınız birşey söyleyeyim mi: Tarık bin Ziyad’ın İran kökenli bir aileden geldiğine dair görüşlerin olduğuna dair bilgi, Türkiye’deki bizzat devlete bağlı resmî dîn kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesindeki Türkiye Diyanet Vakfı tarafından hazırlanıp yayınlanmış “İslam Ansiklopedisi”nde de açık açık yer almaktadır. “Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansikopedisi”nin 40. cildindeki “Târık b. Ziyâd” maddesinde şu dikkat çekici cümleler yer almaktadır: “Hemedan (İran) kökenli olup Kuzey Afrika’ya göç etmiş bir kabileden geldiği veya Arap asıllı olduğuna dair görüşler de vardır. Leys veya Sadîf kabilesine nisbet edilmesi O’nun bu kabilelerin âzatlısı diye kabul edilmesindendir. Târık kabiliyetiyle Emevîler’in Kuzey Afrika valisi Mûsâ b. Nusayr’ın dikkatini çekti. Müslüman olduktan bir süre sonra Mûsâ b. Nusayr tarafından âzat edildi ve Kuzey Afrika’da gerçekleştirilen fetihlerde öncü birliklerin kumandanı sıfatıyla önemli hizmetlerde bulundu.” (313)

     Çok ilginç hakikaten… “Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansikopedisi”ndeki bu anlatımdan, Tarık bin Ziyad’ın “el- Laytî” veya “el- Leysî” sıfatını kullanmasının sebebinin, kendisinin gerçekten de bu Berberî kabilesine mensup olduğu için değil, bu Berberî kabilesi tarafından azad edilmiş bir köle olduğundan dolayı olduğunu öğreniyoruz.

     “Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansikopedisi”nde verilen bu bilgi, tarihsel olarak yüzde yüz doğru bir bilgidir. Zirâ bu bilgi “orijinal” (yani İspanya mahrecli) pekçok sağlam kaynakta da geçmektedir.

     Buradaki dikkat çekici bir ifade de, “Müslüman olduktan bir süre sonra Mûsâ b. Nusayr tarafından âzat edildi” ifadesidir. Demek ki Tarık bin Ziyad, sonradan Müslüman olmuş. Yani kendisi Müslüman bir ailenin çocuğu değil, hatta kendisi de Müslüman değil, sonradan Müslüman oluyor. Hayatının bir dönemine kadar gayr-ı müslim olarak yaşamış. Hatta Müslüman olduktan sonra bile bir süre köle statüsünde olmaya devam ediyor. Daha sonra azad ediliyor.

     Bu bilgi de doğrudur, zirâ en güvenilir kaynaklardan biri olan “Colección de Obras Arábigas de Historia y Geografía”da da geçiyor. Tarık bin Ziyad, Müslüman olduktan sonra azad edilmiş bir köleydi ve 711 yılında, bir diğer komutan Tarif bin Malik el- Berğawatî el- Meafirî en- Nehaî (685 – 760) ile birlikte İberya Yarımadası’nda belirli bir tutarlılıktaki ilk savaş harekâtını yürüttü. (314)

     Demek ki Tarık bin Ziyad’ın ailesi, İslam ordularının İran ve Hamedan’ı fethetmelerinden sonra, Arap kuvvetler tarafından köle olarak alınıp Kuzey Afrika’ya getirilmiş bir aile. İran’ın Arap İslam orduları tarafından ele geçirilip “Müslümanlaştırılması”, miladî 636 tarihinde ve II. Halife Ömer ibn-i Xattab (583 – 644) zamanında vuku bulan Qadisiye Savaşı ile başlayan bir süreç olduğuna göre (315), bu yaşananlar o sürecin bir sonucu. Hamedan, Qadisiye Savaşı’ndan altı yıl sonra, 642’de vuku bulan Nihavend Muharebesi’nden sonra burada imzalanan barış antlaşması uyarınca Arap İslam Halifeliği’ne bırakıldı. Ancak daha sonra Hamedan halkı isyan edip Araplar’ı şehirden çıkarınca, 645 yılında Cerîr bin Abdullah bin Cabir el-Becelî (633 – 71) tarafından ve bu defa savaş yoluyla tekrar ele geçirildi. (316)

     Bu trajik hadiselerden sonra Hamedan’dan ve bölgedeki diğer şehirlerden yüzlerce aile, Arap İslam kuvvetleri tarafından köle ve cariye yapılıp Arap Yarımaadası’na ve Kuzey Afrika’ya götürüldü. Bunlardan biri de Tarık bin Ziyad’ın anne – babası, ailesi.

     Kronolojiye dikkat etmenizi öneririm: Hamedan’ın Arap İslam orduları tarafından ele geçirilmesi, 645 yılında. Tarık bin Ziyad’ın doğum tarihi ise 670. Arada sadece ve sadece 25 sene var. Yani Tarık bin Ziyad’ın anne ve babası Müslüman Araplar tarafından köleleştirilip Hamedan’dan Cezayir’e getirildikten sadece 25 yıl sonra Tarık Cezayir’de dünyaya geliyor.

     Buraya kadar öğrendiklerimizi ve araştırıp ortaya çıkardığımız bilgileri genel hatlarıyla şöyle bir toparlarsak:

     1 – Bugün resmî tarihte Cezayirli bir Berberî olarak anlatılan ve dünyada herkesin de böyle inandığı Tarık bin Ziyad her ne kadar Cezayir doğumlu ise de, ailesi aslen İran’ın Hamedan şehrindedir ve İran’dan Cezayir’e köle olarak getirilmiş bir ailenin çocuğudur.

     2 – Tarık bin Ziyad’ın Berberî olduğuna dair iddiâlar ilk kez 12. yy’da başlayarak, Murabıtlar Dönemi’nde ortaya atılıyor. Yani Tarık bin Ziyad’dan taa 400 yıl sonra. Bunu ilk yapan ise, kendisi de bir Berberî olan coğrafyacı ve haritacı Şerif el- İdrisî. O’ndan önce ve 12. yy’dan önce, Tarık bin Ziyad’ın Berberî olduğunu söyleyen hiçbir kayıt yok, tek bir yazılı belge dahi yok.

     3 – Endülüslü bir Berberî olan coğrafyacı ve haritacı Şerif el- İdrisî, sadece Tarık bin Ziyad’ı Berberî yapmakla yetinmiyor, Tarık’ı kendi ailesine nispet etmeye çalışıyor, O’nu kendi akrabası yapmaya çalışıyor. İsmini “Tarık bin Ziyad” şeklinde değil, “Tarık el- İdrisî” şeklinde kaleme alıyor.

     4 – Tarık bin Ziyad’ı Berberî yapmaya çalışan Berberî tarihçiler, biraz da bilgisizliğin kurbanı olmuşlar. Cezayir’de doğup yaşamış Tarık bin Ziyad’ı nispet ettikleri Berberî aşiretlerin tamamı, Tarık’ın doğduğu ve yaşadığı dönemde Cezayir’de değil, Libya topraklarında yaşıyorlardı. Sadece bu bile, Tarık’ı Berberî yapmaya çalışan tarihçilerin nasıl da düzmece bir iddiâyla bunu söylediklerini, hiçbir bilgiye dayanmadan konuştuklarını göstermektedir.  

     5 – En eski kaynaklara göre, Tarık bin Ziyad, Hamedan doğumlu bir İranlı olup, bizzat Musa bin Nuseyr’in ya da Said kabilesinin azadlık kölesiydi. Murabıtlar Dönemi’nden itibaren Berberî metinleri O’nun Nafza kabilesine mensup olduğunu yazmaya başladılar.

     6 – Tarık bin Ziyad’ın Arap olduğuna dair iddiâlar ise bu tarihten de daha sonra başlayan bir uydurma ve tarihi çarpıtma süreci. Berberî tarihçiler O’nun Berberî olduğunu yazdıktan sonra, “onlardan geri kalmak istemeyen” Arap tarihçiler de Arap olduğunu yazmaya başladılar.

     7 – Bugün nerdeyse dünyanın genelinin Tarık bin Ziyad’ın Berberî olduğuna inanmasının ve böyle düşünmesinin sebebi, Tarık bin Ziyad’dan 400 sene sonra, 12. yy’da başlayan “uydurma tarih yazımının” bir sonucu. (Ki tekrardan itiraf edeyim: Daha geçen seneye kadar ben de bu kanaatteydim, böyle inanıyorum.)

     8 – İspanya’daki erken dönem tarihsel ve resmî kayıtlarda, Tarık bin Ziyad’ın, İran’ın Hamedan şehrinden bir ailenin çocuğu olduğu açık biçimde yazıyor. Endülüs İslam Devleti’nin kendi resmî tarih kayıtları olan ve Tarık bin Ziyad’ın 711 yılında gemilerle Cebel-i Tarık Boğazı’na çıkmasından başlayarak tâ 10. yy sonuna kadar bütün tarihsel süreci kayıt altına almış olan ve Arapça yazılmış “Axbar’un- Mecmuâtun fî Feth’il- Endelûs” adlı eserin İspanyolca tercümesi olan “Colección de Obras Arábigas de Historia y Geografía” (Arapça Tarih ve Coğrafya Eserleri Koleksiyonu) adlı hazine değerindeki eser başta olmak üzere, pekçok sağlam kaynakta bu bilgi yer alıyor. Bilim dünyasının, tarihçiler ve akademisyenlerin ortak kanaati, bu eserin genellikle efsanelerden uzak olduğu ve tarihsel olayları hiç abartmadan ve çarpıtmadan anlattığı yönündedir. Britanya merkezli “Encyclopædia Britannica” (Britannica Ansiklopedisi)’yı yayınlayan aynı kuruluş tarafından yayınlanan Fransa merkezli 28 ciltlik, 30.000 maddelik ve 32.000 sayfalık “Encyclopædia Universalis” (Evrensel Ansikopedisi) adlı kapsamlı eserde, Fransız tarih profesörü ve Arap dili uzmanı Georges Bohas tarafından yazılan “Ṭāriq ibn Ziyād” maddesinde de, Tarık bin Ziyad’ın İran kökenli bir aileden geldiğine dair bilgilerin olduğuna yer veriliyor.

     9 – Hamedan’ın Arap İslam orduları tarafından ele geçirilmesi, 645 yılında. Tarık bin Ziyad’ın doğum tarihi ise 670. Arada sadece ve sadece 25 sene var. Yani Tarık bin Ziyad’ın anne ve babası Müslüman Araplar tarafından köleleştirilip Hamedan’dan Cezayir’e getirildikten sadece 25 yıl sonra Tarık Cezayir’de dünyaya geliyor.

     10 – Tarık bin Ziyad, Müslüman bir ailenin çocuğu değil. Hatta kendisi de hayatının bir dönemine kadar Müslüman değildi. Muhtemelen Zerdüştî idi. Köle statüsünde olan bu insan daha sonra Müslüman oluyor. Müslüman olduktan bir süre sonra da azad ediliyor.

     11 – Tarık bin Ziyad’ın “el- Laytî” veya “el- Leysî” sıfatını kullanmasının sebebi, kendisi gerçekten de bu Berberî kabilesine mensup olduğu için değil, bu Berberî kabilesi tarafından azad edilmiş bir köle olmasından dolayıdır. Hatta İspanyol tarihçiler, Kürt tarihçi İbn-i Xallikan’ın burdaki “Tarık bin Ziyad” nitelemesini “Ziyad’ın oğlu Tarık” anlamında değil, “Ziyad’dan kurtarılan Tarık” anlamında kullandığını düşünüyorlar.

     12 – Ben gerçekten çok iyi bir araştırmacı ve yazarım.

     Bunları tespit ettikten sonra, sıra Tarık bin Ziyad’ın etnik aidiyetini ortaya çıkarmaya gelmişti. Peki bunu nasıl yapacaktım? Sonuçta İran dediğimiz devâsâ coğrafyada; Farslar, Kürtler, Azerîler, Mazenderîler, Beluclar ve daha birçok farklı kavim yaşıyor. Ama bizi ilgilendiren sadece Hamedan’dır ve o şehirdeki o zamanın demografisini tespit etmemiz gerekiyordu.

     Şimdi anlatacaklarımı dikkatle okumanızı istirham ediyorum:

     Bunları tespit ettikten sonra, İranlı bazı İslam âlimi ve tarihçi dostlarımla iletişime geçtim. Bunların bir kısmı halen İran’da yaşıyordu, bir kısmı da rejim muhalifi olduğu için İran dışında farklı ülkelerde. Ama hepsi de ilim adamıydı. Onlardan bir ricada bulundum; asıl konudan yani Endülüs İslam Medeniyeti’ni yazmakla meşgul olduğumdan ve Tarık bin Ziyad’ın aile kökenini ve etnik aidiyetini ortaya çıkarmak niyetinde olduğumu hiç söylemeden, “meşgul olduğum bir çalışma için” diyerek, onlardan, benim için Hamedan şehrinin arşivlerine girmelerini, Hamedan’la ilgili tarihî kaynakları ve eski Farsça eserleri tarayıp, Hamedan nüfûsunun 7. yy’daki, yani “İslam fethi” zamanındaki etnik dağılımını bana bildirmelerini rica ettim.

     Şöyle dedim, kimi İran’da kimi İran dışında yaşayan İranlı bu ilim erbâbı dostlarıma:

     “Ağacan! Sizden önemle, minnetle rica ederek birşey isteyeceğim. Lütfen bunu benim için yapın, çünkü benim için çok çok önemli. Şu anda meşgul olduğum ilmî bir çalışma için bu bilgi bana lazım.

     Bana, Hamedan şehrinin 7. yy ve öncesindeki nüfûsunun etnik dağılımı lazım. Arap İslam orduları orayı ele geçirirken, Hamedan nüfûsu Kürt müydü, Fars mıydı, başka birşey miydi?

     Lütfen bunu benim için tespit edip bildirin. Zirâ bu şu an benim için çok önemli.

     Lütfen ama lütfen, Hamedan Şehir Belediyesi’nin arşivlerine mi girersiniz, eski resmî kayıtları mı bulursunuz, eski Farsça eserlere ulaşıp mı bunu ortaya çıkarırsınız, nasıl yaparsanız yapın, ama rica ediyorum bunu benim için yapın.”

     Onlarla da yetinmedim. Türkiye’de yaşayan bizim vatandaşımız (Kürt ve Türk) ve ağırlıklı olarak İran üzerine çalışan, İran uzmanı araştırmacı ve yazar dostlarımı arayarak, onlardan da aynı ricada bulundum, eski Farsça eserlere ulaşıp bunu ortaya çıkarmalarını tembih ettim.

     Ve günlerce değil haftalarca, onlardan gelecek cevapları bekledim. Sağolsunlar; benim için günlerini harcadılar ve hummalı bir çalışmayla ortaya çıkardılar ki, Hamedan şehrinin 7. yy’daki, yani “İslam fethi” zamanındaki nüfûsu tümüyle Kürt.

     Doğu Kürdistan (Batı İran) coğrafyasında yer alan Hamedan (Hemedan), İran’ın ve dünyanın en eski şehirlerinden biri. Kürdistan’ın göğsü olan Zağros Dağları’nın bir uzantısı olan 3574 m yüksekliğindeki (317) Alvend Dağı’nın eteklerinde, deniz seviyesinden 1741 m yükseklikte yer alan bu şehir, İran’ın en soğuk şehirlerinden biri olarak kabul ediliyor.

     Bu şehrin adına ilk kez M. Ö. 1100 yıllarında rastlanmakta ve “Amdane” olarak geçiyor. Aynı zamanda “Hegmetane”“Hegmetan”“Ekbatan”“Ekbatana”“Amedane”“Anadana” gibi isimlerle de anılmakta. Yeni Asur Aramîce yazıtlarında bu şehrin adı “Amedane”dir. Asurlular Med Kürtleri’ni “Ameda” olarak adlandırdıkları için, bu ismin “Med” kelimesinden türemiş olması gerekir. Kürtler’in ataları olan Medler tarafından kurulan ve şehir yapılan bir yerleşim burası. Bu nedenle Hamedan şehrinin adındaki “med” ibaresi bile Kürt Med ulusuna âtıf yapıyor ve şehrin ilk dönemlerdeki ismi olan “Amedane”, kelime olarak “Medler’in yeri” veya “Medler’in yaşadığı yer” anlamına gelmektedir. (318)

     Kürtler’in bilimsel kökeni üzerine özellikle 2000 yılından beridir devam eden, ağırlıkla iskeletler üzerine yapılan DNA araştırmaları başta olmak üzere, paleo-arkeo genetik kanıtların buluntularına dayalı disiplinlerarası bir dizi bilimsel çalışma sonucunda, hâlâ yoğun nüfûslarıyla Hurri – Mittani topraklarında yaşayan Kürtler’in bu Aryan (R1a1) atalarına etno-genetik açıdan en yüksek yüzdelerle benzedikleri tespit edilmiştir. Kürt etno-genezine yapılan DNA dizilimlerinin sonucunda, HurrilerMittanilerGutilerLololarKardularKırtiler ve Medler’in, Kürtler’in etno-genezini oluşturan ön atalardan olduğu ortaya konmuştur. (319)

     Akademisyenler ve tarihçiler, Medler’in genellikle Kürt ve Beluc etnogenezi için bir başlangıç ​​noktası olduğuna inanır. (320)

     Dünya çapında saygın bir eser olan “Encyclopedia of the Developing World” (Gelişen Dünya Ansiklopedisi)’da, Antik Mezopotamya’daki uygarlıkların ve devletlerin birçoğunun Kürtler tarafından kurulduğu, Hurriler’in, Kurtiler’in, Gutiler’in, Hititler’in, Kassitler’in, Mittaniler’in, Adiabeneler’in, Sofhaneler’in ve Medler’in Kürt oldukları açıkça belirtilir, hatta Hurri topraklarından bahsedilirken “Hurri Kürdistanı” nitelemesinde bulunulur. Bütün bunlar “Kürtler” başlıklı maddede geçmektedir. (321)

     Kürtler’in ataları olan Medler döneminde Hamedan şehrine, Medler’in konuştuğu eski Kürtçe dilinde “toplanma yeri” anlamına gelen “Hegmatane” adı verildi (aslında pek fazla değişime uyğramamış şimdiki Kürtçe ağzıyla “Hê-koma-dane” yani “Ê koma danîne”)(322) Yunanca’daki “Ekbatan” da Hegmetane ile aynı telaffuzdur. (323) Zamanla Hegmatane’nin adı önce “Ahmtan”“Ahamdan”, ardından Sasanîler döneminde “Hamedan” olarak değişmiştir. (324)

     Antik tarih çalışmalarının ortaya çıkardığı üzere, M. Ö. 2. binyılın başlarında, bu bölgedeki geniş topraklarda yaşayan iki ulusun göçüne neden olan olaylar ortaya çıktı. Bu sırada dilleri çok az farklı olan iki Aryan ulusu, Medler (Kürtler) ve Persler (Farslar), güney topraklarına taşındı. Med (Kürt) ulusu, Urmiye Gölü’nün güneydoğu bölgesinde, Hamedan ile modern Tebriz arasında yer alıyordu ve daha sonra İsfahan’a doğru ilerledi. (325)

     Hem Yunan tarihçileri ve coğrafyacıların anlatımları arasında, hem de İslam tarihçileri arasında Hamedan şehrinin inşâ zamanı, yapılış şekli ve kurucusunun adı konusunda görüş ayrılıkları bulunmakta. Antik Yunan tarihçi Heredot (M. Ö. 484 – M. Ö. 425)’a göre bu şehir, ilk Med Kralı Dayiko (? – M. Ö. 678) tarafından kurulmuştur. (326) (Medler’in ilk kralının ismi de zaten açıkça gördüğünüz üzere Kürtçe’dir ve “Annesinin sevgili oğlu” anlamındadır.)

     Medler zamanında en önemli kervan yolları Ekbatana (Hamedan)’da buluşuyordu ve bu şehir eski Medler’in kalbi sayılırdı. Genellikle Hegmetane’nin toplanma yeri, pazar yeri veya buna benzer bir şey olduğuna inanırlar. Med Kürtleri arasındaki Aşiretler Birliği’nin genel toplantılarından birinde Dayiko lider seçildi (Kürtler arasındaki töreler ve aşiret toplantıları kültürü binlerce yıldır hiç değişmemiş). Dayiko, Hegmetane (Hamedan)’yi başkent olarak seçti. Bu şehrin konumu başkent olmaya çok uygundu, çünkü Babil ve Asur’a giden yola bakıyordu. (327)

     Hamedan, Kürtler’in ataları olan Medler tarafından kurulmuştur. Antik Yunan tarihçi Heredot, Hamedan’ın M. Ö. 700 civarında Medler’in başkenti olduğunu belirtir. Herodot’un yazılarına göre, Medler’in ilk kralı Dayiko’nun emriyle Ekbatana’da Hafthasar Sarayı (sarayın ismi de Kürtçe) olarak bilinen 7 kale ve kraliyet saraylarından oluşan devâsâ surlar inşâ edildi. (328) Tarih ve arkeoloji araştırmacılarının çoğu, Hamedan şehrinin kalbindeki Hegmatane Tepesi’nin ve modern yapılarının, bu tesislerin kalıntıları olduğuna inanmaktadırlar. (329)

     Medya Kürt Uygarlığı medeniyetin kuruluşunda renkli bir rol oynamıştır. Persler yazı yazmak için kil tabletler yerine parşömen kağıdı ve kalemleri kullanmalarını ve yapıların yapımında çok sayıda sütûn kullanmalarını Medler’e borçluydular. Persler’in ahlâk yasalarının ve dînlerinin çoğu Kürt Medler’in taklidiydi. Mimarî açıdan bu, daha sonra Persepolis (Textê Cemşîd) gibi muhteşem binaların inşâsına temel oluşturan Medler döneminin mimarîsiydi. Persler aslında Medler’in yönetimini çalıp onları yok etmiş, sonra kendilerine ait bir hikâye yaratıp kendilerini haklı çıkarmışlardır.

     İran’ın Arap İslam orduları tarafından ele geçirilip “Müslümanlaştırılması”, miladî 636 tarihinde ve II. Halife Ömer ibn-i Xattab zamanında vuku bulan Qadisiye Savaşı ile başlayan bir süreç. (330) Hamedan, Qadisiye Savaşı’ndan altı yıl sonra, 642’de vuku bulan Nihavend Muharebesi’nden sonra burada imzalanan barış antlaşması uyarınca Arap İslam Halifeliği’ne bırakıldı. Ancak daha sonra Hamedan halkı isyan edip Araplar’ı şehirden çıkarınca, 645 yılında Cerîr bin Abdullah tarafından ve bu defa savaş yoluyla tekrar ele geçirildi. (331)

     Mazenderî tarihçi Taberî ya da tam adıyla Ebû Cafer Muhammed bin Cerîr bin Yezid el- Amulî et- Taberî (839 – 923)’ye göre, Hamedan’ın kapısı Müslümanlar’a ilk kez miladî 642’de (hicrî 21), diğer bazı kaynaklarda ise miladî 640’ta (hicrî 19) ve Nihavend’in Arap İslam ordusu tarafından ele geçirilmesinden kısa bir süre sonra açıldı. Araplar’ın Hamedan’a hakim olmasının ardından Hamedan halkı önce haracı kabul edip barış yaptı, ancak bir süre sonra tarihçilerin Hayş (? – 644) olarak bahsettiği ve Xûsrowşanum lakaplı Hamedan hükümdarı Araplar’a itaat etmeyi reddetti ve şehrin etrafının, Araplar’a karşı direnilebilecek güçlü bir çitle inşâ örülmesini emretti. Miladî 644 (hicrî 23) yılında, II. Halife Ömer ibn-i Xattab, Hamedan İsyanı’na karşı koymak için bir grup askeri görevlendirdi. Rajrud olarak bilinen Deh’te, iki taraf arasında üç gün üç gece boyunca devam eden kanlı savaş, Xûsrowşanum’un öldürülüp Hamedanlılar lidersiz kalıp kaçana ve altı ay sonra Hamedan 3. Halife Osman bin Affan (576 – 656) tarafından ikinci kez esir alınıncaya kadar devam etti. Araplar iktidara geldi. Osman’ın halifeliği sırasında Hemedan halkı yeniden isyan ve ayaklanma başlattı ve Osman, Ebû Abdullah Muğire bin Şube bin ebû Âmir bin Mesud es- Sekafî (600 – 70)’yi isyanı bastırmakla görevlendirdi. (332)

     Hamedan’ın Müslüman Araplar tarafından ele geçirilmesinden sonra yavaş yavaş bazı Arap kabileleri bu şehre yerleşmiş ve aralarında Ben-i Seleme kabilesi de şehrin yönetimini ele geçirmiştir. (333)

     Araplar Hamedan’ı eyaletin başkenti yaptılar. Müslüman Araplar’ın nezdinde Hamedan o kadar önemli ve prestijli hale gelmişti ki, Araplar bu şehrin Nihavend’in fethinden sonra açılmasını Sasanîler’e karşı kazandıkları en büyük zafer olarak görüyorlardı. (334)

     Bizim bu kitaptaki kahramanımız Tarık bin Ziyad’ın hikâyesi de işte tam burada başlıyor. Arap İslam fetihleri sırasında nüfûsu tümüyle Kürt olan Hamedan’dan onlarca aile, Araplar tarafından köle ve cariye yapılarak zorla Arap Yarımadası’na ve Kuzey Afrika’ya götürüldü.

     Bu Kürt ailelerden biri de Tarık bin Ziyad’ın anne – babası, ailesi.

     Yıl, 645.

     Tarık bin Ziyad’ın, isimleri bilinmeyen Zerdüştî bir Kürt karı – koca olan anne ve babası, köleleştirilerek Hamedan’dan Cezayir’e götürülüyor. Bu aile Cezayir’de, sonradan Emevîler’in Kuzey Afrika Valisi Musa bin Nuseyr’in maiyetine giriyor, O’nun köleleri oluyorlar.

     Bu trajik olaydan tam 25 sene sonra, yani anne – babası Hamedan’dan Cezayir’e götürüldükten sadece 25 yıl sonra, Tarık dünyaya geliyor.

     Yıl, 670.

     Cezayir’de doğan Tarık bin Ziyad, Berberîler arasında doğup büyüyor, Kürt olduğu halde bir Berberî gibi yetişiyor.

     Anne ve babası Müslüman değil, Zerdüştî. Kendisi de ilk başta Müslüman değil, hayatının bir dönemine kadar Zerdüştî olarak yaşıyor. Sonradan Müslüman oluyor ve Müslüman olduktan sonra Musa bin Nuseyr tarafından azad ediliyor.

     Meselenin özü ve aslı bu. Hakikatin aynası budur.

     Kaynaklarda öyle ilginç şeyler var ki, insan araştırıp okudukça, öğrendikçe, hakikaten hayretler içinde kalmaktadır.

     Sosyoloji (toplumbilim) ilminin kurucusu olarak kabul edilen Berberî sosyolog İbn-i Haldun, “Kitab’el- İber we Diwan’el- Mubtedâ we’l- Xeber fi Eyyam’il- Arab we’l- Acem we’l- Berber wemen Âsarahum min Zawî’s- Sultan’il- Ekber” adlı muazzam eserinin, sonradan bağımsız bir eser olarak yayınlanan 6. ve 7. ciltleri olan “Tarix’el- Berber” (Berberî Tarihi) adlı kitabında, Cezayir’de çok sayıda Kürt nüfûsun yaşadığını ve bunların zamanla etnik kimliklerini yitirip “Berberîleştiğini” söylemektedir. (335) Hatta İbn-i Haldun, bu eserinde, sözünü ettiği Kürt aşiretlerinden bazılarının isimlerini de vermektedir. (336)

     Dediğim gibi; kaynaklarda öyle ilginç şeyler var ki, insan araştırıp okudukça, öğrendikçe, hakikaten hayretler içinde kalmaktadır. Ve bize bin yıldır nasıl yalanlar uydurup anlattıklarını, gerek okullarda olsun gerek camilerde, gerek resmî eğitimde olsun gerek dînî eğitimde, bizi ne tür yalanlarla uyuttuklarını acı çekerek anlamaktadır.

     Örneğin gerek okullardaki resmî eğitimde, akademideki – sözüm ona – “bilimsel” eğitimde olsun, gerek camilerdeki dînî eğitimde, ilahiyat alanındaki – sözüm ona – “İslamî” eğitimde olsun, bize anlatılan nedir? Tarık bin Ziyad, merkezi Suriye – Şam olan Emevî İmparatorluğu’nun Kuzey Afrika Valisi olan Musa bin Nuseyr’in komutanıymış. Musa bin Nuseyr, Tarık bin Ziyad’ı İspanya’yı fethetmek için görevlendirmiş. Tarık bin Ziyad da aldığı bu görev üzerine 711 yılında gidip fethetmiş ve Endülüs İslam Medeniyeti böylece başlamış. Bize anlatılan budur, değil mi? Hepimiz böyle “biliyoruz”.

     Peki, bunun da kocaman bir yalan olduğunu, olabileceğini hiç düşünebilir miydiniz? Böyle birşey aklınıza gelebilir miydi?

     Sıkı durun; asıl büyük şok geçireceğiniz ve sizi en güçlü sarsıntıya uğratacak şeyleri şimdi söylüyorum:

     Tarık bin Ziyad’ın, gerçekten de – bize anlatıldığı gibi – Musa bin Nuseyr’in emri ve görevlendirmesiyle mi İspanya’yı fethe çıktığı yoksa Musa bin Nuseyr böyle bir harekâtı hiç istemediği ve hatta Tarık’ı engellemeye çalıştığı halde, Tarık’ın Musa’yı dinlemeden ve emirlerine uymadan, etrafına birkaç savaşçı toplayarak kendi başına mı hareket ettiği bile tartışmalıdır. Bu önemli hususta farklı kaynaklar arasında tartışmalar var ve birçok tarihçi, Tarık bin Ziyad’ın kendi başına hareket ettiğini söylüyor. Hatta tarihçilerin söylediğine göre, Tarık bin Ziyad kendisine hiç verilmemiş görevleri üstlendi ve bırakın Musa bin Nuseyr’in emriyle İspanya’yı fethe çıkmasını, İspanya’yı fethe çıkarken Musa bin Nuseyr’e haber bile vermedi. İspanya’nın fethi harekâtını öğrendiğinde bilakis Musa bin Nuseyr büyük bir öfkeye kapılıyor ve Tarık bin Ziyad’a kin duymaya başlıyor. Musa bin Nuseyr, Tarık bin Ziyad’ı tutuklayıp zincire vurmayı hatta O’nu öldürmeyi bile düşünüyor. Siz sevgili okurlarımızın şu anda hayretler içinde kalarak okuduğuna inandığım bu bilgilerin yer aldığı ve bununla ilgili değerlendirmenin yapıldığı İspanyolca akademik makalenin linkini aşağıda dipnot olarak paylaşıyorum. Yazar bunlarla ilgili onlarca ilmî kaynak vermiş ve yararlandığı kaynakları makalenin altında toplu olarak belirtmiş. (337)

     Bütün bunlardan biz neyi anlamalıyız? Dünyadaki en zor iş, insanın “kendi aptallığına” karşı gerçeği söylemesidir ve bence dürüst olmalıyız, “kendi aptallığımıza” karşı gerçeği söylemeliyiz: Bütün bunlardan bizim anlamamız gereken tek şey var, o da “Tarih” denilerek bize hem resmî eğitimde hem de dînî eğitimde sadece yalanların anlatıldığıdır.

     Neymiş, Tarık bin Ziyad, Emevîler’in Kuzey Afrika Valisi Musa bin Nuseyr’in komutanıymış da, Musa Tarık’ı İspanya’yı fethetmek için göndermiş de, Tarık bin Ziyad gemilerle İberya Yarımadası’na çıkınca Musa bin Nuseyr ve Şam’daki Emevî saltanatı sevinçten bayram etmiş de, hemen secdeye kapanıp şükür namazı kılmışlar ve ardından “Şiki Şiki Baba” ve “Allah Allah Ya Baba – Sidi Mensur Ya Baba” şarkıları eşliğinde oryantal dansı yapmışlar da, bu fetih Emevîler’in büyük bir başarısıymış da… Yalan üstüne yalan!

     Muhteşem bir insan olan Kürt komutan Tarık bin Ziyad, bu fetih hareketini kendi aklıyla ve etrafına topladığı Berberî savaşçılarıyla bağımsız olarak yapıyor. Musa bin Nuseyr’e haber bile vermiyor, hatta Musa ve Emevîler bunu duyunca büyük bir öfkeye kapılıyorlar, Tarık bin Ziyad’ı tutuklayıp zincire vurmayı hatta O’nu öldürmeyi bile düşünüyorlar. Yani 711 yılındaki İspanya’nın fethi olayı, Endülüs’ün fethi, Emevîler’in başarısı değil, tam aksine, Emevîler’e rağmen gerçekleştirilen bir başarı.

     Ey Tarık bin Ziyad!… Sen nasıl bir insansın? Sen ne muhteşem bir adamsın? Sen nasıl yiğit bir insan evladısın?

     Düşünün ki, daha bundan 66 yıl önce, henüz kendisi doğmamışken, anne – babası taa İran’dan, Hamedan’dan Cezayir’e köle olarak getiriliyor. O da 25 sene sonra, daha bundan 41 yıl önce, Cezayir’de bu köle ailenin çocuğu olarak doğuyor. Zerdüştî ve köleleştirilmiş bir Kürt ailenin çocuğu olarak Berberîler arasında büyüyüp yetişiyor. 30’lu yaşlarda Müslüman oluyor ve azad ediliyor. Daha 40’ına yeni girmişken, etrafına onlarca Berberî savaşçı topluyor ve onlara komutanlık ederek, 41 yaşındayken gidip koskoca İspanya’yı fethediyor. Bunu da Emevî Halifeliği’ne ve bu imparatorluğun Kuzey Afrika Valiliği’ne rağmen yapıyor, onların öfkesini kazanacağını ve kendisini cezalandıracaklarını bile bile yapıyor.

     Tarihin gördüğü en olağanüstü şahsiyetlerden biri, kanımca.

     Bitmedi ama… Erken döneme ait ve pek kimsenin bilmediği unutulmuş tarihî kaynakları araştırıp tarayarak yaptığım aktarımlara devam etmek istiyorum. Çünkü öyle şeyler var ki, insan öğrendikçe neye uğradığını şaşırıyor.

     Tarihî kaynaklarda Tarık bin Ziyad’a ilk âtıf, yani Tarık’tan bahsedilen en eski kaynak, 754 yılına ait Latince yazılmış olan “Mozarabic Chronicle” (Mozarap Vakayınamesi) adlı eserdir. İspanya’nın fethinden sadece 43 yıl sonra yazılmış olmasına rağmen, ilginçtir, Tarık’tan “Taric Abuzara” ismiyle bahsediyor. (338)

     “754 Vakayınamesi” ya da “İspanya Vakayınamesi” gibi isimlerle de bilinen “Mozarap Vakayınamesi”, 95 bölümden oluşan Latince tarih derlemesidir. Anonim bir Mozarap (Hristiyan) vakanüvis tarafından Endülüs’te yazılmıştır. Bu vakayiname, Avrupalılar’dan “Latin” olarak bahseden bilinen ilk referanstır ve Avrupalılar’ı 732 yılındaki Puvatya Muharebesi’nde Müslümanlar’ı mağlup etmiş olarak betimler. (339)

     İberya Yarımadası’nda, Müslümanlar’ın egemen ve çoğunlukta olduğu Endülüs’te yaşayan Hıristiyan dîn adamı bir yazar tarafından 754 yılında yazılmıştır. O dönemde Müslüman yönetimi altında yaşayan Hristiyanlar’a “Mozarab” deniyor; Vakayınamenin şimdiki adı bu terimden türetilmiştir. Modern araştırmalar, nispeten zayıf bir dönem için kaynak olarak değerinin çok yüksek olduğunu tahmin ediyor. Vizigot İmparatorluğu’nun son aşamasına ilişkin en güvenilir anlatı kaynağı olarak kabul edilir ve onun İslamî yayılma sürecindeki yıkımını anlatır. Aynı zamanda İberya Yarımadası’nın Müslümanlar tarafından fethini anlatan en eski kaynaktır. (340)

     “Mozarabic Chronicle”, doğruluğunu kontrol etmek için çok az çağdaş kaynağa sahip olduğu 610 – 754 yıllarını kapsar. ‘Irákleios (575 – 641)’un Bizans tahtına çıkışıyla başlar ve Müslümanlar’ın Hispania’yı fethine dair bir görgü tanığı anlatımı olarak kabul edilir. (341)

     Bu eser, 9. yy’dan kalma, en eskisi Londra (London) merkezli “British Library” ve Madrid merkezli “Biblioteca de la Real Academia de la Historia” arasında bölünmüş üç el yazması halinde günümüze ulaşmıştır. Diğer el yazmaları 13. ve 14. yy’lara aittir. (342)

     En eski kaynaklarda çok ilginç şeyler var gerçekten. Son olarak, Tarık bin Ziyad’la ilgili bu sefer “biraz magazinsel” bir bilgi paylaşacağım:

     Bazı kaynaklarda, Tarık bin Ziyad’ın tüm seferlerinde yanında bir kadın olduğu ve 711 yılında gemilerle Cebel-i Tarık’a geçip İspanya’yı fethettiklerinde de, Tarık’ın yanında Ümmü Hakim adlı bu kadının bulunduğu yazılmaktadır. Ancak ilişkilerinin doğası belirsizliğini koruyor; Ümmü Hakim adlı bu kadın Tarık bin Ziyad’ın karısı mı, kızkardeşi mi, yoksa sevgilisi mi, bu bilinmiyor. (343)

     Bu da garip. Kim bu Ümmü Hakim? Bilinmiyor…

     Ben Tarık’ın hânımı olduğunu düşünüyorum, fakat yine de kafamda kuşkular yok değil. Zirâ o dönemde komutanlar böye seferlere giderken ailerini, eşlerini yanında götürmezler, kızkardeşlerini de götürmezler. Hele hele küçük bir orduyla koca Avrupa’ya meydan okuyan, “intihar girişimi” gibi böyle tehlikeli bir sefere asla götürmezler.

     Kadının ismi Ümmü Hakim olduğuna göre, demek ki bu kadın bir anne. Hakim adında bir çocuğu var. Eğer Tarık’ın eşiyse, bu durumda çiftin Hakim isminde bir çocukları var demektir. Fakat şayet kadın dul ise, o zaman Tarık’ın sevgilisi olabilir.

     Aynı kaynaklarda belirtildiğine göre, bu kadın Cezayir’de bir köleymiş. Tarık seferlere çıkarken O’nu da yanına alarak (büyük ihtimalle kaçırarak) gitmiş. (344) Yani beraber kaçmışlar sanki. Eğer öyleyse, kadın kendisiyle aynı etnik kökenden (Kürt) olabilir; nitekim Tarık da ondan birkaç sene öncesine kadar köle statüsündeydi, sonra azad edildi. Kadın ise henüz azad edilmemiş bir köle olabilir.

     Oldukça garip bir durum ve hakikaten esrarengiz bir olay.

     Aklıma deli sorular geliyor, istemeden muzipçe şeyler düşünüyorum. Şu anda yalnız yaşadığım evimde, yazı masamda oturmuş bu satırları kaleme alırken sesli şekilde gülüyorum. Acaba bizim Tarık, sefere çıkarken, “nasıl olsa benim için artık geri dönüş yok” diye düşünüp, fırsat bu fırsat, sevdiği kadını da kaçırıp mı gitmiş sefere?

     Olmaz demeyin; Kürtler’in işi belli olmaz…

     Eğer öyleyse, Tarık diğer mânâda da “gemileri yakmış” anlaşılan…

     Konuyu bitirirken, baştan sona ana hatlarıyla toparlayalım:

     1 – Endülüs fatihi Tarık bin Ziyad ne Berberî’dir ne de Arap. Tarık bin Ziyad, Kürt’tür.

     2 – Bugün resmî tarihte Cezayirli bir Berberî olarak anlatılan ve dünyada herkesin de böyle inandığı Tarık bin Ziyad her ne kadar Cezayir doğumlu ise de, ailesi aslen İran’ın Hamedan şehrindedir ve İran’dan Cezayir’e köle olarak getirilmiş bir ailenin çocuğudur.

     2 – Tarık bin Ziyad’ın Berberî olduğuna dair iddiâlar ilk kez 12. yy’da başlayarak, Murabıtlar Dönemi’nde ortaya atılıyor. Yani Tarık bin Ziyad’dan taa 400 yıl sonra. Bunu ilk yapan ise, kendisi de bir Berberî olan coğrafyacı ve haritacı Şerif el- İdrisî. O’ndan önce ve 12. yy’dan önce, Tarık bin Ziyad’ın Berberî olduğunu söyleyen hiçbir kayıt yok, tek bir yazılı belge dahi yok.

     3 – Endülüslü bir Berberî olan coğrafyacı ve haritacı Şerif el- İdrisî, sadece Tarık bin Ziyad’ı Berberî yapmakla yetinmiyor, Tarık’ı kendi ailesine nispet etmeye çalışıyor, O’nu kendi akrabası yapmaya çalışıyor. İsmini “Tarık bin Ziyad” şeklinde değil, “Tarık el- İdrisî” şeklinde kaleme alıyor.

     4 – Tarık bin Ziyad’ı Berberî yapmaya çalışan Berberî tarihçiler, biraz da bilgisizliğin kurbanı olmuşlar. Cezayir’de doğup yaşamış Tarık bin Ziyad’ı nispet ettikleri Berberî aşiretlerin tamamı, Tarık’ın doğduğu ve yaşadığı dönemde Cezayir’de değil, Libya topraklarında yaşıyorlardı. Sadece bu bile, Tarık’ı Berberî yapmaya çalışan tarihçilerin nasıl da düzmece bir iddiâyla bunu söylediklerini, hiçbir bilgiye dayanmadan konuştuklarını göstermektedir.  

     5 – En eski kaynaklara göre, Tarık bin Ziyad, Hamedan doğumlu bir İranlı olup, bizzat Musa bin Nuseyr’in ya da Said kabilesinin azadlık kölesiydi. Murabıtlar Dönemi’nden itibaren Berberî metinleri O’nun Nafza kabilesine mensup olduğunu yazmaya başladılar.

     6 – Tarık bin Ziyad’ın Arap olduğuna dair iddiâlar ise bu tarihten de daha sonra başlayan bir uydurma ve tarihi çarpıtma süreci. Berberî tarihçiler O’nun Berberî olduğunu yazdıktan sonra, “onlardan geri kalmak istemeyen” Arap tarihçiler de Arap olduğunu yazmaya başladılar.

     7 – Bugün nerdeyse dünyanın genelinin Tarık bin Ziyad’ın Berberî olduğuna inanmasının ve böyle düşünmesinin sebebi, Tarık bin Ziyad’dan 400 sene sonra, 12. yy’da başlayan “uydurma tarih yazımının” bir sonucu. (Ki tekrardan itiraf edeyim: Daha geçen seneye kadar ben de bu kanaatteydim, böyle inanıyorum.)

     8 – İspanya’daki erken dönem tarihsel ve resmî kayıtlarda, Tarık bin Ziyad’ın, İran’ın Hamedan şehrinden bir ailenin çocuğu olduğu açık biçimde yazıyor. Endülüs İslam Devleti’nin kendi resmî tarih kayıtları olan ve Tarık bin Ziyad’ın 711 yılında gemilerle Cebel-i Tarık Boğazı’na çıkmasından başlayarak tâ 10. yy sonuna kadar bütün tarihsel süreci kayıt altına almış olan ve Arapça yazılmış “Axbar’un- Mecmuâtun fî Feth’il- Endelûs” adlı eserin İspanyolca tercümesi olan “Colección de Obras Arábigas de Historia y Geografía” (Arapça Tarih ve Coğrafya Eserleri Koleksiyonu) adlı hazine değerindeki eser başta olmak üzere, pekçok sağlam kaynakta bu bilgi yer alıyor. Bilim dünyasının, tarihçiler ve akademisyenlerin ortak kanaati, bu eserin genellikle efsanelerden uzak olduğu ve tarihsel olayları hiç abartmadan ve çarpıtmadan anlattığı yönündedir. Britanya merkezli “Encyclopædia Britannica” (Britannica Ansiklopedisi)’yı yayınlayan aynı kuruluş tarafından yayınlanan Fransa merkezli 28 ciltlik, 30.000 maddelik ve 32.000 sayfalık “Encyclopædia Universalis” (Evrensel Ansikopedisi) adlı kapsamlı eserde, Fransız tarih profesörü ve Arap dili uzmanı Georges Bohas tarafından yazılan “Ṭāriq ibn Ziyād” maddesinde de, Tarık bin Ziyad’ın İran kökenli bir aileden geldiğine dair bilgilerin olduğuna yer veriliyor.

     9 – Hamedan şehrinin 7. yy’daki, yani “İslam fethi” zamanındaki nüfûsu tümüyle Kürt. Kürtler’in ataları olan Medler tarafından kurulan ve şehir yapılan bir yerleşim burası. Bu nedenle Hamedan şehrinin adındaki “med” ibaresi bile Kürt Med ulusuna âtıf yapıyor ve şehrin ilk dönemlerdeki ismi olan “Amedane”, kelime olarak “Medler’in yeri” veya “Medler’in yaşadığı yer” anlamına gelmektedir. İran’daki resmî kayıtlarda ve eski Farsça eserlerde de açık biçimde ortadadır ki, İslam ordularının Hamedan’ı fethettiği 7. yy’da da şehrin nüfûsu tümüyle Kürt. Dolayısıyla Tarık bin Ziyad ve ailesinin Kürt olma olasılığı yüzde yüz bir gerçekliktir.

     10 – Hamedan’ın Arap İslam orduları tarafından ele geçirilmesi, 645 yılında. Tarık bin Ziyad’ın doğum tarihi ise 670. Arada sadece ve sadece 25 sene var. Yani Tarık bin Ziyad’ın anne ve babası Müslüman Araplar tarafından köleleştirilip Hamedan’dan Cezayir’e getirildikten sadece 25 yıl sonra Tarık Cezayir’de dünyaya geliyor. Tarık bin Ziyad’ın, isimleri bilinmeyen Zerdüştî bir Kürt karı – koca olan anne ve babası, köleleştirilerek Hamedan’dan Cezayir’e götürülüyor. Bu aile Cezayir’de, sonradan Emevîler’in Kuzey Afrika Valisi Musa bin Nuseyr’in maiyetine giriyor, O’nun köleleri oluyorlar. Bu trajik olaydan tam 25 sene sonra, yani anne – babası Hamedan’dan Cezayir’e götürüldükten sadece 25 yıl sonra, Tarık dünyaya geliyor.

     11 – Tarık bin Ziyad, Müslüman bir ailenin çocuğu değil. Hatta kendisi de hayatının bir dönemine kadar Müslüman değildi. Cezayir’de doğan Tarık bin Ziyad, Berberîler arasında doğup büyüyor, Kürt olduğu halde bir Berberî gibi yetişiyor. Anne ve babası Müslüman değil, Zerdüştî. Kendisi de ilk başta Müslüman değil, hayatının bir dönemine kadar Zerdüştî olarak yaşıyor. Sonradan Müslüman oluyor ve Müslüman olduktan sonra Musa bin Nuseyr tarafından azad ediliyor.

     12 – Tarık bin Ziyad’ın “el- Laytî” veya “el- Leysî” sıfatını kullanmasının sebebi, kendisi gerçekten de bu Berberî kabilesine mensup olduğu için değil, bu Berberî kabilesi tarafından azad edilmiş bir köle olmasından dolayıdır. Hatta İspanyol tarihçiler, Kürt tarihçi İbn-i Xallikan’ın burdaki “Tarık bin Ziyad” nitelemesini “Ziyad’ın oğlu Tarık” anlamında değil, “Ziyad’dan kurtarılan Tarık” anlamında kullandığını düşünüyorlar.

     13 – Sosyoloji (toplumbilim) ilminin kurucusu olarak kabul edilen Berberî sosyolog İbn-i Haldun, “Kitab’el- İber we Diwan’el- Mubtedâ we’l- Xeber fi Eyyam’il- Arab we’l- Acem we’l- Berber wemen Âsarahum min Zawî’s- Sultan’il- Ekber” adlı muazzam eserinin, sonradan bağımsız bir eser olarak yayınlanan 6. ve 7. ciltleri olan “Tarix’el- Berber” (Berberî Tarihi) adlı kitabında, Cezayir’de çok sayıda Kürt nüfûsun yaşadığını ve bunların zamanla etnik kimliklerini yitirip “Berberîleştiğini” söylemektedir. Hatta İbn-i Haldun, bu eserinde, sözünü ettiği Kürt aşiretlerinden bazılarının isimlerini de vermektedir.

     14 – Tarık bin Ziyad’ın, gerçekten de – bize anlatıldığı gibi – Musa bin Nuseyr’in emri ve görevlendirmesiyle mi İspanya’yı fethe çıktığı yoksa Musa bin Nuseyr böyle bir harekâtı hiç istemediği ve hatta Tarık’ı engellemeye çalıştığı halde, Tarık’ın Musa’yı dinlemeden ve emirlerine uymadan, etrafına birkaç savaşçı toplayarak kendi başına mı hareket ettiği bile tartışmalıdır. Bu önemli hususta farklı kaynaklar arasında tartışmalar var ve birçok tarihçi, Tarık bin Ziyad’ın kendi başına hareket ettiğini söylüyor. Hatta tarihçilerin söylediğine göre, Tarık bin Ziyad kendisine hiç verilmemiş görevleri üstlendi ve bırakın Musa bin Nuseyr’in emriyle İspanya’yı fethe çıkmasını, İspanya’yı fethe çıkarken Musa bin Nuseyr’e haber bile vermedi. İspanya’nın fethi harekâtını öğrendiğinde bilakis Musa bin Nuseyr büyük bir öfkeye kapılıyor ve Tarık bin Ziyad’a kin duymaya başlıyor. Musa bin Nuseyr, Tarık bin Ziyad’ı tutuklayıp zincire vurmayı hatta O’nu öldürmeyi bile düşünüyor. Bütün bunlardan bizim anlamamız gereken tek şey var, o da “Tarih” denilerek bize hem resmî eğitimde hem de dînî eğitimde sadece yalanların anlatıldığıdır. Muhteşem bir insan olan Kürt komutan Tarık bin Ziyad, bu fetih hareketini kendi aklıyla ve etrafına topladığı Berberî savaşçılarıyla bağımsız olarak yapıyor. Musa bin Nuseyr’e haber bile vermiyor, hatta Musa ve Emevîler bunu duyunca büyük bir öfkeye kapılıyorlar, Tarık bin Ziyad’ı tutuklayıp zincire vurmayı hatta O’nu öldürmeyi bile düşünüyorlar. Yani 711 yılındaki İspanya’nın fethi olayı, Endülüs’ün fethi, Emevîler’in başarısı değil, tam aksine, Emevîler’e rağmen gerçekleştirilen bir başarı.

     15 – Tarihî kaynaklarda Tarık bin Ziyad’a ilk âtıf, yani Tarık’tan bahsedilen en eski kaynak, 754 yılına ait Latince yazılmış olan “Mozarabic Chronicle” (Mozarap Vakayınamesi) adlı eserdir. İspanya’nın fethinden sadece 43 yıl sonra yazılmış olmasına rağmen, ilginçtir, Tarık’tan “Taric Abuzara” ismiyle bahsediyor.

     16 – Bazı kaynaklarda, Tarık bin Ziyad’ın tüm seferlerinde yanında bir kadın olduğu ve 711 yılında gemilerle Cebel-i Tarık’a geçip İspanya’yı fethettiklerinde de, Tarık’ın yanında Ümmü Hakim adlı bu kadının bulunduğu yazılmaktadır. Ancak ilişkilerinin doğası belirsizliğini koruyor; Ümmü Hakim adlı bu kadın Tarık bin Ziyad’ın karısı mı, kızkardeşi mi, yoksa sevgilisi mi, bu bilinmiyor.

     17 – Ben inanılmaz derecede çok iyi bir araştırmacı ve yazarım ve bu, dînî açıdan da bilimsel açıdan da tartışılmaz bir gerçektir. Ortaya koyduğum bu çalışmalara rağmen, hâlâ bunu inkâr edecek hesud insanlar çıkacaktır. Ayrıca sağdan soldan duyduğuma göre, bazı kimseler aleyhimde konuşuyormuş, benim bulunmadığım ortamlarda gıybetimi yapıp beni kötülüyormuş. Bunlar kulağıma geliyor yani. Ne diyeyim? Onları Marduk’a havale ediyorum. Anunnakiler onları bildiği gibi yapsın. Ana Tanrıça İştar onlara terlik fırlatsın…

     Evet… Tarık bin Ziyad’ın gerçek kimliği, asıl kişiliği ve asil kişiliği, ailesinin gerçek kökeni böyle.

     Şimdi de Endülüs İslam Medeniyeti’nin gerçek kimliğine bakalım.

     Araplar tarafından ve Arap tapınmacılığını “imânın esasları” sayan İslam tarihçileri tarafından yazılan dînî tarihte ve onların yazdıklarını tekrarlayan resmî tarihte, sanki bir “Arap medeniyeti” imiş gibi bize anlatılan Endülüs İslam Medeniyeti, gerçekten öyle mi? Yoksa aslında Berberîler tarafından inşâ edilen, Berberîler’in kurduğu ve yaşattığı bir “Berberî medeniyeti” mi?

     Endülüs, bir Arap medeniyeti mi, yoksa bir Berberî medeniyeti mi?

     Şimdi de bu ilginç konuyu irdeleyelim…

     – – – – –

     (*) “Endülüs Dosyası”na seyahatnamenin bir sonraki bölümünde devam edeceğiz.

rodi
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.