DOLAR
32,3066
EURO
35,1664
ALTIN
2.280,63
BIST
8.806,72
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Açık
20°C
İstanbul
20°C
Açık
Cuma Az Bulutlu
23°C
Cumartesi Az Bulutlu
21°C
Pazar Parçalı Bulutlu
21°C
Pazartesi Az Bulutlu
23°C

Abdulbaki ERDOĞMUŞ

Abdulbaki Erdoğmuş, 1 Ocak 1958 yılında Genç doğumludur. İlkokulu Genç’te İmam Hatip okulunu da Diyarbakır da bitirdi. Erzurum Yüksek İslam Enstitüsü (İlahiyat Fakültesi) mezunu olup Medrese Eğitimini de Diyarbakır da tamamladı. İmam Hatip ve Müftülük görevlerinden sonra 1999 seçimlerinde ANAVATAN Partisinden 21. Dönem Diyarbakır milletvekili olarak seçildi. Aktif siyasetten sonra Sivil Siyaset çalışmalarına devam eden Erdoğmuş, Sivil Siyaset Platformu ve Sivil Siyaset Girişimi Sözcülüğü yaptı. Şimdi ise Sivil Siyaset Hareketi Koordinatörlüğünü yapmaktadır. Yayınlanmış 3 kitabı vardır.

Kürtler ve Türkiye’nin geleceği!..

27.06.2021 14:24 | Son Güncellenme: 27.06.2021 21:42
463
A+
A-

Osmanlı devleti, çoğulcu-gevşek bir federal sisteme dayanmaktaydı. Esas olan; özerk bölgelerin merkezi yönetime vergilerini vererek bağlılığını sürdürmesiydi.

Bu bağlamda Kürdistan ve Kürtler de Osmanlı paşalarının yönetiminde ancak özerk ve bağımsız Mirliklerle varlığını sürdürüyordu.

Kürtler, diğer topluluklardan farklı olarak Osmanlı’nın tebaası değil, müttefikleriydi. Bu nedenle de Mezopotamya ve Anadolu coğrafyasında Türk tebaası dâhil diğer tebaadan daha ayrıcalıklı bir statüye sahiptiler.

binguven-bal2

II. Mahmut döneminde, merkezileştirme politikalarıyla beraber Kürtlerin statüsü de değiştirilmiş ve buna bağlı olarak huzursuzluk, başkaldırı ve iç savaşlar yaşanmaya başlamıştır.

Buna rağmen II. Abdülhamit döneminde yeniden bir ittifak ve birlik oluşturularak birlikte yola devam edilmiştir.

Balkanlar, Rus Harbi, Trablusgarp, Çanakkale ve İstiklal Savaşı gibi cephelerde dış unsurlar karşısında Osmanlı ve Türklerle beraber aynı siperlerde yan yana direnmişler ve aynı mezarlarda kucak kucağa gömülmüşlerdir.

Osmanlı’nın dağılma sürecini ve Türklerin varlık ve yokluk arasında bir kavşak noktada kaldığı dönemi fırsat bilerek ayrı bir devlet kurmak yerine, Türklerle birlikte ve ortak bir devlet çatısı altında eşit unsurlar olarak devam etmeyi tercih ettiler. 

Cumhuriyet Projesi’ne de çoğulcu ve eşitlikçi bir anlayışla destek vererek Erzurum ve Sivas Kongreleri başta olmak üzere aktif ve etkin rol üstlendiler.

23 Nisan 1920 TBMM ve 29 Ekim 1923 Cumhuriyet’e geçişte kurucu unsurlarından birisi olarak yerlerini aldılar.

1924 yılına gelindiğinde, yönetici kadronun İşgal kuvvetleriyle yaptıkları anlaşmalar sonucu yeni devletin geleceği güvence altına alınarak geçmişin, tarihin, ittifak ve anlaşmaların hükmü bir anayasa ile ortadan kaldırılmıştır.

Böylece Kürtlerle yapılan anlaşmaların, verilen sözlerin, ittihat ve ittifak sözleşmelerinin, ortak kader ve kardeşlik gibi insanlığın anlam yüklediği bütün değerlerin üzeri çizilmiş oldu.

Dönemin koşulları ve uluslararası konjonktür gibi gerekçeler ileri sürülebilir. Bunların gerçeklik payları da vardır. Zaten geçmişte yaşananlar üzerinden düşmanlığı sürdürmenin artık Türklere de Kürtlere de Türkiye’ye de bir yararı yoktur.

Ancak geleceği yeniden şekillendirmek için geçmişin bilinmesi de zorunludur. Resmi tarihin yalan ve inkâr üzerine yazıldığı, gerçeğin özünden saptırıldığı, hakikatlerin örtüldüğü bir ülkede kaçınılmaz olarak toplumsal hafıza da kirletilmiş bilgilerle dolar.

Ne yazık ki Kürt Meselesi de üretilen yalan-yanlış bilgilerle ve uygulanan ikiyüzlü politikalarla doğru anlaşılması engellenmiştir. Bu nedenle de “çözümsüzlük” bir siyasal çözüm yöntemi olarak sunulmaktadır.

Gerçek şudur; Osmanlı sonrası Kürtlerin “ittifak ve birlik” tercihi, Türklerin ve Türkiye’nin yararına bir sonuç verse de Kürtlerin yararına bir sonuç vermemiştir. 

“Eşit unsur” olmak veya “çoğulculuk” bir tarafa, varlıklarına dahi tahammül gösterilmeyerek tasfiye edildiler, öldürüldüler, sürüldüler, “Türklük” kimliği içinde asimile edildiler ve yok sayıldılar.

Oysa Kürtler, Osmanlının bir tebaası olarak değil, bir unsuru olarak statülerini korumuşlardı. Hiçbir dönemde ortak kimlik “Türklük” olmamış ve Kürtler hiçbir dönemde “Türk” olarak da tanımlanmamışlardır. Zaten Osmanlı da kendisini etnik bir aidiyetle tanımlamıyordu.

Siyasal anlamda “Türklük” tanımı, İttihat ve Terakki‘nin gizli bir projesi olarak ilk defa Cumhuriyet devleti ile ortaya çıkmıştır.

Nasıl tanımlanırsa tanımlansın “Türklük”üst kimliğinin kuşatıcı olmadığı, en azından Kürtlerin başlangıçtan itibaren itiraz ettikleri bilinmektedir.

Bugün itibariyle daha çok aşındığı, işbirlikçi kesimler dışında diğer farklı unsurları da temsil etmediği ve üst kimlik olarak rızaya dayalı bir kabul görmediği açıktır.

“Türklük” dayatması, sadece Kürtler için değil artık demokrasi ve hukuk devleti hedefi için de bir engel, hatta bir “beka” sorunu oluşturmaktadır.

Türkiye’nin muasır medeniyetin bir parçası olmasının önünde engel oluşturan faktörlerden birisidir “Türklük”dayatması.
Türklük, bir halkın etnik tanımıdır, başka bir halka dayatılması veya devlet ideolojisi olması ırkçılıktır. 

Türk’ün veya Türkiye vatandaşı herhangi birisinin veya bir grubun ırkçılık ve dayatma içermedikçe “Ne Mutlu Türküm” demesi bir sorun teşkil etmez ancak kurumsal ideolojiye, siyasal anlayışa dönüştürülmesi en azından ayrıştırıcı ve dışlayıcı sonuçlar doğuracağı açıktır.

Ne yazık ki ülkemizde “Türklük” kimliği ayırımcılığın, ırkçılığın ve bir devlet politikasının tezahürü olarak kullanılmaktadır.

Söz konusu ayırımcı tutumu, sadece ülke içinde ve kendi yurttaşlarına karşı değil, ülke dışında da kendisini göstermektedir.

İktidarın, Suriye topraklarında hâkimiyet sağladığı bölgede, başta Afrin’de olmak üzere Kürtçe diline yasak getirmesi; ayırımcılık ve ırkçılık olarak değerlendirilmeyecekse nasıl bir gerekçe bulacağız?

Afrin’deki uygulamaya “bölücülük” gerekçe yapılabilir mi? 

Irak Kürdistanı’nda olduğu gibi Suriye Kürdistan bölgesinde de düşmanca bir tutum sergilenmiyor mu?

Ne yazık ki Türkiye, Suriye’de Kürtlerle ittifak yapmak yerine, Kürtlerin kazanımlarını yok etmekte, müdahale tehditleriyle bölgesel yapılanmalarına ve statü elde etmelerine engel olmaktadır.

Dünya’nın en önemli küresel aktörleri, Ortadoğu coğrafyasında Kürtlerle ilişkilerini geliştirirken, Türkiye’nin Kürtlere yönelik aralıksız imha operasyonlarına ne demeli?

Bütün bunlar için “Terör” tek başına gerekçe olabilir mi? 

PKK’nin varlığını gerekçe göstermek, gerçekçi ve yeterli olabilir mi?

Olmaz! Olamaz! 

Çünkü sorun sadece Irak ve Suriye veya PKK ile ilgili değildir. Sorun; doğrudan Kürtlerle ilgilidir.

Azerbaycan’a ilişkin “Tek millet, iki devlet” söylemi “ikiyüzlülük” veya “ırkçılık” değilse, benzer bir yaklaşım neden Kürdistan Bölgesel Yönetimi için kullanılmıyor? 

Anadolu, hatta Balkan Türkleri için tarihi bağ ve ittifaklar bakımından Kürdistan ve Kürtler; Azerbaycan, Türkmenistan ve Özbekistan gibi ülkelerden daha köklü ve kuvvetli değil midir?

Bosna Hersek, Kosova ve Makedonya kadarda mı Türkler ve Kürtler arasında bir hukuk oluşmamıştır? 

Kürtlerin hak-hukuk-adalet-eşitlik talepleri “terör ve bölücülük” bahanesiyle reddedilirken, başka unsurların soydaş, kardeş ilişkileri üzerinden “seçkin vatandaş” seviyesine çıkarılması “ırkçılık” dışında nasıl izah edilebilir?

Hiçbir hukuki dayanağı olmadan PKK varlığı ve “bölücülük” üzerinden Kürtlerin kamusal alandan, iş, siyaset, üst bürokrasi ve akademik alandan bir plan ve program dahilinde nasıl tasfiye edildikleri gözden kaçmamaktadır. 

Hatırlatırım, PKK yokken de Kürtlerin hak ve özgürlük talepleri hep vardı ve “bölücülük” üzerinden ret ve inkâr ediliyordu. 
Yaklaşık kırk yıldır PKK ile sürdürülen kirli savaşın en büyük mağduru yine Kürt halkıdır.

Çok yönlü terör ve şiddet eylemlerinden en çok zarar gören Kürtlerdir. Sadece askeri operasyonlara değil, PKK saldırılarına en çok maruz kalan da Kürtlerdir.

Evleri bombalanan, ormanları, bağ-bahçeleri yakılan, on binlerce evladını yitiren, milyonlarcası yerinden, yurdundan edilen, binlercesi faili meçhul cinayetlere kurban giden, cezaevlerini tıklım tıklım dolduran, işinden-aşından olan, sürülen, dağılan, iş birliğine, muhbirliğe, onursuzluğa, kişiliksizliğe zorlanan Kürtlerden başkası değildir.

Bir yurtsever olarak sormak istiyorum;

Kürtlere yönelik yüz yılı aşkın bir süredir sürdürülen düşmanlık, ayırımcılık, siyasal ve etnik ırkçılık nereye ve ne zamana kadar?

Türkü, Kürdü, Müslümanı, gayrimüslimi, Sünni’si, Alevi’si, Süryani’si ile ülkenin bütün unsurları olarak ‘ortak kaderimiz’ olan Türkiye coğrafyasını, devamlı bir iç kavgaya mahkûm eden, yoksulluk ve cehalet ile toplumu itaate zorlayan, kutuplaştırıp bölen, ayırımcı-ırkçı zihniyetin bedelini ne zamana kadar ödemeye devam edeceğiz?

İddia ediyorum; demokrasi ve hukukun üstünlüğü tesis edilmezse bu ülkeyi Kürtler-Aleviler-gayrimüslimler veya Batı değil, ırkçılık, ayırımcılık, yoksulluk, cehalet ve dinbazlık bölecektir!

Vatanı, ülkenin bütünlüğünü tehdit eden; Kürtler veya hak ve özgürlükler talepleri değil, “vatan” üzerinden siyaset yapmaktır.

ASIL BEKA SORUNU BURADA YATMAKTADIR…!

İsmet İnönü; ”Vatan pahasına siyaset olmaz” demişti.

Medeni dünya birlikler arayışı içinde iken bizim ayrılmamız kimin çıkarına olacak? 

Ortak aidiyet kimliğimiz neden eşit yurttaşlık/vatandaşlık, hukukun üstünlüğü güvencesinde birlikte yaşam olmasın? Kürtler, diğer unsurlarla birlikte eşit olmayı neden hak etmesin?

Kürt meselesi artık dünyanın gündemine kalıcı bir şekilde oturmuştur. Türkiye’ye düşen; çözümün önünü tıkamak değil, çözüm için öncülük yapmaktır. 

Kürtler, PKK veya başka örgütlerle güçlü değildir. Kürtler, Hak sahibi ve haklı oldukları için güçlüdür.

Victor Hugo; “Dünyada hiçbir şey, zamanı gelmiş bir fikirden daha güçlü değildir!”

Kürtlerin ‘özgür’ olma zamanı gelmiştir!

Türkiye’nin geleceği; Kürtler ve diğer unsurlarla birlikte barış içinde eşit unsurlar olarak hayat bulmasına bağlıdır.

Cumhuriyetin yüzüncü yıl dönümüne yaklaşırken ülkemizin geleceğini; zamanın ruhuna uygun, hak ve özgürlükler temelinde, hukukun üstünlüğü güvencesinde hep birlikte yeniden inşa etmek zorundayız.

Toplumsal barışımız ve ülkemizin coğrafi bütünlüğü herkes ve her kesim için önemlidir. Herkesin ve her kesimin eşit ve özgür olması da bu kadar önemlidir.

Yazarın Diğer Yazıları
rodi
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.