Cumhurbaşkanı Erdoğan, 14. Temmuz 2021 günü partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda F. Gülen Cemaatini hedef alarak “Din kisvesi altında bu milleti sömürenlere prim vermeyeceğiz” diyerek din sömürüsüne dikkat çekmişti.
Kimlerin dini sömürdüğünü sıralamak yerine “kimlerin sömürmediğini” sorarak cevap bulmanın daha kolay ve gerçekçi olduğunu düşünüyorum.
Gülen cemaati veya cemaatler dini sömürüyor da partiler, politikacılar, siyaset, hatta devlet sömürmüyor mu?
Kuşkusuz bu kesimlerin bir kısmı din kisvesi altında, bir kısmı da doğrudan sömürmeyi tercih etmektedir.
Din-hayat ilişkisi üzerinden adalet-ahlak-sevgi-merhamet-hikmet ile yaşamayı seçenlerin ‘hidayet-takva-marifet’ prensipleriyle ‘ortak iyi’ etrafında birleştiklerini biliyoruz.
Bütün dinlerin ortak amacı da budur; birbirlerine tahakküm etmeden, üstünlük taslamadan, ayırımcılık ve bozgunculuk yapmadan ‘Taaruf’ yoluyla insanların iyilikte, barışta, adalette buluşarak hayatı anlamlı kılmalarıdır.
Din, bu boyutuyla insanlık ideallerinin gerçekleşmesine rehberlik eder. Peygamberler de böyle bir dinin muallimleri ve öncüleri olmuşlardır.
Din-hayat yerine din-devlet, din-siyaset, din-cemaat, din-ticaret, din-hukuk, din-eğitim, din-egemenlik, din-otorite gibi ilişkiler üzerinden yürütülen faaliyetlerin tamamı din sömürüsü kapsamına girer. Bunun da muallimleri ve öncüleri yöneticiler, politikacılar ve din adamlarıdır.
Buna göre; “din” adına devlet yönetenlerin veya dini temsilen devlet kurumlarında yer alanların, resmi merasim ve törenlere, saray sofralarına, parti toplantılarına din adamı sıfatıyla veya din kisvesiyle katılanların hangi amaçla rol aldıklarını sorgulamak gerekir.
Hangi amaçla olursa olsun bu alanların tamamında din bir sömürü ve aldatma aracıdır.
Tarihte ve günümüzde yaşanan işgallerin, yayılmacı savaşların, talan ve yağmanın, tehcir ve katliamların tamamında bu kesimlerin rolü ve görüntüsü vardır.
Özü itibarıyla hiçbir dinin bu kesimlerle ilahi anlamda bir bağı yoktur, olamaz da. Böyle bir dinin; Allah’ın insanlık için bir “hidayet rehberi” olarak gönderilmiş olması mümkün değildir.
Böyle bir din ancak istismar ve sömürü düzeni için egemenler tarafından şekillendirilmiş ve kurumsallaştırılmıştır.
Açıkça belirtmeliyim ki, sadece din değil, istismar edilen her değer sömürüye hizmet eder.
Bu bağlamda, ülkemizde istismar edilmeyen, sömürülmeyen tek bir kutsalımız, tek bir değerimiz kaldı mı?
Yoksulluk, açlık, işsizlik, cehalet, geri kalmışlık, ayrımcılık, kayırmacılık, partizanlık, yandaşlık, haksızlık, hukuksuzluk gibi politikalar, hangi değer üzerinden meşrulaştırıldığına bakılmaksızın ”adaletsizlik” olarak kabul edilmesi gerekir.
Söz konusu politikaların dini değerlerle savunulması, temsilcilerinin dindarlık görüntüsü vermesi, din adamları, Diyanet veya cemaatler tarafından desteklenmesi, adaletsizliğini ortadan kaldırmaz.
Tersine din istismarı ve sömürüsünün derinliğini ve tehlike derecesi gösterir.
Yoksulluk, sefalet ve işsizlik içinde kıvranan ülkemizin genel bir manzarasına bakalım:
Fabrika bacaları yerine ihtiyaç olmadığı halde bu kadar minarenin yükselmesi istismar değil de nedir?
Çamlıca tepesine yapılan cami dahil, görünür olması için bulvarlara, yüksek yerleşkelere, hatta dağ başlarına inşa edilmiş birçok cami ve külliyeler hangi ihtiyaçtan dolayıdır? Bunların hangisi manevi boşluğu dolduruyor?
Birkaç bakanlığın toplam bütçesini aşan ve on binlerce personeli ile “din hizmetleri” gerekçesiyle yurtiçi ve yurt dışı faaliyetlerde bulunan Diyanet İşleri Başkanlığı, gerçekte kime ve neye hizmet ediyor?
Bir din, neden bir kurumun, grup-cemaat-parti veya kişinin uhdesinde olsun? Adına “din kisvesi” denilen kılık ve kıyafetin gerçekte din ile nasıl bir ilgisi olabilir?
Sadece bu kıyafetin neden olduğu sömürü ve istismarın, elde edilen menfaat ve itibarın haddi ve hesabı yoktur.
Toplanan kurbanlar, yardımlar, bağışlar, zekât ve sadaka nereye harcanıyor? Bir devletin veya kurumlarının din adına yardım ve bağış toplaması; büyük bir sahtekarlık ve sömürü örneği değil mi?
Dinin hizmete ihtiyacı olmadığına göre, “din” adına yapılan hizmetlerin devlete, iktidarlara, partilere, cemaatlere veya ideolojik gruplara yarar sağladığı açık değil midir?
Bunların hepsine veya sadece birine hizmet etmesi bir sömürü ve istismar değil mi?
Ne yazık ki din, geçmişte Firavunların, Karunların, kahinlerin, putperestliğin, hilafet ve saltanatın, imparatorlukların, kralların bir “sömürü” aracı olduğu gibi günümüzde de devletlerin, siyasetin, siyasal düzenin, devlet başkanlarının, politikacıların, partilerin, din adamlarının, cemaat-ideoloji ve dini grupların bir “sömürü” aracıdır.
Dini, bir hayat rehberi olarak değil de bir hizmet ve siyaset alanı seçenler, bu faaliyetlerini ister “din kisvesi” ile ister “dini söylemlerle” yapsınlar, araçları ilkel veya modern olsun, temsilcileri cübbeli veya papyonlu olsun, sakallı, sarıklı veya kravatlı ve bıyıksız olsun, medreseli veya üniversiteli olsun sömürü gerçeğinin örtbas edilmesine artık imkân yoktur.
Siyasal, ekonomik veya teknolojik geri kalmışlığın, terör, barbarlık ve cehaletin nedeni olarak dini görmek kadar, siyasal sorunların çözümünü de dinde aramak İlahi dinlere yapılmış en büyük haksızlıktır.
Sömürünün nedeni de mimarları da politikacılar, yöneticiler ve din adamlarıdır.
“Din kisvesi” veya “din söylemi” ile milleti sömürenler de yine bu kesimlerdir.
Akla, bilime, irfana, hikmete, adalete dolayısıyla İslam’a sırtını dönen yönetici/siyasetçi ve din adamlarının ellerinde ve dillerinde Kur’an olması açık bir sömürü ve istismar değil midir?
Kur’an; cehaletin değil hikmetin, siyasetin değil hidayetin, sömürünün değil adaletin, aldatma ve istismarın değil Sırat-ı Müstakim ‘in kitabıdır.
Medeni dünyanın tamamında ”özgür ve eşit yurttaşlık” tesis edilirken, ülkemizde siyasal ve kamusal alanda “eşitlik” yerine “dinde kardeşlik” iddiası, açıkça “Kur’an ve din ile aldatmak” değil de nedir?
“Din kardeşliği”, hangi siyasal sorunun çözümü olabilmiştir?
Bu iddianın gerçek dışılığı bir tarafa, din kardeşliğini de zayıflatmıyor mu, hatta kirletmiyor mu?
Bundan daha açık bir din sömürüsü olabilir mi?
Altını çizerek belirtmeliyim ki, din kisvesi altına milletin sömürülmesine izin vermekle yetinilmiyor, bizzat iktidar/devlet ve siyaset, din adamları ve Diyanet dini bir sömürü aracı olarak kullanıyor.
Mehmet Akif Ersoy:
Derdin davan sadece, hep nefsi saltanatın
Şimdilik putu sensin, tapılan menfaatin!
Hey kukla kafalı adam, dinle sözümü tut
Bunların dilinde Hak; ama kalbi dolu put!
—
Psikanaliz dalında önemli çalışmaları olan ve Virginia Üniversitesi Blue Ridge Hastanesi’nin Tıbbi Yöneticiliği ve Zihin Ve İnsan Etkileşimleri Araştırma Merkezi’nin başkanlığını yapmış D. Volkan’ın Türkçeye çevrilen “Körü Körüne İnanç” adlı kitabında şu tespiti yapar:
Dinler insanlık ideallerini ateşleyebilir, bireylerin olumlu eylemler yapmasına destek olabilir ve yaratıcı dürtüleri ve sanatsal yaratıcılığı kamçılayabilir. Ancak aynı zamanda tarih boyunca insanlar, din adına, sözle ifade edilemez acılara yol açmıştır.
Şu hâlde kendi başına din, yansız bir tutum içindedir. Dinler, özgül ruhsal yapıya ve grup etkisine bağlı olarak bireyleri ıslah edebilir ya da zehirleyebilir. Bu nedenle bazı köktendinci grupların barışçı ve uygar, bazılarınınsa vahşete eğilimli olduğunu görüyoruz. (Sh:162)
Ne yazık ki ülkemizde devlet ve iktidar/siyaset, en az dinbaz gruplar ve din adamları kadar bireyleri zehirliyor ve aydınlanmanın önünü din istismarı ve sömürüsü ile kesiyor.
Hatırlatmak isterim ki din; ihlaslı ve ahlaklı bir hayatı esas alır. Dini; kişisel, grupsal veya kurumsal olarak temsil etmeye kalkmak, istismar ve sömürü aracı yapmak ahlaksızlık ve zulümdür.