Temsili demokrasilerde siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurları olarak kabul edilmektedir. Siyasi temsilin gereği olarak siyasi partiler, hiçbir engel olmaksızın örgütlenir ve birbirleriyle iktidar için yarışır.
Kuşkusuz partilerin varlığı, demokrasinin egemen olduğu anlamına gelmez. Tek partili sistemlerde otoriter ya da dikta yönetimler olduğu gibi çok partili sistemlerde de benzer durumlar söz konusu olabilir.
Esas olarak çok partili sistemler, çoğulcu, özgürlükçü ve rekabetçi demokratik rejimlerin olmazsa olmaz özelliğidir. Bu özellikle birlikte parlamento içinde olduğu kadar parlamento dışında da muhalif örgütlenmeye imkân tanınmaktadır.
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, aldığı 2008 tarihli ve 1601 Sayılı Kararı’nda “Parlamento içindeki ve dışındaki siyasi muhalefet, iyi işleyen bir demokrasinin temel bir bileşenidir” demişti.
Bu karara göre bir rejimin demokrasi olarak kabul edilmesi için parlamentoda temsil edilenler yanında parlamento dışındaki muhalefetin de varlığının zorunlu olduğu belirtilmektedir.
Peki Cumhur ittifakıyla birlikte parlamento dışında muhalefet yapma imkânı kalmış mıdır?
Elbette hayır!
—
Gerçek şudur ki günümüzde Türkiye’de olduğu gibi siyasi partiler, demokratik olmayan rejimleri meşrulaştırmak ve toplumu sistem içinde tutmak için önemli bir işlev de görürler.
Bunun nedenlerinden biri siyasetin devlet eksenli ve devletçi olarak yapılandırılmasıdır. Bu durumda siyasi partiler de resmî ideolojinin sınırlarını çizdiği alanda ancak siyaset yapma imkanına sahip olurlar.
Bugünkü kutuplaşmanın, ayrışmanın, kavganın ve milliyetçi, dinci, devletçi ve kimlik siyasetin nedeni de budur.
Mevcut yapılanmanın 27 Mayıs 1962 Darbesi sonrası sistematik olarak planlandığını düşünüyorum. 12 Eylül 1980 darbesiyle de pekiştirildiği ve zaman zaman askeri bildiri ve müdahalelerle kontrol altında tutulduğu çok açıktır.
Kanaatime göre Türkiye’nin demokratik bir devlet düzenine geçememesinin temel nedenlerinden birisi askeri vesayet ve darbeler ise diğer temel neden de 1946 ile başlayan demokratik süreçten kopuk olarak kurulan siyasi partilerdir.
Demokrasi iddiasıyla kurulup vesayet kontrolünden çıkamayan ve hızla devletçi resmî ideolojinin güdümüne giren DYP, ANAP, DSP ve AK Parti gibi büyük partiler bu duruma verilecek örnekleridir.
Merhum Turgut Özal, Bülent Ecevit ve siyaset duayeni Süleyman Demirel’in çabaları da bunu değiştirmeye yetmemiştir. Kendilerinden sonra partileri resmî ideolojiyle bütünleşerek hızla çöküş yaşamıştır.
En belirgin örneklerden birisi de Sol’da ve CHP’ye yönelik yaşanmıştır. Merhum Erdal İnönü ve Aydın Güven Gürkan’ın çabalarıyla oluşturulan ve Murat Karayalçın tarafından devam ettirilen SHP geleneğini hatırlatmak isterim. Demokrasi iddiasıyla kurulan bu partinin bugün esamesi dahi okunmuyor.
Esas olarak resmî ideolojinin kontrolüne giren hiçbir parti iflah olmamıştır. AK Parti’nin geleceği de bundan farklı olarak düşünülmemelidir.
Görüldüğü gibi Cumhur ittifakının, özellikle de AK Partinin Türkiye’yi yönetme mecali artık kalmadı. Güneşle eriyen kar misali toprağa gömülüyor. Bu çöküşü görmemek için siyasi bir körlük dayatılıyor.
—
Gelinen noktada devlet merkezli siyasetin bir kez daha çöktüğünü, şahsiyetli ve ilkeli siyaseti amaç edinen bir partiden söz etmenin mümkün olmadığını belirtmeliyim.
Parlamentoda temsil edilen mevcut partileri demokrasinin etkin unsurları olarak değerlendirmek artık doğru değildir. Otoriter sistemi meşrulaştırarak siyasi pay kapmaya çalışan ve görev bekleyen, güdümlü yarı resmi kuruluşlar gibidirler.
Çöküşte olan AK Parti, CHP ve diğer mevcut partilerden bundan sonra ilkeli ve demokratik bir tutum beklemek ya cehalet ya da saflık olur.
—
Ümitsizliğe ve karamsarlığa mahal yoktur. Mevcut siyasetin çöküşü yeni bir siyasetin başlangıcı olacaktır. Çöküş yakındır, yeni siyaset için hazırlıklı olunmalıdır. Özellikle cesur demokratlar hazır olmalı.
Ancak bunun için öncelikle parti farkı gözetmeksizin demokratik süreci yeniden gözden geçirmeliyiz. Demokrasiyle ve demokratik siyasetle yüzleşmek zorundayız. Yaklaşık 75 yıldır demokrasi iddiasıyla başlayan siyasi sürecin neden otoriter bir yönetimle sonuçlandığını bilmek durumundayız.
Hangi gerekçelerle idam edilmiş olmalarına bakmadan demokrasi şehitleri Eski Başbakan Adnan Menderes ve arkadaşlarını yok sayarak demokrasiyi geliştirmek mümkün değildir. Türkiye’de demokrasi inşası için bu insanların ve dönemlerinin hata ve doğrularıyla iyi bilinmesi gerekir.
Bu damar açılmadan demokrasinin yolu açılamaz.
Demokrasinin bir kültür olarak içselleştirilmesi gerekiyor. Türkiye’de demokrasi kültürünün din-vatan-bayrak-beka gibi hamasi iddialarla bilinçli ve planlı olarak engellendiğini düşünüyorum.
—
Çözümsüzlük ve umutsuzluk demokratik siyasette kabul edilemez. Önemli olan demokrasiye ve onun gereği olan hukukun üstünlüğüne inanmaktır. Bu bağlamda;
Parti ve iktidar farkı gözetmeksizin Türkiye’nin başından itibaren belli aralıklarla da olsa yaşadığı demokrasi sürecine sahip çıkmak, 27 Mayıs Darbesi, 72 Muhtırası, 12 Eylül Cuntası, 28 Şubat Post Modern ve 15 Temmuz kurgulanmış darbelerini sorgulayarak mahkûm etmek demokrasi, hukuk, ahlaki ve insani sorumluluğumuzun gereğidir. Aksi halde demokrasi iddiası inandırıcı olmayacaktır.
Bu sorumluluktan kaçarak demokrasi inşa edilemez ve asla demokrat da olunamaz. Demokrasiyi öğrenmek, içselleştirmek birinci önceliğimiz olmalı.
Türkiye’nin demokrasi süreci ve mevcut durumu Platon’un şu tanımına uygun düşmektedir:
”Demokrasi, bir eğitim işidir. Eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçilirse oligarşi olur. Devam edilirse demagoglar türer. Demagoglardan da diktatörler çıkar.” (alıntı)
—
Çözümsüzlük ve umutsuzluk demokratik siyasette kabul edilemez.
Toplumsal farklılıkları ve kimliklerin hak ve özgürlüklerini demokrasi üst kimliği ile kuşatacak yeni bir demokratik siyaset inşa etmek zorundayız.
Bunun için de öncelikle geçmişten günümüze demokratik sürece sahip çıkarak CHP ve AK Parti başta olmak üzere sistem partilerinin tamamını millet iradesiyle mahkûm edecek, referansları geçmişe dayanan yeni partilere ihtiyaç olduğuna inanıyorum.
1946 ve 1950 yıllarında başlayan demokratik süreci yok sayan hiçbir siyasi parti, kalıcı bir demokrasi inşa edemez. Siyasi savrulmaların nedenlerinden biri de budur.
Buna göre 1946 ile başlayan çok partili ve çoğulcu demokrasi yolu üzerinden yeni bir siyasi güzergâh açmalıyız. 1946 ile bağlar yeniden kurulmadan demokraside kesintisiz yol almak mümkün olmayacaktır.
İroni olsun iye yazıyorum; geçmişten ve ana damardan beslenerek Türkiye’yi güvenli bir limana ve geleceğe taşıyacak iki partiye ihtiyaç vardır:
1-Demokrasi ve Adalet Partisi
2-Sosyal Demokrat ve Eşitlik Partisi.
31 Mart seçimlerinin fazla bir önemi yok, sonrasını ise çok önemsiyorum.