İnsanoğlu yaşamak ve hayatının devamı ile idamesi için iki şey muhakkak ki olmazsa olmaz birer zaruri ihtiyaçtır.
Bunlardan biri rızık ikincisi ise barınma bu iki ihtiyacın ötesindeki ihtiyaçlar ise tali ihtiyaçlardır diyebiliriz. Hatta yüce Allah maişet ve rızkını eceli ile eş zamanlı kılmıştır.
İnsanoğlunun geçmiş kavimlerin yaşayışlarında sadece rızıkları ve barınma standart ve çeşitleri ve araçlar değişmekle beraber amaçlar sabittir.
Yüce Allah şu an dünya nüfusunun üç katını besleyecek tarım alanları ve imkânları tahsis edilmesine rağmen bir milyar insan açlık çekiyorsa ve bir milyar insanda patlayana kadar yiyebiliyorsa bunun sebebi rızkın bölüşümü ve dağıtımı ile ilgili adaletsiz ve zalim bir açgözlülük ile bencil ve doymak bilmeyen nefislerden kaynaklandığı da bir gerçektir…
Asıl mesele aç gözlülüğün ve dünyadan daha fazla pay almanın hevesi bireylerden devletlerin iştahına döndüğü günden beri insan kendi cinsinin sömüren ve sömürülen rezalet ve hezimet moduna geçti ki savaş, kan ve zulümler de tam da bu noktada başlar. Dünyada 52 noktada devam eden savaşların asıl sebebine bakın yine bu aç gözlülüktür.
Alışkanlık ve önyargıları bir kenara koyarak canlılar dünyasına baktığımızda, dikkat çekici bir nokta ile karşılaşırız. Pek çok bitki ve hayvan, kimyasal yapıları, çekici kokuları ve lezzetli tatları ile besin ihtiyaçlarımızı eksiksiz bir şekilde karşılarlar.
Gerek bu harika uyum, gerekse yeryüzündeki besin zincirinin sayısız detayı, asla tesadüflerle açıklanamaz.
Söz konusu canlılar ve cansızlar özel olarak yaratılmış ve eşsiz birer nimet olarak bizlere verilmişlerdir. İhtiyaç duyduğumuz yiyeceklerin kaynağı olan bitki ve hayvanları yaratan ise, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan yüce Allah’tır.
1. Yegâne rızk veren (rezzâk-ı âlem) Allah Teâlâ’dır. Kur’an’da, “Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah’ın üzerinedir…” (el-Hûd 11/6) buyurularak, tüm canlıların rızkını verenin Allah olduğu bildirilmiş, bir başka âyette de O’nun, dilediğine bol rızk verip, dilediğinin rızkını ise daralttığı ifade edilmiştir (eş-Şûrâ 42/12). Dağıtımda sorun yok sorun bölüşümdedir.
2. Rızkı yaratan ve veren Allah Teâlâ’dır. Kul, Allah’ın (c.c.) evrende geçerli tabii kanunlarını gözeterek çalışır, çabalar, sebeplere sarılır ve rızkı kazanmak için tercihlerde bulunur. Allah da onun bu tercihine ve çabasına göre rızkını yaratır. Allah’ın (c.c.) yegâne rızık veren olması, tembellik yapmayı, çalışmamayı, yanlış bir tevekkül anlayışına sahip olmayı gerektirmez. Kazanç için, meşrû yollardan gerekli girişimde bulunmak kuldan, bu beşeri çabanın gereği rızkı var etmek ise Allah’tandır.
3. Haram olan bir şey, onu kazanan kul için rızık sayılır. Fakat Allah’ın (c.c.) haram olan rızkı, kulun kazanmasına rızâsı yoktur. Bir âyette, “Artık Allah’ın size verdiği rızıktan helâl ve temiz olarak yiyin…” (en-Nahl 16/114) buyurularak, helâl yenilmesi emredilmiş, haram yasaklanmıştır.
Özellikle gasp edilmiş bir emeğinin muhatabı hak sahibenden önce Allah’tır.
4. Herkes kendi rızkını yer. Bir kimse başkasının rızkını yiyemeyeceği gibi, başka biri de onun rızkını yiyemez.ve ecelini taşıyamaz, Tüm bu ayetler ışığında insanoğlu ne yaparsa yapsın kendine yazılan rızkın dışında bir şey kazanmaz ve yiyemez.
Madem rızkımız Allah (c.c.) tarafından belirleniyor; neden bunu haram yoldan elde edelim ve haram olan şeyleri tüketelim. Neden insanları kandırmaya ve taklit ürün satmaya tevessül edelim. Neden muamelatlarımızda helal dairesinden çıkalım? .
Neden kandıralım?, Neden yanlış tartalım? neden başkasının gayret ve çabasını hiçe sayalım? Nedenler? uzar gider..? Nedenleri sorgulamayan bir akıl nefsin esaretine razı olmuş demektir.
Rızkımızın bizlere ulaşması için aradaki sebepler birer perdedir. Allah Teala her canlıya takdir ettiği rızkı sebepler dahilinde göndermektedir. İnsanlar, hayvanlar, bitkiler birer sebeptir.
Batının Lordlarının kilise ve kara kellelerinin sömürüsünün yanında emperyalist gasp ve hırsızlığı anladık amma,
Bu Çağda revaçta olan, taklit ve tebliğ edilen İslam, “Çok çalışmaktan nasırlaşan elleri öp” diyen Peygamberin ve “Evinde yiyecek olmadığı halde kılıcını çekmeyene şaşarım!” diyen Ebu zer’in İslam’ı değil.
“Yemeğe ne kadar tuz lazım oluyorsa, makbul olacak duaya da o kadar salih amel yeterli olur.”(Ebu Zer ra)
“Duasını kabulünü isteyen biriniz sıkıntıda olan birine yardım etsin.”(Hz. Muhammed sav)
Şüphesiz Allah Rezzak’tır, Bu tür uyarılarla Salih kullarını kendine muhtaç olduğunu idrak ettirip temizlemeyi ve İnsanlar arasında ünsiyete sebep olacak bir iradenin oluşmasını dilemesindendir. Aksi halde Rezzak-ı Mutlak bellidir, Önemli olan Bizim hangi kaptan doyduğumuzdur. Sömürgeci sınıfların ve dini ulemanın elinde hâkimiyet aracına dönüşen bu İslam’dır. Minberlerde vaizlerin “kimsesiz, fakir halkın lehine ve varlıklıların aleyhine konuştuğuna, ancak fıkıh yazıp hüküm veren fakihlerin ise sağcı, muhafazakâr ve kapitalistten yana olduğuna yani fıkhî hükümlerimizin kapitalistin menfaatine olduğuna” kapitalizme kendisini “İslami bir biçimde süsleyebileceği bir çıkış yolu fırsatı vermeme” çağrısını yapmak lazım azizim.
“Hak ilmini bir tarafa attım bir lokma ekmek için, Din parasını harcadın harıl, harıl, sürme arıyorsun, gözünün ne kadar kara olduğundan haberin yok.”(Muhammed İkbal ra)
Sırtlarındaki kirleri Din’le temizliyorlar, Kur’an’ın bereketiyle ihtiyaçları garanti belgesi ile süslenmiş, Mutlu bir taife Rahatsızlığa sebep olmak istemez.
“Fakire Şükretmesini söylediler zenginin huzuru bozulmasın diye”(Dr.Ali Şeriati ra) Usta bu kesimlere “Sizi rahatsız etmeye geldim” dedi ve Bel’amlar tarafından içkici zındık olarak altın mikrofonlarda ona cehennem çukuru açtılar.
İslam dünyasındaki Fakirlere ait olan ve Lordların 17 trilyon $ Zekâtını gasp ederek, fakirin hakkına şükür telkin eden belaların ağzına sürdükleri bir parmak bal ve şükürle vaad ettikleri ötedeki hurilerle kara kadere razı edilen müstezafların bu çarka devrimci darbeler indirme mükellefiyetini verdikleri hoşgörü fetvaları ile uyutma senaryolarına dur diyen Ebu zer gibi aydın ve ferasetli dindar ve aktivistlere ihtiyaç vardır.
“İnsan, Allah’ın ruhunun taşıyıcısıdır. Hayattaki temel misyonu, kendi varlığını tekâmül ettirmek ve benliğini kapitalist sistemin ekonomik tüketim köleliğinden, sömürgeci mülkiyet zindanından ve burjuvazi bataklığından kurtarmaktır.” (Dr.Ali şeriati ra)
Dr. Ali Şeriati(ra) dinleyemeye devam edelim; “İbadetinden kul kendi sorumludur, ama adaletsizlikten tüm insanlık sorumludur.”
Çağdaş dünyada adalet saraylarının kapısına yazılan “Adalet Mülkün temelidir.” Söylemi adaletin arkasına saklanan arsız ve yüzsüzlerin manipülatif sloganı olmuş, oysa realitede Mülk adaletin temeli olmuş bu inceliği her gün gören sanık, tanık ve müntesipler ferasetsizlik kumlarına gömülmüşler.
Bakın yüce Allah bu konuda ne diyor ” Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah’a ait olmasın.” (Hud-6)
“Eğer rızıklar akıl ve beyinle aksaydı, hayvanlar ve aptallar yaşayamazdı.”(Hz. Ali as) Mesele beyin ve akıl ile alakalı değildir, Güç ve hırs zengini şımarttı, fakiri de aciz bıraktılar ve rezaletin kara kaderine mahkûm ettiler.
Darda olan insanlara karşılıksız omuz vermek bir toplumun ahlaki erdemlerinin üst sıralarında yer almıyorsa batmaya müstahaktır.
Bizim davamız Allah’a kafa tutarak şirk ve tuğyanın kapılarını zorlayarak zımmen fakire Rezzak’ın kendileri olduğunu deklare eden Lord, patron ve karunlarladır. Bu sahtekarlığı ifşa etmemiz gerekir.
Yanardağın lavlarında iki bin santigrat derece sıcaklıkta yaşayan canlının vücut yapısını bu sıcaklığa dayanıklı yaratan elbette o ortamda rızkını da temin eden Allah’tır, Buna rağmen Halifetullah ile taltif edileni aç bırakmamıştır, Allah ile kul arasındaki sebeplere müdahale eden yine kuldur.
“Üç şeye riayet eden mesut olur, Nimet ulaştığında şükretmek, rızık kesildiğinde mağfiret dilemek, sıkıntıya düştüğünde, La havle vela kuvvete illa billah demek.”(Hz.Ali as)
Nimetin artırılmasını da yüce Allah şu şarta bağlamıştır. “Eğer şükrederseniz size nimetimi artırırım” (İbrahim-7)
Şükür konusu da ayrıca geniş bir izahı vardır.
Dünyadaki tarım alanları yaşam için temel ihtiyaçları karşılaması Rezzak’ın Allah olduğuna yeterli delil teşkil eder zaten. Ve en doğal ve sağlıklı gıdalar da bu doğallıkta mevcuttur. insanlar gıdanın endüstrisinden temin ettikleri gıdaların sağlığı ve doğal bünyeyi menfi yönde nasıl etkilediğini de beslenme uzmanlarının izahlarında görmek mümkündür.
Rivayet edilir ki 1905 yılında Rus Çar’ına isyan eden Lenin ve devrimciler ekim devrimi sürecinde dışarda devam eden gösteri ve direnişte, Lenin bir samanlığa sığınır ve Ahırın bir köşesinde iki büklüm olmuş mırıldanan bir vatandaş görür ne söylediğini sorar vatandaşa, ?
Gariban şöyle cevap verir. Allah’tan bana bu durumuma bir çare bulması ve rızık vermesi için dua ediyorum der. Lenin bak dışarda ekmeğin kavgası var gidip katılsana der. Gariban duaya devam eder. Sırt çantasında ekmek taşıyan Lenin biraz ekmek uzatır ve der ki çık ve diren senin ilahın burada seni doyurmaz bırak dua etmeyi.
Ekmeğini yiyen gariban, tekrar şöyle dua eder. Sana şükürler olsun ki bu ısısız ahırda bile kulunu yalnız bırakmayıp, seni inkar edenin eliyle beni doyuran rabbime şükürler olsun diye duaya devam eder.
Keşke insanlar feleklerin çarkının nasıl döndüğünü idrak etseler o zaman da küfranı nimet olmayıp, şükranı nimet olmaları belki daha gerçekçi olurlar.
“Bütün işin, ailen ve çocukların için uğraşmak olmasın; çünkü ailen ve çocukların Allah’ın dostlarıysa Allah dostlarını kaybetmez, eğer Allah’ın düşmanlarıysa niçin Allah’ın düşmanları için bu kadar çalışıp durasın?!”
(Hz.Ali a.s) Nehc’ul- Belağa, s. 536
Rezzak’ı mutlak belli ise bize düşen hangi kaptan doyduğumuza dikkat etmeliyiz.
İnsanlık peygamber (sav) şu hadisini dikkate alıp “Komşusu aç iken yatan bizden değildir.” Ve yüce ruhlu Hz. Ali’nin “Allah’ım yanı başımda aç insan varsa sen beni doyurma” niyaz ve duası tüm insanlık için sosyal dayanışma ve empati yapmanın gerekliliği ve idareci birinin sorumlu kişiliğini ne de güzel ifade etmiştir.
Gezegenimiz “Karıncanın ağzındakini zulümle almaya çalışanlara karşı parlayacak Zülfikar gibi bir kılıcı tutabilecek Ali (as) gibi yoksulların ümit ve umuduna bugün daha fazla muhtaçtır.
“Bir toplumda eğer İnsanlar güzel bir ahlaka sahip değilse, İnsanlar arasında fesat yaygınlaşmışsa O toplumdaki insanları değil, o toplumun maddi ve manevi servetlerinin denetimini elinde tutan liderleri suçlamak gerekir.” (Seyyid Ali Hameney)
İşte bu yüzden İslam literatüründe yöneticilik ateşten gömlek kabul edilmiştir.
Medeniyet tarihi boyunca Ali (as) gibi iktidar sahibi olup halkın en düşük hayat standardını yaşayan hiçbir Siyasi figür ve örnek bulamayız. Fakirliği tanımlarken “Eğer fakirlik bir şahsiyet olsaydı neye mal olursa olsun O’nu katledecektim” diyen imam Ali (as) tüm zamanların devrimci ruhlarıdır.
“Bir yönetici halkın en düşük hayat standardını yaşamıyorsa Liyakatten Yoksundur.” (Seyyid Ruhullah ra) Sosyolojik bir vakıa olarak ahlaki kokuşma yukarıdan aşağıya daha hızlı sirayet eder.
Alin(as) Sordular, Bu kadar varlık içinde neden yoksulluk çekiyorsunuz? Cevap dünyadaki tüm yöneticilerin makam odalarına yazılacak türdendir, ”Dünya aşağıdadır O’nu almak için eğilmem gerekir.” İfadesi pratiklerini destekler niteliktedir..
Hayat paylaşmakla güzeldir. Paylaşmayı beceremeyenler utansın ne diyelim.!
Selam olsun Bu yüce ruhlara, ne kadar da muhtaç ve hasret kaldık bu örnek insanlara.
Paylaşmayı beceren fert ve toplumlar şüphesiz Allah’ın Rahman ve Rahim vaadine de mazhar olmuşlardır.
Selam dua temiz akıl sahiplerine olsun inşallah…