DOLAR
34,1385
EURO
37,0740
ALTIN
2.955,16
BIST
9.002,34
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Az Bulutlu
16°C
İstanbul
16°C
Az Bulutlu
Cuma Hafif Yağmurlu
16°C
Cumartesi Az Bulutlu
18°C
Pazar Çok Bulutlu
18°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
19°C

Yeni Bir ÇÖZÜM Süreci mi?

Yeni Bir ÇÖZÜM Süreci mi?
17.10.2024 21:40 | Son Güncellenme: 17.10.2024 21:41
5
A+
A-

Yerel seçimlerden sonra CHP Genel Başkanı Özgür Özel’le başlayan “normalleşme” arayışı, giderek İktidar etrafında “saf tutma” politikalarına dönüşüyor.
İsrail katliamları ve Gazze Soykırımı nedeniyle toplumsal tepkinin zirveye ulaştığı bir dönemde CB Erdoğan’ın bunu iç politikada bir fırsata dönüştürmemesi beklenemezdi.
Tam da bu sırada “hedefte” Türkiye’nin de olduğunu açıklayarak hem gündem değiştirmeyi hem de muhalefet partilerini hizaya getirmeyi başaran CB Erdoğan, “Fitne girişimleri karşısında millet olarak, 85 milyon olarak ‘iç cephemizi’ sağlam tutmaya gayret ediyoruz. Bugün, İsrail saldırganlığı karşısında, içeride ve dışarıda çatışma alanlarının değil, uzlaşma alanlarının öne çıkması gerekiyor” diyerek siyaset alanını Türkiye’nin aleyhine ancak kendi lehine yönlendirmiş oldu.
Paralel ikinci hamle de MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’den geldi. TBMM Genel Kurulu salonunda DEM Parti sıralarına giderek milletvekilleri ile selamlaştı ve tokalaştı. Esas olarak olması gerekeni yaptı. Bugüne kadar yanlış yaptığını sorgulamak yerine atılan bu adımı eleştirenlerin sayısı azımsanmayacak kadar çok oldu.
Ne yazık ki “tokalaşmak-selamlaşmak” dahi Türkiye siyaseti açısından o kadar önemli hale gelmiş ki olağan bir durum, olağanüstü bir gelişme olarak nitelendiriliyor.
Bahçeli de Erdoğan da bu hamleyi ülke için atılmış bir adım ve DEM Partisi için de bir fırsat olarak sundular!
Bahçeli, “Yeni bir döneme giriyoruz. Ülkemizde barışı sağlamak lazım” diyerek, DEM’i iktidarla aynı safta durmaya davet etmiş oldu. Bin yıllık kardeşliği bozan tarafın Kürtlermiş gibi amacını da şu cümlelerle açıkça belirtti:
“Uzattığım el milli birlik ve kardeşliğimizin mesajıdır. Uzattığım el gelin Türkiye partisi olun, gelin teröre cephe alın, gelin bin yıllık kardeşliğimizde kenetlenin teklifidir… Biz durduk yere el vermeyiz… DEM’e düşen sorumlu uzanan bu samimi elin kıymet hükmünü anlaması dahası Türkiye partisi olması yönünde bir eşik olarak algılayıp değerlendirmesidir.”
Arkasından CB Erdoğan da “Cumhur İttifakının uzattığı elin değerinin layıkıyla anlaşılmasını ümit ediyoruz” diyerek gelişmelerin ortak bir plan dahilinde gerçekleştirildiğini ima etmiş oldu.
DEM Parti’nin siyasi ve insani olarak tokalaşmaya karşılık vermesi ise özellikle AK Parti ve DEM çevreleri tarafından “Yeni bir çözüm süreci” olarak yorumlanmaya başlandı. En çok da AK Partili Kürtler açısından “Tavuk rüyasında darı görür” misali yeni bir siyaset umudu oldu.

Bu gelişmelerin, siyasi partiler arasında gerilimin düşürülerek ülke yararına bir normalleşmeye vesile olmasını yürekten diliyorum. Özellikle DEM Partisi’ne yönelik haksız yaklaşım ve uygulamamaların son bulmasını temenni ediyorum.
DEM’in terörle ilişkilendirilmesi ve bunun üzerinden devamlı olarak baskı altında tutulması zaten yanlıştı. Yanlıştan vazgeçerek diyalog ve uzlaşma kapılarının aralanması elbette çok önemlidir. Buna ülke olarak gerçekten çok ihtiyacımız var.
Ancak bu adımların “normalleşme” amacıyla atıldığından kişisel olarak emin değilim. Bu açıklamaların çok da masum ve toplumsal barış için atılmış adımlar olduğunu düşünmüyorum.
Verilen mesajlar, gerçekte yeni bir çözüm ve barış sürecini mi yoksa DEM‘e, hatta Kürtlere yönelik bir tehdit ve baskıyı mı hedeflemektedir? Bunu göreceğiz.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti için asla bir tehdit unsuru olmayan İsrail yayılmacılığının yeni bir çözüm süreci için gerekçe yapılmasına neden ihtiyaç duyulsun?
Her şeye rağmen Türkiye’de İsrail yayılmacılığına ve katliamlarına en büyük tepki veren Kürtler değil mi?
Kürtlerin haklı taleplerini görmezden gelerek İsrail karşıtlığı üzerinden “milli birlik” sağlamak da neyin nesi?
Endişem; 2015 yılında olduğu gibi PKK ve Abdullah Öcalan’ın da dahil olduğu “Çözüm Süreci” benzeri “yeni çözüm süreci” adıyla bir senaryonun yeniden sahneye konulmasıdır. Çünkü bu gizemli senaryoların yabancısı değiliz ve Kürtlerin aleyhine defalarca sahneye konulmuştur.
2009’da başlatılan Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi, 2012: Oslo Görüşmeleri, 2013: DEP heyetinin defalarca İmralı ziyaretleri, “Akil Adamlar” heyeti, 2014: BDP heyetinin KCK yönetimi ile görüşmek için Kandil’e gitmesi gibi gelişmelerin nasıl sonuçlandığını hatırlamak gerekir.
Biliyoruz ki iktidar da PKK ve DEM de Kürt meselesini amaçları için istismar etmekten ve kullanmaktan asla geri durmamış ve durmazlar da. Dikkat edilirse bu gelişmelerden hemen sonra “tecridin kaldırılması”, “Öcalan’a özgürlük” ve “Kürt sorunun çözüm adresi İmralı” gibi söylemlerle yürüyüş ve mitingler hız kazanmaya başladı.
Kürt Meselesi her gündeme geldiğinde “Öcalan’a Özgürlük” ve “muhatap Öcalan” yürüyüşlerinin ve mitinglerin planlanması boşuna mıdır?
DEP/DEM tarafından “Öcalan’a özgürlük” amacıyla yüzlerce kez yürüyüş ve gösteri yapılırken, bir kez olsun “Kürtlere özgürlük” mitingi düzenlediklerini bilen-gören-duyan var mı?
Kürt seçmenlerinin oylarıyla seçilen milletvekilleri, Belediye Başkanları ve diğer seçilmişlerin “Kürtlere özgürlük” yerine “Muhatap Öcalan ve Öcalan’a özgürlük” için yollara düşmesini, Kürtleri toplantı ve gösterilere davet etmesini Kürt halkı için 21. Yüzyılın bir felaketi olarak değerlendirdiğimi belirtmeliyim.
Yine açıkça belirtmeliyim ki Kürt Meselesinin çözümünü Abdullah Öcalan’ın kaderine bağlamak çözümsüzlüğe hizmettir.
Kürt halkının hak ve özgürlük taleplerinin ve Kürt Meselesinin çözümünün Öcalan’ın kaderine bağlanması, çözümü mümkün olmayan kör bir düğüme benzer.  Kürt halkına bedel ödetmekten başka hiçbir yararı da olmayacaktır.
Ne yazık ki Kürtlerin aleyhine olmasına rağmen DEP/DEM Parti ısrarla bu tutumunu sürdürmektedir.
Sormak istiyorum:
“Tecridin kaldırılması ve Öcalan’a özgürlük” talep edilebilir, bunun için toplantılar, mitingler de tertip edilebilir ancak Kürt sorunun çözüm adresi ve muhatabı neden Abdullah Öcalan olsun?
Yine PKK, Kürt partisi veya “Bağımsız Kürdistan” hareketi olmadığı halde neden Kürt Sorununun muhatabı oluyor?
PKK, Bağımsız Kürdistan dahil Kürt halkının ideolojiler üstü siyasi taleplerinin tamamının karşısındadır. PKK’nin, sosyalizm temelinde ve bölgesel denklem içinde güçlü kalmak ve Kürdistan karşıtlığı dışında bir çabası da yoktur.
Bu durumda PKK’nin ideolojik ve şiddet yükünü ve külfetini neden Kürtler çeksin?
Bunu anlamak için olayların üzerinden bir yüz yıl mı geçmesi gerekiyor?

Yeni çözüm süreci iddiaları bir “PKK Açılımı” ise sorun yok. Silahlı mücadelenin sonlandırılması, şiddet ve çatışma döneminin kapanması ve kalıcı bir barışın sağlanması hiç kuşkusuz ülkemizin ve insanlarımızın büyük yararına olacaktır.
PKK ile müzakerelerde veya PKK’nin silah bırakması karşılığında Öcalan’ın serbest bırakılması veya ev hapsinde tutulması ve diğer tutukluların serbest kalması talep edilebilir. PKK, şiddet ve silahtan arınarak legal bir parti olarak siyaset alanında yer de alabilir. Bu bağlamda tarafların anlaşmalarına saygı duyarım. Buna katkı sunacak DEM’i de kutlar ve alkışlarım.
DEM farklı bir misyon yüklenmiş gibi gözüküyor. Oysa 10 Temmuz 2014: Cemil Bayık, “PKK’nın tamamen silah bırakması için öne sürdükleri şartların en başında “Öcalan’a özgürlük” ve “anayasal güvence” olduğunu” açıklamadı mı?

PKK’nin bu talebini yadırgamıyorum ancak bu talebin DEM tarafından ileri sürülmesini elbette yadırgıyorum ve sorguluyorum.
Abdullah Öcalan’ın serbest kalması, PKK için bir şart olarak ileri sürülebilir ancak DEM’in iddia ettiği gibi neden Kürt meselesinin çözümü için şart olsun?
Önceliğin, Kürt meselesinin çözümüne değil de Öcalan’ın serbest bırakılmasına verilmesini ideolojik nedenler dışında izah etmek mümkün değildir.

Bu durumda Kürtler, PKK ve DEM ideolojisine mahkûm, mecbur ve rehin değil mi?
Kuşkusuz DEM ve PKK aynı şeyler değildir ve örgütle organik bağı olduğunu da iddia etmiyorum ancak ideolojik akraba olduklarından da kuşku duymuyorum.
Öcalan tutuklu kaldığı sürece Kürt meselesinin çözümsüz bırakılmasını istemek nasıl bir yurtseverliktir? Olsa olsa ideolojik bağnazlıktır.
Kürt halkının bu ideolojik anlayışta nasıl bir yararı var?

Hakikat şudur ki samimi de olunsa, Kürt sorunu temelinde PKK ile başlatılacak yeni bir çözüm süreci geçmişte olduğu gibi Kürt Meselesini çözmeye yetmeyecektir ancak Kürt meselesinin barışçıl çözümü PKK sorununu da çözüm yoluna koyacaktır.
Altını çizerek belirtmeliyim ki Türkiye’de PKK sorunun çözümünde muhatap Abdullah Öcalan ve Kandil’dir. Kürt meselesinin çözümünde ise muhatap siyaset kurumu ve adres de TBMM’dir.
Bunun dışındaki arayışları oyalama, istismar, aldatma, erteleme ve çözümsüzlük olarak görüyorum.
Cumhur İttifakının iktidarını korumak için PKK’ye her türlü tavizi verebileceğini ancak Kürt meselesini çözmek gibi bir niyetinin dahi olmadığına inanıyorum.

Bunu DEM Partisi yetkilileri de çok iyi biliyor.
Selahattin DEMİRTAŞ ve yüzlerce masum Kürt siyasetçiyi yıllardır haksız ve hukuka aykırı olarak cezaevinde tutan bir siyasi anlayışın samimiyetine nasıl inanayım ki?
CHP ve diğer muhalefet partileri de farklı değildir. Mevcut ideolojik-siyasal zihniyetle ülkenin temel hiçbir siyasi sorununun çözümünü mümkün görmüyorum. Öncelikle Kürt toplumsal duyarlılığın söz konusu oyun ve tezgahlar karşısında daha çok artması gereğine inanıyorum.
“Çözüm Süreci” iddiasıyla yeni bir oyun ve tezgâha karşı uyanık olmalıyız.

binguven-bal2

rodi
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.